- 803 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aşkı Çöpe Attım - Bölüm 6 (Gözlerin)
Şehrin üzerine karanlık çökmeye başlarken ve şehir için için ağlarken, Selim bir an evvel arkadaşı Hasan ile beraber yaşadığı eve varabilmek için koşar adımlarla yürüyordu yolda akan sulara acımasızca basarken. Sırılsıklam olan ceketinin cebinden anahtarını çıkarabilmek için uzun süre uğraştıktan sonra, amacına ulaşmış ve sonunda evine girebilmişti. Hemen ıslak elbiselerini değiştirip, eline ilk geçirdiği battaniye ile ısınmaya çalışıyor ve uzandığı yerde sıtma tutmuş gibi titriyordu. Hasan henüz eve gelmemiş ve hiç bir haber de etmemişti Selim’e. Arkadaşını merak etmişti Selim ama elini telefona uzatacak hali kalmamıştı. Bu düşünceler eşliğinde yumdu yağmurdan ve yorgunluktan ağırlaşan gözlerini, uyandığında titremesinin geçmiş olmasını ümit ederek.
Hasan Selim’e el uzatıp, evine aldıktan sonra, kendi çalıştığı yerde arkadaşına da bir iş bulmuş ve bir nebze de olsa Selim’in hayata tutunmasını sağlamıştı. Selim yeni işinde gayet başarılı ve gayretli bir grafik çiziyor, Hasan ise bu durumdan ötürü hem gurur duyuyor hem de arkadaşına yardımcı olabilmenin mutluluğunu yaşıyordu. Selim’in kendisi ile verdiği bu acımasız savaşta arkadaşının yanında saf tutup, savaşta muzaffer olması için elinden gelen her şeyi yapmayı da kafasına koymuştu. Fakat geldiği günden bu yana bir türlü oturup uzun uzadıya muhabbet etme fırsatı bulamamışlardı.
Bir süre sonra eve gelen Hasan arkadaşının halini görünce ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette evin içinde koşturuyor ve elindeki telefonda birisinden ne yapması gerektiğini öğrenmeye çalışıyordu. Selim’in alnına elini dokundurup ateşine baktığında daha da bir artıyordu telaşı. Telefonda aldığı bilgileri hayata geçirmek için hemen mutfağa gidip bir kaba su doldurdu Hasan ve bir bez bulup ıslatıp koydu Selim’in alevler içinde yanan alnına. Ama Selim’in ateşi o kadar yüksekti ki, koyduğu bez kısa sürede kuruyor, Hasan ise ıslatıp tekrar geri koyuyordu ve Rabbine dua ediyordu, Selim’in başucunda nöbet tutarken. Ateşi düşürmek için her yolu deneyen Hasan, Selim’in gözlerini açmasıyla başarılı olduğu anlamış bir vaziyette sarıldı arkadaşının eline ve;
-Selim iyi misin? dedi. Selim’in konuşmakta zorluk çektiği fark ettiği an hemen kalkıp bir bardak su verdi arkadaşına ve içmesi için sırtından destek oldu.
-Hasan’ım Allah razı olsun senden dedi çıkmayan sesiyle.
-Senden de Selim, şimdi dinlen biraz ben buradayım.
-Senin hakkını nasıl öderim ben?
-Selim düşünme böyle şeyleri, ben ateşlensem sen yapmaz mısın aynısını?
-Elbette yaparım.
-O zaman sus ve dinlenmene bak diyen Hasan’a zorlada olsa gülmeye çalıştı Selim ve tekrar yumdu gözlerini alevler içine. Arkadaşının bu haline dayanamamıştı Hasan, kaşla göz arasında eczaneden ateş düşürücü almış, sonrasında güzel bir çorba yapmış, sofrayı hazırlamış ve rahatsız etmek istemediği arkadaşının uyanmasını beklemeye koyulmuştu. O sıra da Selim’in sayıkladığını duydu ve dediklerini anlamak için kulak kabarttı. Tam anlaşılmasa da Selim’in, güzel gözlerin, gözlerin dediğini anlayabildi sadece ve bekledi.
Selim gözlerini açtığında, sabah ezanı okunmak için saniyeleri sayıyordu. Hasan’ı baş ucunda uyumuş vaziyette görünce, kendisini yakan ateşten, kat kat fazlası yaktı yüreğini. Arkadaşını uyandırdı yatağına yollamak için ama Hasan Selim’in uyandığını görünce, kalktı ve hemen çorbayı ısıtmak için koştu mutfağa.
-Sen şimdi çorbayı iç, sonra ateş düşürücü içeceksin.
-Hasan dedi Selim, hem minnettar hem mahcup bir vaziyette.
-Selim itiraz yok iç çorbanı.
-Yarın işe nasıl gideceksin Hasan?
-Aynı kaderi paylaştığım insan için bir gün uykusuz kalmışım çok mu Selim?
-Eyvallah diyen Selim yudumlamaya başladı çorbasını. Sonrasında arkadaşının verdiği ateş düşürücüyü de içtikten sonra yattığı yerden doğruldu ve sırtını dayadı yastığa. Selim’in kendisine gelmesine sevinen Hasan arkadaşına takılmak için,
-Rüyanda gözlerin, güzel gözlerin diye sayıklıyordun, çok mu güzeldi gördüğün gözler dedi. Bu soru üzerine düşünmeye başlamıştı Selim. Kısa bir süreden sonra,
-Evet. Gördüğüm en güzel gözlerdi. Yani bana göre.
-Herkesin sevdiği, kendine kusursuz gelir.
-Haklısın. Ama kusur sevende mi, sevilende mi? Olanları biliyorsun dedi Selim. Arkadaşının dolan gözlerini görünce konuyu değiştirmeye çabalasa da başarılı olamadı. Bir süre kendi değerlendirmelerini yaptıktan sonra,
-Gözlere gelince, Neriman’ı ilk gördüğümde gözleri aklımı başımdan almıştı dedi.
-Biliyorum. Anlatacak mısın peki?
-Bu saatte mi?
-Anlat be Selim, battı balık yan gider. Anlat sonra da kalkıp işe gidelim dedi halleriyle alay edercesine. İkisi de o geceki hallerine güle dursun, Neriman ile ilk tanıştığı anı tekrar yaşamaya başlamıştı Selim, gülmeye bir ara verip.
* * *
Hava henüz aydınlanmamıştı köyün horozları avazı çıktığı kadar çığlık atarken. Sıcacık yatağından çıkmak istemese de Selim, dostu Şener’e verdiği sözden dolayı kalkmak zorunda hissediyordu kendini. İki dost bugün Konya merkeze gidip, Hz. Mevlana ve Şems hazretlerini ziyaret etmek için, bir hafta önceden sözleşmişlerdi ve verilen sözden asla dönülmezdi bu topraklarda. Anadolu insanını böyle tanımıştı dünya. Zar zor yatağından çıkan Selim, buz gibi odada titreye titreye hazırlanmaya koyulmuştu. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra botlarını giymiş, durağa geçmiş ve beklemeye başlamıştı, kendilerini aşka götürecek minibüsü. Bu soğuk havada minibüs beklemek gibi başka bir işkence olabilir miydi acaba dünya üzerinde diye düşündü Selim, titrek ellerinde tuttuğu, sona yaklaşan sigarasını ciğerlerine çekerken. Minibüsün gediğini görünce çocuklar gibi sevinmekte, pek de haksız sayılmazdı aslında. Şener, Selim’den önce binmişti minibüse ve arkadaşının yerini de ayırmıştı.
-Hava buz gibi, biz akıllı mıyız Şener? dedi dostuna, ellerini ağzından çıkan sıcak havayla ısıtmaya çalışırken.
-Neden ne oldu?
-Akıllı adamın bu hava da işi ne dostum?
-Aman be Selim, hiç bir şeyi beğenmiyorsun.
Tam bu konuşmalar esnasında, duran minibüse binen, dünyalar güzeli kıza takılmıştı iki dostun gözleri. Şener ilk defa gördüğü kişiye, kim olduğunu merak ettiği için bakıyor, Selim ise bir anda yüreğini tutuşturan, yıldız gibi parlayan o güzel gözlere bakıyordu. Şener dostunun halini anlamış ve kendisini toplaması için dirseğiyle, dürtmüştü. Kendine gelen Selim, ne oldu dercesine baktı dostunun gözlerine ve işaretler ile birbirlerine bir şeyler anlattılar. O sırada minibüse binen yaşlı teyzeyi fırsat bilen Selim, hemen oturduğu yerden kalkıp teyzeye yer vermiş ve tanımadığı güzel gözlü kızı rahatça görebilmek için en uygun yere konuşlanmıştı. Şener dostuna şaşkınlıkla bakıyor ve Selim’in bu davranışlara anlam veremiyordu. Çünkü yıllardan beri bir sofrada yemek yediği dostunu ilk kez böyle görüyordu.
Selim yol boyunca gözlerini alamamıştı ilk defa gördüğü o yabancı kızdan. Kimdi? Kimlerdendi? Hiç bir bilgisi yoktu, belki de minibüsten indikten sonra bu kızı bir daha hayatında hiç görmeyecekti. Ama ne olursa olsun gördüğü o gözleri, aklından bir daha hiç silemeyecekti. Arada göz göze geldikleri yabancının dikkatini çekebilmek için, elinden gelen her şeyi yapıyordu Selim. Minibüstekilere fıkralar anlatıyordu bir yandan, bir yandan da ücretlerin toplanmasına yardımcı oluyordu. Tabi dostu Şener’e takılmadan da edemiyordu ama minibüsteki herkesin güldüğü esprilerine, yabancının gülmemesi de canını oldukça sıkmıştı. Selim bu güne kadar hiç kimseyi sevmemişti, kimseye aşık olmamıştı, o yüzden kızlarla arasına her zaman aşılması zor engeller koymuştu. Yolculuk sırasında çok kez göz göze geldiği yabancının gözleri, Selim’in içine bir ateş salmıştı ki, sabah donan vücudu, alevler içinde yanıyordu şimdi. Yol boyunca devam etmişti bu durum ve yolun sonu gelindiğinde bir acı hissetmişti kalbinde Selim. Herkes minibüsten inmiş ve farklı yönlere doğru ilerlemeye koyulmuştu ama Selim ne tarafa gitmesi gerektiğini bilemediği için, yabancının gözden kaybolmasına karşı koyamamıştı. Heyecan içinde dostu Şener’e döndü,
-Şener tanıyor musun kim bu?
-Bilmiyorum ki.
-Öğrenmemiz lazım Şener, bir şekilde öğrenmemiz lazım.
-Tamam bir sakin ol, akşam dönüşte, indiği yerde iner hangi eve girdiğine bakarız. Kim olduğunu anlarız.
-Tamam dostum öyle yapalım.
-Yalnız hayırdır? Sen pek sevmezdin kızları?
-Kim demiş onu? dedi sevinçten çocuklar gibi havalara uçarken. İki dost şen şakrak gezmeye koyulmuşlardı, Selçuklu İmparatorluğun başkenti, dünya gezilse dahi görülecek tek kenti, Konya’yı.
Önce bir güzel karınlarını doyurmuştu iki dost ve çay faslında sigara eşliğinde muhabbet etmeye koyulmuşlardı. Sabah buz gibi olan hava bu saatler de biraz daha ısınmış ve tam gezmelik bir şekil almıştı. Önce "Ne olursan ol yine gel" diyen Hz. Mevlana’nın türbesini gezmişler ve sonra aşkın temsili Hz. Şems’i. Dualar etmişlerdi gelecekleri için, hayırlı bir hayat için. Ama Selim bugün gördüğü bir çift gözü bir daha görmek için daha fazla dua etmişti. Akşama kadar gezen iki dost dönüş için minibüse doğru yola koyulduklarında, Selim koşar adımla gidiyordu, minibüse bir an önce varabilmek için. Dostunun hızına yetişemeyen Şener,
-Ok misali bu ne Selim, biraz yavaş ol.
-Görmem lazım o gözleri Şener. Onlar benim kaderim.
Bu şekilde konuşarak vardılar kalkmak üzere olan minibüse ve hemen bindiler. Selim tüm koltuklara göz gezdirdikten sonra, aradığının orada olmadığı fark etmiş ve tüm hayallerini birer birer yıkmıştı zihninde. Görmek için tutuştuğu gözlerin sahibi yoktu dönüş yolunda. Şener’e dönerek,
-Ben ne yapacağım şimdi?
-Saçmalamayı bırakacaksın. İlk defa gördüğün birini niye bu kadar düşünüyorsun?
-Gözleri beynime işledi Şener.
-Boş ver.
İki dost Konya’dan dönmüş, günün yorgunluğunu atmak için evlerine geçmişlerdi. Selim harıl harıl yanan sobanın yanına yatmış ve ceylan gözü kızı düşünmeye koyulmuştu. Hiç tanımıyordu, hayatında ilk defa görmüş ve bir daha görüp görmeyeceği bile belli olmayan bu kızı bulması gerektiğini düşünüyordu. Bu güne kadar kalbi hiç böyle hızlı çarpmamış, böyle güzel duygular gönlünde hiç yeşermemişti.
-Galiba aşık oldum dedi kendi kendine hayallerine gülümsemesi eşlik ederken. Aşık olmuştu evet, ama imkansıza yakın bir aşktı bu. Belirsizliklerle aşık olmak, aşkların en zoruydu çünkü ve Selim her zaman olduğu gibi, aşkta da zor olanı seçmişti. Hayaller içinde, sobanın sıcaklığına bıraktı kendini ve gözleri kapandı yavaş yavaş.
Bir anda gözleri açılan Selim, karanlıkta farklı farklı şekiller görüyordu. Gözünü bir süre kapalı tutup tekrar açtı şekillerin kaybolması için ve yatağından kalkıp karanlık oda da ışığı yakmak için ilerlemeye başladı. Ortalık aydınlandığında kafasında gezinenleri dışarı atmak için, önce bir bardak su içmiş ve hemen bir kalem ile kağıt almıştı eline. Selim kendinde ki halin ne olduğunu kestiremese de içinden geleni yapacaktı. İlk defa bir şeyler yazmak istemişti, gördüğü güzel gözleri daha fazla içinde tutamayacaktı. Hiç bir derdini ve sevincini de kimseye anlatmaz sadece Şener’e anlatırdı. Ama bu konu da biricik dostu, kendisiyle dalga geçtiği için bu yola başvurmuştu. Kalem ve kağıt ile oturdu baş köşede ki sedire ve sobanın altına yansıyan ateşin ışığını seyretmeye koyuldu. Turuncuya yakın bir renk yansıyordu sobanın altına ama, Selim orda yabancı kızın gözlerini görüyordu sanki ve bir hayale karşı kıpırdattı dudaklarını bilinçsizce.
Yayından fırlayan ok misali,
Gözlerime saplandı gözlerin,
Yerinde duramayan çocuk misali,
Kalbimi yerinden oynattı gözlerin…
İstanbul bulamıyor derdime çare,
Hayatım bir anda oldu virane,
Gören diyor bana deli divane,
Beynime şimşeklerini çaktı gözlerin…
Kandı gözlerim gözlerine kandı,
Yüreğim cayır cayır uğrunda yandı,
Zannetme ki damarlarımda dolaşan kandı,
Beni benden aldı zalim gözlerin…
Saldın gönlüme tatlı bir acı,
Ne zaman yapmadım seni ben baş tacı?
Gözlerindir inan derdimin ilacı,
Yüreğimi param parça etti gözlerin…
Gözlerini aklımdan bir türlü silemedim,
Yalanmış söylenen bütün sözler bilemedim,
Derdimden, kederimden ben hayatı bile sevemedim,
Beni hayata düşman etti gözlerin…
Beni benden aldı, başka diyarlara saldı gözlerin…
Selim bu yazdıkları karşısında şaşırmıştı. Bir kaç defa okudu kağıtta yazanları ve kendi kendine gülümsedi.
-Aşka giderken aşkı buldum.
Evet, aşkın öğretmenleri Hz. Mevlana ve Hz. Şems’i ziyarete giderken bulmuştu, kendi aşkını. Ve bu karşılıksız aşk, ilk şiirini yazdırmıştı Selim’e. İçindeki hisleri ilk kez hissettiği için bu yolun yeni yolcusu sayılırdı. Aşka varmak için önce yanmak gerekir demişti büyükler. Yabancının gözlerinde yanan Selim, sabah ezanının hoş sedasını duyunca pencerenin yanına geçmiş ve dinlemeye koyulmuştu, insanın içine huzur veren ezanı ve içine düşen ilhamla kalktı yerinden. Uykusu çok ağırdı aslında Selim’in ama gönle aşk, kulağa seda düşünce uykunun bir önemi olmadığını anladı. Abdestini aldıktan sonra evinden çıkmış ve cemaatteki yerini almıştı.
Güneşin doğmasıyla beraber heyecan içinde aradı dostu Şener’i ve mekanlarında buluştular. Uykusundan uyandırdığı dostu, meraklı bir şekilde gelmişti Selim’in yanına.
-Ne oldu Selim? Hayırdır sabah sabah?
-Gel dostum gel diyen Selim, şiirini uzattı dostu Şener’e. Şener şiiri okuduktan sonra,
-Bu ne şimdi?
-Şiir yazdım dostum. Beğenmedin mi yoksa?
-Selim sen kafayı yemeye başladın biliyorsun değil mi? diyen Şener, kağıdı dostuna verip evinin yolunu tutmuştu. Selim’in heyecanlı telefon konuşmasından dolayı, korkmuştu Şener ve önemli bir durum olduğunu zannedip koşarak gelmişti. Ama Selim’in bir şiir için kendisini çağırdığı görünce sinirlenmeden de edememişti. Mırıldana mırıldana giderken Şener, arkasından bağıran Selim’in sesine kabarttı kulaklarını.
-Sen şiirden ne anlarsın? Duygusuzun tekisin Şener diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu Selim.
-Ah benim tez canlı dostum. İnşallah hayatta her şey istediğin gibi olur. Dengesiz biri de olsan bana ne yakın insan sensin. Kardeşimden daha ötesin. Allah’ım bizim muhabbetimizi hiç bozmasın ve bizi Mevlana ile Şems misali eylesin diye dualar içinde uzaklaştı dostunun yanından. Şener’in fırçasından sonra kağıdı cebine atan Selim de, yürümeye başladı dostunun gittiği yöne doğru. Bu iki dost kavga etseler de asla ayrılamayacaklarını ve birbirlerine darılmayacaklarını biliyorlardı. O yüzden rahattı Selim’in içi ve elinden dışarıya taşan telefonuyla aradı biricik dostu Şener’i.
-Size kahvaltıya geliyorum dedi ve kapattı dostuyla alay edercesine.
* * *
Selim anlattıkça gözlerinin içinin parladığını görmüştü Hasan. O kadar heyecanla anlatıyordu ki, sanki o anları tekrar yaşıyordu Selim. Ateşi iyice düşmüş ve normale dönmüştü kötü gecenin sabahına. Hasan saati fark ettiğinde,
-Hadi kalk Selim, hazırlanıp işe gidelim. Sabahı ettik bu şekilde. Akşama kadar baya yoruluruz artık.
-Benim yüzümden sende uykusuz kaldın Hasan. Hakkını helal et.
-Selim kaç defa söyleyeceğim böyle konuşma diye. Biz seninle yoldaşız, kaderimiz bir.
-Eyvallah diyen Selim ayağa kalktı ve hazırlanmak için odasına doğru ilerledi, İstanbul sokaklarının uğultusu artmaya başlarken.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.