- 1033 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ONUNCU KURŞUN
Ak harflerle kara bir zemine oyulmuş"Biz bu tarihi bölgede birçok medeniyete beşiklik etmiş, ev sahipliği yapmış bu kadim bölgede, insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun istiyoruz."
Yazısı önünde, bir sinemada filim seyretmekteyim. Beyaz perdede yazılar kaybolurken, arka planda gittikçe çoğalan kalabalık insan sesleri belirdikten Sonra;"Unesco Dünya Kültür Mirası, dinler ve dillerin hoşgörü içinde birarada yaşadığı ’Gavur Mahallesi’ ismiyle bilinen Fatihpaşa Mahallesi’nde 4 Ayaklı minareli Şeyh Muhtar Camiinin ayakları önünde bir basın toplantısı"
Ekranda barışsal, kardeşçe ve mutlu insan görüntüleri; Halk, basın mensupları, Diyarbakır Baro’su üyeleri ve başkanı Tahir Elçi... Bitişik caddede patlayan silah sesleri bu barışsal yüzleri endişelendiririverdi. Kaçarak onlara doğru gelen insanları, silah sesleri kovalıyordu. Perdedeki insan bağırtıları, video görüntüleri, koşuşan kalabalık bana doğru yaklaşıyormuş gibi çoğaldılar. Ardı-arkası kesilmeyen ateş ve siren sesleri arasında son bir patlama. Tüm gürültü ve sesler ansızın kesildi ve yerini boş bir sesizliğe bıraktı. Tahir Elçi; Ensesinden giren kurşun sol gözünden çıkmış bir şekilde, 4 ayaklı Şeyh Muhtar Camiinin ayakları dibinde yüzükoyun cansız yatıyor.
Bu filmi ben bilerek seçmiştim ve kararlı bir şekilde gelmiştim bu sinemaya. Kısa bir an süren zifiri karanlığın ortasında nokta şeklinde minik bir ışık belirdi ve geri plandan ilkin teskin edici bir piano sesi duyuldu. Birbirine sürçen notalarında ’kabul edememezliğin kararsızlığı’ belli oluyordu. Gözlerimin önüne kısa birsüre gelen, beynimi deşen korkunç görüntüleri vuruşlarıyla bölen, piano sesinde haklı ve sesiz bir direnişin haykırışı vardı. Müzik; Değerli Sanatçı Fazıl Say’ın filim ile aynı isim altında bestelediği bir senfoni olabilirdi, yada bana öyle geliyordu. Işık da musik eşliğinde karanlığı yararak büyüdükçe-büyüdü, tuşlları insafsızca döven parmakların vuruş devinimindeki gerginlik, notaların tonunu da yükselterek ’seri atan bir tabanca’ hızına ulaştığı an; "Dan!"... Perdede ’ONUNCU KURŞUN’ Harfleri perdede beliriverdi.(*) Yazı ilkin son kurşun tınısının titreşimi ile sarsıldıktan sonra dahada netleşip-büyüyerek gözlerimin önüne kadar geldi ve durdul. Kulak zarlarımda hâlâ izi asılı kalan tınının titrek notalarını, piano sesi gelerek sarıp-sarmaladı ve hepsini birbirine bağlayarak ’İnci taneleri gibi’ arka-arkaya dizdi ve öne doğru çekti. Bu çekimin eşliğinde, eliştiriyle uğuldayan bir koro sesi perdeye geldi ve yazıda konturlarını yitirmeye başladı, aşşağıya doğru kaydı, silinerek kareden çıktı. Aynı anda perdenin üst kenarından çıkan; Oyuncu, yapıcı ve bu yapıta emeği geçmiş kişilerin adları, perdenin alt kenarına değer-değmez kayboluyorlardı. İsimlerin sonundaki;"Bu filmin yapılmasında bilimsel, teknik, ve bilgisayar deneyimleriyle yardımcı olan Londra Üniversitesi Adli Mimarlık Bölümü üyelerine ve ülkemizde bu uğraşa emek veren tüm kişilere sonsuz teşekkürlerle..."
Yazısı da karardı, uğultu yerini dudak sıkışmasında hapsedilen; "Mımmm" düşünce seslerine bıraktı. Kara satıh gri rengine doğru dalgalanarak açıldı ve ortalarında beliren öbek-öbek beyazlkılar hada genişleyip-derinleştiler. Türkisden başlayıp gök mavisine ulaşan renkler bu oyuklara dolup öne doğru çıkarken, koro mımırtıları da aynı hızla geri plana doğru kaydı. Piano tuşlarının çalkıntılarıyla mavi boşlukları birbirine birleşen grilikler şekil kazandılar ve aydınlık gök içinde bir İnsan yüzü haline geldiler. Perde genişliğinde büyüyen ve gittikçe netleşen bu görüntüyü, musik tek bir darbe ile durdurdu. Perdede şimdi mavi göğün içinde ’Kara bir Bulut gibi’ Tahir Elçi’nin portresi duruyordu ve altında da ;’Şırnak/Cizre 1966 - Diyarbakır 19.11.2015’ tarih ve yazıısı vardı..Doğadan gelen kuş seslerini andıran piano tuşlarının uçuşları eşliğinde bu fotoğrafda hızla küçülüp altındaki yazı silinirken; onun saç ve sakalları bir at yelesi gibi dalgalanarak dışarı fışkırdı ve parlak kartal tüyleri şeklinde başının her bir yanını sarmaladı. Aynı anda göz yuvarlarının akı içinde, anlamını yitirmeden büyüyen gözbebekleride keskinleşerek kıpırdanmaya başladılar. Şimdi, her iki gözünün ortasında; Sarı-kavuniçi renginde sip-sivri ve eğri bir kartal gagası tüm görkemiyle parlıyordu. Geriye kanat çırpıp mavi göğün içine doğru yükselerek uçan bu kara kartal, gittikçe küçülerek uzaklaştı ve ardında mas-mavi, bulutsuz bir gök bıraktı. Bu aradan yararlanıp öne doğru sıçrayarak, ’Kartal bağırtı ve diğer kuş cıvıltılarının coşkunluğunu’ anımsatan iç-içe, ince ve kalın notalarıyla piano sesi, korosuz bir şekilde perdeyi doldurdu.
Kuşbakışı ufukta görülmeye başlayan toprak parçasına doğru yavaş-yavaş alçalan kartal, tipik bir Güney-doğu Anadolu görünümünü andıran kıraç bir manzaraya yaklaştı. Orada kurulmuş Şırnak’ın Cizre İlçesi’in geniş caddelerini ve sık camiilerini geçip, sığ bir dağın eteğine öbeklenmiş dar sokaklı tek katlı evlere hızla yaklaşarak yere kondu. Kamara, sallanan adımlarla dar sokağa hızla dalarak; Geniş yuvarlak taş kemerli, çift kanatlı ağaç kapının bir kanadını açarak avluya girdi. Etrafı; Yüksek bahçe duvarları, ahır, araba yeri, saman barakası ve sebze bahçesiyle çevrili bu avlunun bitiminde tek katlı küçük bir ev durmaktaydı. Evin ortadaki girişde dam ile siperlenmiş 3 taş merdivenle çıkılan bir alanda yerde duran; Gelişi güzel yayılmış kadın, erkek ve çocuk ayakkabılarına bakılırsa, evin içine yalnızca terlikle girilebileceği anlaşılıyordu. Bu varsayımı, yan duvara dayalı ayakkabılıkta dizi-dizi duran terliklerde pekiştirmekteydiler. Giriş halısının bittiği ve taş alanın başladığı yere; Üstü altıgen kara lekeli, ak bir futbol topu sıçradığı anda, evin içinden; " Nereye giden oğul? Daha yemeğini bitirmedin !" sesi duyuldu. Kapıdan dışarı fırlayan ve topun peşinden koşan çocuk, bir çift lastik ayakkabıyı konçlarına basarak ayaklarına geçirdi, avluya atlayarak plastik topu yakaladı ;" Sonra yerim ana." Çok kısa kesilmiş saçlarını anasının kırptığı belli oluyordu; "Sonraya geride birşey kalırsa..." Koltuk altında taşıdığı futbol topuyla önümüzde duran çocuk, tek ayak üstünde sallanarak, boştaki elini çekecek gibi kullandı ve belinin arkasında yukarı kaldırdığı ayağına, lastik ayakkabısını geçirdikten sonra, ayak değiştirirken başını bize çevirip, baktı. Topu yere koymak için öne doğru eğildiği anda, bakışlarınıda bizden kaçırmış oldu. Dengesini koruyarak ayakta öbür ayakkabısınıda giyen ve bağcıklarını bağlamak için bir dizini kırarak çömelen çocuk, her iki ayakkabısının bağcıklarını ayak değiştirerek bağladı ve ayağa kalkarak yanında duran topa bir şut çekti. Sokağa açılan yüksek-yuvarlak taş kemerli, çift kanatlı ağaç kapıya vuran top, geri sıçradıktan sonra avlunun taşları üstünde yuvarlanarak ayaklarımızın dibine kadar geldi ve durdu. 8 yaşındaki bu çocuk büyüyerek avukat olacak ve Diyarbakır Baro’su başkanlığına kadar yükselecekti.
Diyarbakır Sur Mahallesi’nde 28 kasım 2015’de yaptığı basın konuşması sonrasında, 4 ayaklı Şeyh Camii’nin ayakları arasına yüzükoyun düşerken; Altıgen kara lekeli ak plastik birfutbol topu; Yüksek-yuvarlak taş kemerli, çift kanatlı ağaç kapıya vurdu, geriye sıçradıktan sonra avlunun taşları üstünde yuvarlanarak yerde cansız yatan Tahir Elçi’nin ayakları dibine kadar gelerek, durdu. O şimdi 49 yaşındaydı.
(*) Merhum Tahir Elçi üzerine 29 11 2015’de yazdığım İSTANBUL PEMBE (9)’ şiirim ile İSTANBUL PEMBE (14) ve BARIŞA ÖZGÜ (23) adlı dizelerimi ilginizi çekese oguz can hayali adı altında internette okuyabilirsiniz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.