- 887 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Aşkı Çöpe Attım - Bölüm 7 (İki Kelime)
Dünyanın gözbebeği İstanbul’da geçirdiği yıllar Selim’i olgunlaştırmaya yetmişti. Bu süre içinde Hasan ile el ele vermiş ve sıkıntılarını aşmakta birbirlerine destek olmuşlardı. Selim kendisini toplamış ve hayata biraz olsun tutunmuştu Hasan sayesinde. Arada eski günleri düşünüyor bazen hüzünleniyor bazen de kendi haline gülüyordu. Yine böyle güldüğü günlerin birinde Hasan durumu fark etmiş ve Selim’e;
-Neye gülüyorsun öyle diye sormuştu.
-Neye güleyim be Hasan yaptığım saçmalıklara gülüyorum.
-Onlara saçmalık deyip geçme bence, onları yaşamasaydın şu an ki düşüncelerin olur muydu?
-Haklısın bunların hepsi tecrübe oldu bana.
-Olacak tabi Selim. Bu dünya imtihan dünyası değil mi? Herkesin kendine göre bir sınavı var. Sanır mısın ki hiç derdi olmayan bir insan var mıdır?
-Yoktur Hasan yoktur. Doğru söyledin. Allah daha büyük dertlerden sakınsın. Halimize şükürler olsun.
-Aynen öyle. Zaman her şeyin ilacıdır.
-Aha babam gibi konuştun.
Bu konuşmaların sürerken saatlerin ilerlediğini fark eden iki dost yatmaya karar vermişlerdi. Fakat bu günlerde Selim’in kafasını kurcalayan bir şeyler vardı. Kötü günler geride kalmıştı ama Selim son zamanlar uyuyamıyordu. Bu haldeyken yatağına girmiş fakat yine uyku tutmadığı için kalkıp üstünü giymişti. Birkaç saat sonra sabah olacaktı. Bunlara hiç aldırmadan evinden çıkmış kendisini İstanbul sokaklarına bırakmıştı gecenin bir vakti. Evin önündeki yokuştan aşağı doğru ilerlemiş ve kendisini Balat sahilinde bulmuştu her zaman olduğu gibi. Serin bir hava vardı. İstanbul hiç olmadığı kadar sessiz, hiç olmadığı kadar yalnızdı. Önüne çıkan bir banka oturmuş ve annesinin deyimiyle yine o illeti almıştı eline. Yaktığı sigarasında birkaç fırt çektikten sonra arkasından gelen sese doğru baktı Selim. Kendisine doğru yaklaşan şekillerin ne olduğunu düşünüyordu. Birazda korkmuştu.
-Selamün aleyküm delikanlı diye seslenmişti bu garip ve sarhoş şekil.
-Aleyküm selam dayı buyur derken sesi titremişti Selim’in. Bu durumu fark eden şekilsiz adam sendeleye sendeleye gelmişti yanına kadar.
-Korktun mu delikanlı?
-Valla ne yalan söyleyeyim dayı biraz korktum galiba. Gecenin bu vakti bir anda görünce…
-Korkma delikanlı korkma. Bende insanım demişti garip adam gülerek. Adamın kötü bir niyeti olmadığını anladığında içi biraz ferahlamıştı Selim’in. Kendine gelmiş bir vaziyette sordu adama:
-Buyur dayı bir şey mi istemiştin?
-Sigaran var mı?
-Var. Buyur.
-Sağ ol delikanlı. Şuraya otursam rahatsız olur musun? Diye sormuştu bankın kenarını gösterirken.
-Hayır dayı neden rahatsız olayım?
-E anlat bakalım delikanlı seni gecenin bir vakti buraya sürükleyen nedir?
-Bir şey değil dayı ne olsun canım sıkıldı çıktım öyle.
-Geç o işleri evlat. Bir derdin var senin. Yoksa sıcacık yatağını bırakıp burada ne işin olur? Üstüne başına bakılırsa ben gibi berduş da değilsin.
-Yok estağfirullah dayı o nasıl söz öyle demişti Selim mahcup bir vaziyette.
-Bak delikanlı senin bir derdin var belli. Bu hayat bazı şeyleri kafaya takacak kadar değersiz değil. Bunu hiçbir zaman aklından çıkarma. Bu hayata bir defa geleceksin ve nasıl bir hayat süreceğin senin elinde.
-Nasıl yani?
-Bir gün anlarsın delikanlı. Adın nedir?
-Selim.
-Bende Çavuş. Memnun oldum Selim. Çeker misin? Diye sormuştu elinde ki gazeteye sarılmış şişeyi göstererek.
-Yok sağ ol dayı almayayım ben.
-Peki sen bilirsin evlat. Bu arada bana Çavuş de dayı değil.
-Tamam Çavuş.
Selim ve bu garip adam Çavuş’un konuşmaları bir müddet böyle sürdükten sonra gün yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Uzun uzun konuşmuşlardı. Selim Çavuş’u sevmiş ve onda farklı bir şey olduğunu anlamıştı. Dışardan bakılınca şarapçı diye tabir edilen, saçı sakalı birbirine karışmış, üstünde ki elbiseleri kirden gözükmeyen Çavuş’un; içinde volkanlar patladığını sezmişti Selim. Çavuş’un içinde ki bu ateşin sıcaklığı Selim’in hoşuna gitmişti.
-E Çavuş, sen neden bu haldesin? Evin barkın yok mu?
-Ev bark önemli midir Selim? İçinde sevdiklerin olmadıktan sonra betonlar ne ifade eder?
Bu sözün üzerine uzunca bir sessizlik olmuştu. Selim düşüncelerden çıkınca Çavuş’un bankın kenarında sızdığını görmüştü. Onun haline çok üzülmüştü. Bir iki defa Çavuş’a seslendikten sonra hiçbir cevap alamayınca oturduğu yerden kalmış ve işine gitmek için düşmüştü yola; aklında Çavuş ile alakalı yüzlerce soruyla birlikte.
O gün akşamı çok zor etmişti Selim. İşten çıkmış, eve gitmişti. Gecenin uykusuzluğu ve günün yorgunluğu kendisini hissettirmişti. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Selim kanepede yummuştu gözlerini. Derin bir uyku zamanıydı.
Uyandığı zaman vakit iyice ilerlemişti ama Selim kendisini gayet dinç hissediyordu. Hasan ile beraber bir güzel karınlarını doyurmuş ve sohbete dalmışları yine. Gece başında geçenleri ve Çavuş’u anlattı Hasan’a heyecan içinde.
-Çok garip bir adam kesinlikle tanımalısın Çavuş’u.
-Ya Selim iyi misin? Bize ne elin adamından. Ne olduğu belli olmayan biri. Oğlum burası İstanbul. Burada adamı deşerler. Akıllı ol biraz. O saatte dışarı mı çıkılır?
-Ne olacak be Hasan? Kısmetsiz dayak bile yenmez. Bugün yine gideceğim Çavuş’un yanına.
-Aynı yerde olacağını nerden biliyorsun? Bakalım nerede sızdı o sarhoş?
-Öyle deme Hasan. O da bir insan sonuçta. Bakalım neler yaşadı bu hayatta. Bir gün bizimde öyle olmayacağımızın garantisi var mı?
Bu söz üzerine Hasan da düşüncelere dalmıştı. İkisi de kafalarında yüzlerce soru ile birlikte sigaralarını çektiler ciğerlerine. Sonunda Hasan yatmaya, Selim ise Çavuş’un yanına gitmeye karar vermişti. Bir gün önceki yollardan indi tekrar Balat’a. Fakat Hasan’ın sözleri takıldı aklına.
-Ya bulamazsam dedi sessizce. Yürüdü. Yürüdü.
* * *
Baharın ilk günlerinde tarlalar yeşillenmeye başlamış, ağaçlar çiçeklerini açmaya yüz tutmuştu. Selim bugün sevdiği kadının yanına gidecekti. Aşkları başlayalı bir seneden fazla olmuştu fakat yaşadıkları yer ufak bir yer olduğu için sık sık görüşemiyorlardı. O yüzden ilçede iş bulmuştu ikisi de. Bu şekilde birlikte vakit geçirebiliyorlardı. Geçen bir sene de bir sürü bela gelmişti başlarına ama onlar her şeye karşı koymuşlardı. Selim hazırlanmış ve otobüsü beklemek için durağa çıkmıştı. Bu günlerde havalar genelde serin olurdu, hele de sabahın bu saatlerinde. Biraz üşümüştü Selim ama gelen otobüsü görmesiyle içi ısınmıştı şimdiden. Otobüse binmiş ve Neriman’a doğru yola çıkmıştı.
* * *
Neriman ve Selim aşkı yaşadıkları köyde dilden dile yayılmayı başlamıştı. Herkes bu ikiliden bahsediyor onların sevdasına imreniyorlardı. Çünkü bu ikili bugüne kadar bu köyde kimsenin yapamadığı yapmışlardı. Öyle güzel anlaşıyorlardı ki ne yalanlar ne iftiralar ne de fitneci kadınların sözlerine takılmıyorlardı. Çıktıkları yolda sarsılmaz bir irade ile yürümeye devam ediyorlardı.
Günler bu şekilde geçe dursun Neriman’ın üstüne Neriman’ın haberi olmadan yapılan planlar, bu sevdayı her an sonlandırabilirdi. Selim çalan telefonunu açtığında duydukları karşısında şok olmuş ne yapacağını bilememişti:
-Selim akşam beni istemeye geleceklermiş.
-Ne?
-Beni istemeye geleceklermiş ve annemde bu işe razı.
-Ne demek annem bu işe razı? Olmaz öyle şey.
-Ben razı değilim ama babam ne der bilmiyorum.
-Gelenler kim?
-Senin çok sevdiğin Fatma ablanın yeğeni…
Selim’in artan sinir katsayıları her türlü deliliği yaptıracak cinstendi. Hemen Şener’i aramış ve mekâna geçmesini söylemişti. Dostuyla oturup bir çare bulmak zorundaydı. Sevdiği kadının ellerinden kayıp gitmesini izleyemezdi. Hızlı adımlarla eve gitti. Üstünü değiştiği sırada yanına gelen annesi:
-Hayırdır oğlum bu ne telaş?
-İşim var anne.
-Ne işin var?
-Anne. Neriman’ı istemeye geleceklermiş.
-Gelsinler sana ne? Ben de seninle o konuyu konuşacaktım. Fatma ablan geldi bugün. O kız iyi bir kız değilmiş. Selim uzak dursun bu kızdan dedi. İnsanın başını belaya sokar böyle kızlar dedi.
-Fatma abla mı dedi bunu?
-Evet oğlum. Babanda uzak dursun dedi.
-Peki bu kız bu kadar kötü ise neden kendi yeğenine istemeye gidiyor?
-Nasıl yani?
-Boş ver anacım konuşuruz dedikten sonra annesinin yanaklarında öpmüş ve hışımla çıkmıştı evden.
Dostunun yanına giderken aklında parçaları birleştirmeye başlamıştı. Bir kadın Selim’in annesine gelip Neriman hakkında konuşuyor türlü iftiralar atıyor ve sonra kızı kendi yeğenine istemeye gidiyor. Bu nasıl bir saçmalıktır diye düşünürken Şener ile buluşacakları yere ulaşmıştı. Her zaman ki gibi dostu önceden gelmiş kendisini bekliyordu. Bir solukta olanları anlattıktan sonra neler yapacaklarını düşünmeye başlamıştı Selim. Eğer babası verirse Neriman saygısından dolayı karşı gelmezdi babasına. Bu işi başka türlü halletmesi gerekiyordu.
-Kalk Şener Fatma ablaya gidiyoruz.
-Delirme lan ne yapacaksın orada?
-Konuşacağım.
İki dost ne yapacaklarını bilmez bir vaziyette kendilerine çizilen yola koyuldular. Selim bir şeyler düşünüyordu. Şener ise Selim’in bir delilik yapacağından korkuyordu. Fatma kadının evinin önüne geldiklerinde Şener’in heyecanı tavan yapmış haldeydi. Selim zile bastığı sırada:
-Yanlış yapıyorsun Selim dedi Şener.
-Oğlum konuşacağım sadece.
-Ne konuşacaksın
-Görürsün dediği sırada kapı açılmıştı. Kapıyı açan Fatma kadının ta kendisiydi.
-Abla ben sana ne yaptım?
-Ne oldu oğlum?
-Sen annemlere Neriman’ın çok kötü bir kız olduğunu söylemişsin ama yeğenine istemeye gidiyormuşsun dediği sırada Fatma kadın kapıyı kapatmıştı. Bu hareket karşısında sinirden deliye dönen Selim kapıyı yumruklamaya ve bağırmaya başlamıştı. Şener dostunu zorla zapt etmiş ve uzaklaştırmıştı oradan.
-Gel Selim gel. Benim aklıma başka bir fikir geldi.
-Ne geldi?
-Otur anlatacağım. Ama sakin sakin dinle parlama hemen dedikten sonra aklına geleni anlatmaya başladı Şener. Fikir Selim’in hoşuna gitmişti. Neriman’ı aramış ve ona da anlatmıştı yapacaklarını.
İki dost önce Neriman’dan haber bekleyeceklerdi. Belki de olmayacaktı bu iş. Ama eğer babası verirse o zaman damat adayından çözeceklerdi işi. Yapabilecekleri başka da bir şey yoktu aslında. Akşama gelecekti talipliler. İki dost Neriman’ın evinin olduğu sokakta beklemeye başladılar. Şener ufak bir hazırlıkta yapmıştı ama dostunun haberi yoktu. Heyecanlı ve tedirgin bir halde beklemeye koyulmuşlardı. Zaman sanki geçmiyor Selim bir saniye dahi yerinde duramıyordu.
Beklenen telefon gelmiş ve Selim’in korktuğu gelmişti başına. Babası vermişti Neriman’ı. Dostunun yüzüne baktığında Şener’in gördüğü tek şey sinirden kıpkırmızı olmuş bir çift göz olmuştu. Selim’i sakinleştirmek için;
-Selim konuştuklarımızı unutma. Bu işi elemandan çözeceğiz demek ki. Sakin ol ve şamatayı izle şimdi. Gözünü seveyim bir delilik yapma.
-Ne şamatası.
-Sana bir sürprizim var dostum. İzle ve gör. Ama bir yere saklanmamız lazım dedikten sonra uygun bir yer aramaya başladı. Selim merakla dostunu takip ediyor ve söylediklerini harfiyen yerine getiriyordu. Kendilerine güzel bir yer bulduktan sonra misafirlerin evden çıkmasını beklediler. Selim meraklı bir halde:
-Şener ne yapıyoruz biz.
-Sadece izle Selim. Madem kızı verdiler kutlama yapmak lazım dimi. Öyle boş boş kız mı alınır?
-Ne diyorsun lan sen? Dediği an da misafirlerin evden çıktığını görmüşlerdi.
-Hemen bir sigara yak diyen Şener ceketinin cebinden onlarca torpil çıkarmış ve dostuna göstermişti. Neşesi yerine gelen Selim hemen bir sigara yakmıştı. Kapının önünde vedalaşan misafirler başına geleceklerden habersiz birbirlerine güzel sözler söylerken ilk torpilin yanlarında patlamasıyla neye uğradıklarını anlamışlardı. Şener peş peşe yaktığı torpilleri kalabalığın ortasına doğru atarken Selim ise:
-Gevura atar gibi at dostum derken kahkahalara boğuluyordu. Seslerden dolayı balkona çıkan Neriman da gördükleri karşısında kahkahalar atmaya başlamıştı. Kapı önünde vedalaşanların hepsi çil yavrusu gibi dağılmışlardı. Kimse neler olduğunu anlamıştı. Sadece Fatma kadın bunu kimin yaptığını biliyordu. Kahkahalar atan Neriman balkondan Şener ve Selim’in saklandıkları yeri keşfetmiş ve güzel gözlerini Selim’e dikmişti. Sevdiği kadın ile göz göze gelen Selim birkaç el kol hareketi yapmıştı ama Neriman anlamadı ne demek istediğini. Son bir bakış attıktan sonra içeriye girerken:
-Deli. Hem de zır deli. Dostu da ondan geri kalmaz. Gerçi deliye akıllı mı denk gelir diye mırıldandı tebessümler eşliğinde.
Herkes evinin yolunu tuttuğu sırada iki dost hala kahkahalar atarak evlerine doğru ilerliyorlardı. Selim:
-Ya Şener böyle bir günde beni bu kadar eğlendirdin ya ben ne diyeyim sana sağ ol dostum.
-Ayıpsın kardeşim. Daha ben o dingile neler yapacağım bak gör sen.
-Ne yapacaksın lan dediği anda telefonu çaldı Selim’in. Arayan Neriman’dı. Dostuyla el kol hareketleriyle vedalaştıktan sonra evine doğru yürürken:
-Beni bu kadar çok mu seviyorsun dedi Neriman.
-Bilmiyor musun bunu?
-O fikir kimin aklına geldi. Şener’in mi?
-Evet. Haberim yoktu önce şok oldum ama sonra çok eğlendim.
-Ben de valla. Dedi kahkahalar eşliğinde.
-Neriman?
-Efendim… cevabını alan Selim içinden geçenleri söylemeye başladı:
İki kelimedir duyguları anlatan,
İki gözdür yürekleri bağlayan,
İki yürektir insanları tamamlayan,
Hep ben mi olacağım ağlayan?
Sevgilim biz İstanbul gibiyiz,
Sen bir yanda, ben bir yanda,
Birbirimizi tamamlıyoruz, ikimiz,
Her gece sen varsın rüyamda…
Nasıl yaşar İstanbul diğer yarısı olmadan?
Anadolu yakası, Avrupa’ya bakmadan,
Sevgilim biz İstanbul gibiyiz,
Yaşayamam yanımda sen olmadan…
Duyguları anlatan iki kelimedir sadece,
Seni düşünür, seninle uyurum her gece,
Sensiz hayatım bir bilmece,
Hep ben mi olacağım ağlayan?
Koca İstanbul iki kıta,
Ve iki kelimedir duyguları anlatan,
İnan sevdiceğim sensin varda, yokta,
Bu kelimelerdir duyguları anlatan…
Seni seviyorum…
* * *
Selim’in dalgınlığı Neriman’ın ruhu okşayan sesi ile geçmişti. Kafasını kaldırdığı an sevdiği kadının güzel yüzünü tebessümler eşliğinde karşısında bulmuştu. Kalbi yine ne yaptığını bilmez halde saçma sapan çarpmaya elleri istemsizce ufaktan titremeye başlamıştı. Rüzgardan saçları karman çorman olmuştu Selim’in. Neriman itina ile Selim’in saçlarını düzeltirken;
-Yine dalmış gitmişsin bir yerlere hayırdır?
-Aklıma Şener’in torpil muhabbeti geldi onu düşünüyordum. Ne gündü ama.
-Evet ya bazen benim de aklıma geliyor. Bir şey sormak istiyorum. Şener’i benden çok sevmiyorsun değim mi?
-Ne desem bilemedim şimdi ama
-Neyse tamam bir şey deme şimdi Şener’i daha çok seviyorum falan dersin dayanamam.
Bu şekilde konuşmaları sürüp gitmişti el ele yürümeye başladıkları yolda. İkisi de gayet mutlu gayet huzurluydular. Neriman’ın kalbi de ritmini şaşırmıştı ne yaptığını galiba kendisi de bilmiyordu. Uzun süre el ele konuşmadan yürümüşlerdi. Ama Sener’in bulduğu bazı çözümler dostunun başına dert olacaktı. Aylar önce Neriman’ı istemeye gelen ve Şener’in planlarıyla bu sevdadan vazgeçen Halil bu güzel anları sonlandırmaya kararlı gözüküyordu.
-Vay çifte kumrular buradaymış sesiyle baktıkları yönde gördükleri Halil ve yanındakiler yavaş yavaş kendilerine doğru yaklaşmaktaydı.
-Neriman otobüse git hemen dedi Selim Neriman’ı arkaya doğru iterken.
-Hayır gitmem bir yere. Seni bırakmam.
-Neriman git dedim.
-Selim kaç kişiler baksana.
-Lan dellendirme beni kaybol diye bağırdığında Neriman biraz geriye doğru gitmiş ama oradan ayrılmamıştı.
Halil’e doğru dönen Selim:
-Ne o lan abilerini mi topladın geldin demişti alay edercesine.
-Şener yok bu sefer yanında, siz ayrılmazdınız normalde.
-Bedenler ayrı olsa da ruhlar birdir. Ne istiyorsun.
-Hiçbir şey güzel bir dayak atıp gideceğiz.
-Hadi bakalım delikanlılar, başlayalım o zaman diye Selim, Halil’e kitlenmiş bir vaziyette atılmıştı kalabalığın içine. Neriman olanları uzaktan izliyor ve gözyaşları içinde bağırıyordu. Dalaşma fazla uzun sürmemişti. Selim sağlam bir dayak yemişti beş kişilik guruptan. Halil ise Selim’den daha zararlı çıkmıştı bu kavgadan. Çünkü gurupta ki herkes Selim’e, Selim ise Halil’e vurmakla uğraşmıştı. Koşarak sevdiği adamın yanına gelen Neriman gözyaşları içinde sarıldı Selim’e:
-İyi misin bir şeyin var mı?
-İyiyim merak etme ben sana git demedim mi?
-Gidemezdim ama nasıl gideyim. Bu sana neden saldırdı Selim.
-Şener sağ olsun dedi gülerek.
-Nasıl yani anlamadım?
-Anlatırım bir ara. Ah ne dayak yedim ama dedi gülmesi devam ederken. Selim’in bu neşeli haline Neriman da gülmeye başlamıştı.
-Benim için dayak yermiş derken çocuk taklidi yapan Neriman’a baktı Selim uzun uzun. Sonra toparlandı ve kalktı. Neriman’ın yardımıyla üstünü başını düzelttikten sonra bir banka oturdular ve Neriman peçete ile Selim’in yüzünde ki kanları silerken sordu:
-Şener bu halini görünce ne diyecek acaba?
-Ne diyecek yapana sövecek bol bol. Bide kendine.
-Neden kendine sövecek. Siz ne yaptınız bu Halil’e.
-Baban seni verdi ya.
-Evet
-Ben ortalığı karıştıracaktım. Şener mani oldu bana. Bu işi Halil ile çözeceğiz dedi. Ertesi gün Halil’i bindirmiş arabaya getirdi bizim mekâna. Ben hiçbir şey yapmadım ama dedi gülerek. Neriman heyecandan nefes almadan dinliyordu sevdiği adamı.
-E sonra ne oldu diye sordu.
-Bu manyak Halil’i oturttu önünde. Sekiz on tane torpili bağlamış birbirine. İp ile takmış çocuğun boynuna.
-Halil bir şey yapmamış mı?
-Şener’e mi?
-Gerçi ne yapabilir? E devam et.
-Neriman’dan vazgeçeceksin. Yoksa dinime imanıma yakarım fitili diye tehdit etti. Halil önce kabul etmedi inat etti. Şener de yaktı fitili. Ben araya girmeye çalıştım ama engel oldu bana. Halil başladı ağlamaya. Yalvardı söndür şunu diye ama Şener oralı olmadı. Meğerse torpilleri içi boşmuş. Orada çok iyi ders verdi Halil’e.
-Bu yüzden vazgeçti demek. Ben tahmin etmiştim ama böyle bir şey düşünmemiştim. Aslında hak etmiş. Ama senin yediğin dayağı da Şener hak etmiş. Yapılır mı öyle.
-Ne yapsaydık Neriman? Elimizden bu geldi.
-E dayağı yedin ama Şener yüzünden.
-Ha o ha ben ne fark eder. O da benim için yaptı böyle bir deliliği. Aramızda kalsın benim yüzümden çok dayak yedi Şener dedi gülerek.
Güzel bir gün geçirmişlerdi Neriman ile. Günün sonuna doğru Selim’in başına gelenlere rağmen büyük zevk almışlardı o günden. Selim eve gelmiş üstünü başını değiştirmiş ve dostunun yanına gitmişti. Selim’in suratını gören Şener yine tedirgin vaziyette nefes almadan sıralamışlardı sorularını. Ama dostu hiçbir şey söylememişti. Çok ısrar etmesine rağmen Selim ağzını açmamış, olayı kapatma yolunu seçmişti. Biliyordu eğer söylemiş olsa Şener yine rahat durmayacaktı. Gerçi şu an duracağının da garantisi yoktu. Ama, neyse…
-Selim vallahi sana dalacağım şimdi söylesene lan kim yaptı bunu?
-Ya Şener bir otur hele. Sakin ol be kardeş.
-Ne sakin olacağım lan? Biri beni bu hale getirse sen sakin mi olacaksın.
-Lan ne alakası var susta bir otur artık. İyiyim ben.
-Tamam ama bu mevzu kapanmadı Selim bilesin.
-Tamam kardeşim. Hallederiz.
Bu olayın şimdilik üstünü kapatan Selim biricik dostu ile muhabbete dalmıştı yine saatin farkında olmadan. Sigaralar yine bitmiş tükenmiş ama iki dostun muhabbeti bitmemişti.
-Neriman bugün, beni daha çok seviyorsun yoksa Şener’i mi diye sordu? dedi Selim gözlerinin altından bakarak.
-Sen ne dedin derken Şener kaşlarını çatmıştı çoktan.
-Şener’i dedim.
-Yemin et.
-Seni kimseye değişir miyim ben?
-Kardeşimsin sen benim be Selim.
-Ama Neriman’a bunun muhabbetini yapma tam olarak böyle demedim.
-Onu seçtin dimi lan?
-Yok be dostum. Sen benim ana baba ayrı kardeşimsin. Senin yerin başka Neriman’ın yeri başka.
-Eyvallah öyle olması lazım zaten ama bir seçim yapmak durumunda kalsan beni mi seçersin Neriman’ı mı?
-Lan oğlum başlasın sende ya… Allah öyle bir tercih yapmak zorunda bırakmasın.
Dostunun böyle sorular karşısında terlediğini gören Şener çok mutlu oluyordu. Çünkü Selim ne Şener’den nede Neriman’dan vazgeçemezdi. Öyle bir durum olsa ne yapardı bunun cevabını Selim de maalesef bilmiyordu. Bu şekilde Selim’i zor duruma sokmaktan çok zevk alan Şener;
-Çok seviyorsun dimi Neriman’ı diye sordu.
-Evet çok diye cevap verdi Selim.
-Şu adama bakınca pek böyle aşk meşk işleriyle işi olmaz der görende.
-Bu başka bir şey dostum.
-Nasıl başka? diye sormuştu Şener. Güzel güzel açıklamaya başladı dostu:
Aşk, gözlerde şimşeklerin çakmasıyla başlar insanda,
Can damarından daha yakın olur sana,
Anlayamazsın...
Onsuz iken yutkunamazsın, nefes alamazsın,
Yaşayamazsın…
Onu görünce titreme nöbetleri sarar vücudunu,
Ne hayatından çıkarabilirsin onu, ne rüyalarından,
Senin bir parçan olmuştur artık,
O gözlere şimşekleri çakan…
Hep yanında olmasını istersin, ayrı kalmak ölüm gibi gelir sana,
Yanındayken gözlerini kırpmadan onu izlersin,
Gözlerini kırpmazsın,
Çünkü o kısacak an zor gelir sana,
Bir göz kırpmalık an bile görmeden edemezsin onu,
Göz kırpmaya dahi tahammül edemezsin kısacası,
Bakarsın seni etkileyen o iki çift yıldıza,
Ve o iki yıldızda kaybolur gidersin uzaklara,
Nereye gittiğin önemli değildir senin için,
Nede olsa yanındadır ve tadını çıkarmaya bakarsın o anın,
Dünyanın en mutlu insanısındır o zaman,
Bulutlar üstündesin, bulutlardasın…
Aşk, gözlerin gözlerde boğulmasıdır okyanus misali,
Bana bir şey olmaz der, açılırsın enginlere hiç korkmadan,
Ama orada çıkan fırtınadan kurtulan olmamıştır hiçbir zaman,
Gözlere dalıp geri gelen olmamıştır,
Çıkamamıştır oradan,
Kanının son damlasına kadar savaşsan bile,
Kaybedersin o savaşı,
Bu hep böyle olmuştur ve böylede olmaya devam edecek,
İnsanın bile bile ölüme gitmesi gibi bir şeydir,
Karanlıktır, bilmiyorsundur yolu,
Ama o gözler uğruna gidersin,
Gözler, okyanusa çekiyordur seni,
Ölüme çekiyordur,
Sende hiç düşünmeden gidersin…
Nereden mi biliyorum tüm bunları?
Çünkü bende giderdim,
Hiç düşünmeden giderdim hem de
Gittim de zaten,
O yüzden yaşayan bir ölüden farksızım şimdi…
Gittim ya,
O yüzden yaşayan bir ölüden farksızım şimdi…
Farksızım…
-Anladın mı diye sordu Selim.
-Valla tam anlamadım bir ara bir daha anlatırsın.
-Of be Şener amma kafa yapıyorsun benimle diye sitem eden dostuna sarılan Şener;
-Seninle yapmayayım da kiminle yapayım? dedikten sonra gecenin zifiri karanlığında evlerine doğru yol almaya başlamışlardı. Can kardeş tek dostuyla birlikte omuz omuza…
* * *
Selim gece karanlığının içinden sıyrılıp hedefine varmak üzereydi ki arkasından gelen garip seslere dikkat kesildi. Arkasına dönüp baktığında birkaç köpeğin hızla kendisine doğru koştuğu gördü. O anda dizlerinin bağı çözülmüş gibi olmuştu. Yerinden kıpırdayamamıştı. Kısa sürede aklı başına gelmişti ve Selim önde köpekler arka da koşmaya başladılar. Gecenin bir vakti mahalleyi ayağa kaldırmışlardı. Selim bu sayede sahile çabuk ulaşmıştı. Köpek tehlikesinin geçtiğini fark edince bir banka oturdu ve soluklanmaya başladı.
-Koca İstanbul’da bunu da yaşadık ya daha ne olsun dedi kendi kendine gülerek.
Soluklandıktan sonra dolaşmaya başladı sahilde Çavuş’u bulabilmek için. Neredeyse bütün sahili bitirmek üzereydi ki uzaktan sallana sallana gelen Çavuş’u gördü. Çocuklar gibi mutlu olmuştu Çavuş’u görünce:
-Çavuş, Çavuş bende seni arıyordum.
-Gel bakalım delikanlı geleceğini biliyordum.
-Nerden biliyordun geleceğimi?
-Aklında takılanlardan.
-Neymiş benim aklıma takılan?
-Ben dedi Çavuş karman çorman olan sakallarının arasında belli belirsiz gülümserken.
Bu iki yeni arkadaş çimlerin üzerine kurulmuş bir halde muhabbete başlamışlardı. Uzun uzun konuşmalar geçmişti aralarında. Selim Çavuş’un anlattıklarından onun nasıl birisi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gizemli konuşmalar yapan Çavuş’u çözmek hiçte kolay olacağa benzemiyordu. Selim tüm dikkatini muhattabına vermiş pür dikkat dinlemekteydi. Çavuş ise hem konuşmakta hem de elinde ki gazeteye sarılı şişeden içmekteydi.
-E evlat hep ben mi konuşacağım? Sen bir şey demeyecek misin?
-Ne diyeyim Çavuş, senin gibi bir adamın bu hallere nasıl düştüğünü düşünmekten alamıyorum kendimi.
-Evlat bu dünya yalan dünya.
-Onu biliyorum Çavuş.
-Bilmiyorsun bence. Bilseydin şu an buralarda derbeder halde gezmezdin.
-Ne demek şimdi bu? Seni görmek için geldim.
-Beni tanımadan önce ne için geliyordun?
-Kafamı dağıtmak için.
-Ne var o kafanda anlat da ben de bileyim.
-Çavuş ben bir kızı çok sevdim demesiyle birlikte Çavuş Selim’in sözünü kesmiş ve
-Orada dur bakalım evlat. Seni bu hale getiren bu mu?
-Evet daha ne olsun?
-Evlat bu dünyada daha önemli şeyler var. Elin kolun yerinde, bak nefeste alıyorsun. Yürüyebiliyorsun. Daha ne istiyorsun?
-Ama yüreğim param parça Çavuş onu ne yapacağım?
-Sabredeceksin evlat. Zamanla geçecek. Belki unutmayacaksın ama zamanla alışacaksın. İçinde ki o acı senin bir parçan olacak. Sen nereye gidersen o da seninle birlikte gelecek. Ama alışacaksın. Gencecik adamsın. Daha görecek çok şeyin var. İçer misin? Diyerek elinde ki şişeyi uzatmıştı Selim’e doğru.
-Yok sağ ol Çavuş. Ben almayayım. Sen neden bu haldesin?
-Ben neden bu haldeyim? Ben neden bu haldeyim? Şeklinde uzun süre tekrarlamıştı Çavuş bu cümleyi sanki unuttuğu bir şeyi hatırlamak istercesine. Sonra parlak gözlerini Selim’e dikti ve;
- Ya dimdik duracaksın zalimin karşısında,
Ya da kaybolup gideceksin pisliklerin ortasında dedi ve sustu.
Uzun bir sessizlikten sonra Selim yarasını deşmek istercesine sorular sormaya başlamıştı Çavuş’a. Çavuş bu soruların kimisine cevap veriyor kimisine ise çok şiddetli tepkiler veriyordu. Gördüğü tepkiler karşısında Selim yarayı daha çok deşiyor ve Çavuş’un üstüne gidiyordu. En sonunda dayanamayan Çavuş;
-Bela mısın sen çocuk ne istiyorsun benden sana ne benim yaşadıklarımdan bu şekilde devam edeceksen git evine yat bir daha da beni rahatsız etme demişti. Pes etmeye hiç niyeti olmayan Selim ise yüzsüzlüğüne devam ediyordu.
Çavuş sorulardan çok sıkılmıştı ve Selim’in duracağı da susacağı da yoktu. Kalktı yerinden ve ağır adımlarla sallana sallana yürümeye başladı. Arkasından bağıran Selim onu tahrik etmeye çabalıyordu;
-Vay be Çavuş geçmişinden bu kadar mı korkuyorsun? Ben seni görünce yürekli bir adam sanmıştım. Korkağın tekiymişsin sen. Geçmişinden korkan bir adammışsın. Bu sözler üzerine duraksayan Çavuş elindeki şişeyi Selim’e doğru fırlatarak sus lan sus diye bağırmaya başlamıştı. Ama Selim’in inadı Çavuş’u yola getirmişti. Hışımla geldi Selim’in yanına;
-Sen ne diyorsun lan? Sen benim neler yaşadığımı biliyor musun da konuşuyorsun? Bu dünyada sadece kendini mi adam gibi sevdim sanıyorsun? Sen korkundan kaçmış gelmişsin buralara bide bana mı laf ediyorsun diye bağırıyordu Selim’in yakasından tutarken.
-Seni öğrenmek istiyorum Çavuş diyebildi Selim sadece gayet sessiz bir ses tonuyla. Çavuş Selim’in gözlerine dik dik bakarken bir anda yumuşamış ve yakasını bırakarak eski yerine tekrar oturmuştu, savaştan çıkan biri gibi yorgun bir şekilde.
-Evlat. Kendini toparla bir an önce. Seçimini yap. Ya benim gibi olacaksın ya da diğer insanlar gibi. Tercih senin.
-Çavuş anlatırsan dinlerim seni.
-Çok mu istiyorsun anlatmamı?
-Evet.
-Tamam peki ver bakalım bir sigara dedikten sonra yaşlı Çavuş’un gözleri bir noktaya sabitlenmişti. Derin bir nefes çekti emektar ciğerlerine ve başladı anlatmaya:
“Ben bir defa sevdim, adı Efsa,
Eğer sende seviyorsan, sakın bırakma…”
İşte böyle diyordu,
“Bırakma” sözü koparken dudaklarından,
Sanki yer gök titriyordu efkarından,
İşte böyle diyordu,
O saçı sakalı birbirine karışmış, üstü başı perişan adam…
Yol kenarında oturmuş dertli dertli düşünürken gördüm onu,
Sigarasını öyle bir çekiyordu ki,
İlk kez ben onda gördüm bu denli kahroluşu…
Yol kenarında gördüm onu,
O adamda bir farklılık vardı,
Yanına oturduğumda anladım, o sırılsıklam aşıktı…
Dedim nedir seni bu hale düşüren? Nedir seni perişan eden?
Dikti kara ve kapanan gözlerini gözlerime, korktum,
Korkma dedi, korkma,
Çünkü bende bir zamanlar kaybetmekten çok korktum,
Ve devam etti…
Ben bir defa sevdim çocuk, adı Efsa,
Eğer gönlüne biri girerse bir gün, onu sakın bırakma,
Bak o beni unuttu, ben söküp atamadım hala…
O’da beni seviyordu, bundan emindim,
Ama gel gör ki ben sadece kaderime yenildim,
Çocuk ben bir defa sevdim…
Vermediler işte ne yapayım, beni ona layık görmediler…
Gençlik yıllarıydı,
Aslında hayatın tam da başlarıydı,
O’nu ilk gördüğüm an, beni titreten kalp atışlarıydı,
Tutulmuştum O’na, vurulmuştum, hapsolmuştum,
Sanki ben onda kaybolmuştum,
Bana öyle bir bakışı vardı ki çocuk,
Ben bu dünyada O’nun için var olmuştum,
Gittim, hep peşinden gittim, hiç pes etmedim,
Çocuk ben bir defa sevdim…
Gizli gizli görüştük, O’da sevdi beni,
Amma ölümüne sevmek bile vuslat için yetmedi,
Vermediler işte vermediler, beni O’na layık görmediler…
Hiçbir şeye gücenmedim,
Hiçbir şeye yenilmedim,
Ümidimi hiç kaybetmedim,
O’nu beklemek için kendime hep söz verdim,
Ama O başka bir gönle girdiği gün,
Herkes için düğün, benim için ölümdü…
Yapamadım be çocuk yapamadım,
Onu çıkarıp gönlümden, yokluklara atamadım…
Perişan oldum, yalan oldum,
En sonunda kendimde O’nu buldum,
Benliğimi terk ettim,
Kader, yolumuz düştü buralara,
Kötü günler gelir aklıma, efkarlanırım ara ara,
İşte görüyorsun ya,
Bir elimde şarap, diğerinde sigara,
Önümde Haliç, sırtımda ise hiç kapanmayan yara…
Gözleri dolmuştu bir anda,
Yüzünde süzülen saçları ıslanmıştı,
Benimse kalbime sanki hançer saplanmıştı…
Sordum ona adın nedir?
Dedi bir kül bir duman…
Sordum ona onca senedir nasıl unutmadın?
Aldığım yanıttan sonra ben utanmaya utandım,
Ben adamı değilim gündelik sevdaların,
Çocuk, sen unutmayı o kadar kolay mı sandın?
Ben bir defa sevdim, adı Efsa,
Eğer sende seversen bir gün böyle birini,
Sakın ha sakın, sakın bırakma…
-Oldu mu lan şimdi? Anladın mı beni? Senin geçtiğin yollardan ben geçeli yıllar oldu. O yüzden diyorum sana ben gibi olma diye. Çünkü ben sevdim seni delikanlı derken buğulu gözlerinden akan yaşlar, kirli yüzü ve sakalında iz bırakmıştı. Çavuş’un ağladığını gören Selim -Özür dilerim Çavuş diyebildi sadece.
-Gerek yok çocuk özür dileme. Ama topla kendini. Aşk dediğin meret nicelerini bu hale düşürdü sende yenilme.
-Eyvallah Çavuş diyen Selim bir sigara daha uzattı ve ikisi de sabaha kadar o bankta hiç konuşmadan öylece oturdular.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ayrıldılar birbirlerinden. Selim Çavuş’u üzdüğünün farkında olduğundan gönlünü almak için çok uğraş vermiş ve sonunda başarmıştı. Çavuş ise uzun yıllar sonra kendisine böyle davranan bir arkadaş edinmemin mutluğu içindeydi.
-Tekrar geleceğim Çavuş’um. Seninle daha işim bitmedi.
-Hadi oradan evlat ne işin olur benimle.
-Çok işim var seninle Çavuş. Allah’a emanet ol.
-Sende.