Ömrü tükenmiş bir zaman hikâyesi
Bu durağan, heyecansız, sıradan, çürümüş ve bu kokuşmuş hayat, bana göre değil. Oysa ömrümün heybeleri, ne çok doluymuş…
Orman gümbürtüleri içerisindeki koşuşturmacalar. Bahçe talanları… Sığ sularda taşlarla ve yosunlarla yapılan göletler. Tatlı sularda çimmek… Dere dalışları… El yordamıyla sazan yakalamak… Yaşamın bağrında yaban otu gibi büyümekmiş benimkisi.
Çam yaprağı kokularına karışan, reçine, kozalak rayihaları… Ve kekik… Dağ elması, alıç ağacı aramak… Hünnapla karın doyurmak… Keklik avı… Üveyikler… Cubbalaklar… Dut kuşları… Solucanla kurulan tel kapanlar… Sapanımın meşinine taş sürüşüm… Çığlıklar ve kan… İnce dallar, çöp şiş, taş arası mangal… Cahilliğin kutsandığı, tütsülü bir kam töreni ve cani ziyafeti… Utancımdır halen…
Dağ çayları, çiğdem çiçekleri ve anemonlar arasında filizlenen bir yaşam. Balık sanarak kurbağa larvası yakalanan dereler… Tel arabalar, tahta tabancalar… Kaçınız benim kadar çember çevirdi? Yakar top, istop, kale yıkma, saklambaç, çelik çomak, molli, zehirli kuyu bir de güllelerin renkli ve sihirli dünyası…
Lüks ve gaz lambaları, ispirto kokuları… Halburlar, tahta kaşıklar, emaye kaplar… Tahta ve kapaksız raflar… Kuzine sobalarda, kuru pamuk çalılarıyla meşe odunların koyun koyuna yanışı… Tablolar yerine cimemler süslerdi, badana duvarları. Bakır kaplar, güğümler, abdest ibrikleri, kahvaltı sinileri… Yüklükler, mitiller, kaneviçe işli yastıklar, danteller, sırma yorganlar… Havuz başlarında, dere kıyılarında tokaçla çamaşır yıkayan kadınlar… Çocukluğum…
Yamalı fistanlar, basma entariler, rengârenk şalvarlar… Belben kalıpları, mişmiş kakları… Kan dut şurubu ya da nar… Satıla fışkıran süt sağımları… Oklava tıkırtıları… Saç ekmeği, bazlama ve de semirsek kokusu. Yayıktan gelen dalga sesleri… Ocaktan yükselen çıtırtılar… Süpürge çalıları, andız dikeni, mısır püskülünden dökülen saçlar, ninemdi…
Atlar, kaşağılar, karasabanlar, oraklar, dirgenler, saman balyaları ve ot yığınları… Aygırını mahmuzlayan ses, usturuplu küfürlerle şeytana lanet eden, içten ve gevrek gülen adam, dedemdi…
Taze buğday başakları ve yeşil nohuttan firik pişirmek, nasıl bir haz kaçınız bilir? Peki ya o lezzeti kim tarif edebilir? Süte yoğurt çalar gibi, kangal dikeni kökünden çiklet yapan ustalar; Ağabeylerim… Mustafa, Cevdet ve Murat… Evet, evet onlar bilebilir…
Browning taklidi tapalı, Tenekeden Magnum benzeri, toplu mantar tabancalarım da oldu. Sonra tek şaçmalar, kırmalar, çifte tüfekler... Yeşil ve ince kamışlardan yapılan düdükler. Onlarca metre yükseklerde, benim yerime süzülen uçurtmalar. Pınar suları emzirdi susuzluğumu. Kurumuş kamış boğumlarında, börtülen şarabı damıttım, yılanlardan korkmadan! Çakalları, hiç katmadım hesaba… Domuzlara, gece pusu attık emmilerimle…
Çerçiler, fuarıydılar mahallemizin. Modayı onlar belirlerdi. Lastik ayakkabılar, kilteliler, sonradan renklenen çizmeler… Şapkalı gocuklar ve hep mutlu çocuklar olarak büyüdük biz…
Ne vakit değişti dünya? Ne vakit bunca çok kirlendi? Eskiye ve güzelliklere dair en ufak bir emare yok… Tadı yok… Tuzu yok… Anlamı yok artık…
Oysa ömrümün heybeleri, ne çok doluymuş…
İstanbul, 26 Ocak 2019
-Hecenin Efendisi-
Ali Asafoğulları
.
.
.
.
KELİMELER
Çimmek: Yıkanmak.
Kan dut: Kırmızı bir dut çeşidi.
Cubbal/ak: Öter ardıç kuşu ya da çil bakkal, karatavukgiller familyasından, Avrasya’nın tamamına yakın bir alanda yaşayan, ötücü bir kuş.
Satıl: Kova
Halbur: Kevgir, Kalbur.
Kanaviçe: Seyrekçe dokunmuş keten bezi üzerine renkli ipliklerle yapılan desen ve işlemeler.
Semirsek: Bir tür saç böreği.
Cimem: Renkli buğday sapından özel desenler verilerek örülmüş, çeşitli ebatlardaki tabak ve tepsilere verilen genel ad.
Bazlama: Saç ya da soba üzerinde pişirilen tırnaklı pideden daha ince köy ekmeği.
Entari: Kadın kıyafeti.
Tokaç: Çamaşır yıkarken kullanılan, tahtadan, yassı tokmak.
Kilteli ayakkabı: Bir tür metal tokalı ve renkli lastik ayakkabı.
Gülle: Bilye, cilli, misket.
Belben: İncirden yapılan bir tür kalın pestil.
Mişmiş: Lezzetli ve küçük bir kayısı türü.
Molli: Küçük bir daire içine dik şekilde yerleştirilen, yumurtamsı bir taşın, bir çizgi gerisinden, sırayla, en çok el büyüklüğündeki yassı taşlar fırlatılarak, daire dışına çıkartılmasıyla oynanan bir oyun. Mantığı kale yıkma oyununa benzer.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.