- 2040 Okunma
- 15 Yorum
- 3 Beğeni
İNSANLAR BİLMEDİKLERİ ŞEYLERE DÜŞMANDIRLAR- AŞKIN ŞEHİDİ HALLAC-I MANSUR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İNSANLAR BİLMEDİKLERİ ŞEYLERE DÜŞMANDIRLAR
Hz. Ali- Nehc’ül Belağa
*****************************************
’’Osmanlı Devletinin kurucusu kimdir?’’ Sorusuna cevap veremeyen, soruyu soranın ’’Pek çok devlet, kurucusunun adıyla anılır’’Diye ip ucu verdiği halde hâlâ bön bön bakan insanların olduğu bir ülkede ’’Hallac-ı Mansur’u herkes bilir’’ diyerek yazıma başlamaktan korkmama rağmen mecburen öyle başlayacağım.
Hallac-ı Mansur’u herkes bilir. En azından onun ’’ Enel Hak ’’ dediği için feci şekilde öldürülen biri olduğunu bilmeyen, duymayan yoktur diye düşünüyorum.
İşin aslına bakacak olursanız Hallac-ı Mansur ’’Enel Hak ’’ yani ’’ Ben Hakkım ’’ dediği için öldürülmemiştir.
Peki niçin öldürülmüştür? İşte onu, sonrasında da nasıl öldürüldüğünü anlatmaya çalışacağım.
Yazıyı uzatmamak için Hallac-ı Mansur’un biyografisi üzerinde durmayacağım.
Önce Sehl-i Tüsterî, ardından Amr el Mekkî ve nihayet Cüneyd-i Bağdadî’nin rahle-i tedrisinde yetişen Hallac-ı Mansur ( Tam adıyla : Ebu’l-Muğis Hüseyn b. Mansur el.Hallac el Beyzavi.) daha sonra onlardan ayrılır ve kendi ekolünü kurarak görüşlerini, fikir ve düşüncelerini vaazlar yoluyla anlatmaya başlar. Ancak o diğer sufilerden farklıdır. Her şeyden önce onlar gibi giyinmez. Sık sık inzivaya çekilir ama aynı zamanda ta Hindistan’a kadar gidip Hindu kast sınıflarından pek çok kişiyi Müslüman yapar.
Bazı yerlerde el üstünde tutulsa da bazı yerlerden kovulduğu olmuştur, mesela Kum şehrinden kovulmuştur.
Üç kez hacca gitti. Hicri 294-296 Yılları arasında son haccını yaptığı Mekke’de, Müslümanları kendini öldürmek üzere davet etti. Hakka vuslat yolunda kendini ölü sayarak, sürekli olarak kurban edilmesini istedi. Bu fırtınalı iç dünyası kendisine hem dost, hem de düşman kazandırdı.
Hallacı Mansur’un diğer bir özelliği de, insanlar arasında hiç bir fark görmemesi, herkesin eşit olması gerektiğini savunmasıdır. Ona göre tüm insanlar eşittir ve evrende var olan da herkese eşit olarak dağıtılmalıdır.
İşte bu özelliği de devletin yönetim kademelerinin hoşuna gitmez. Velhasılıkelam mimlenmiştir. Hele bir de ’’ Enel Hak ’’ deyişi yok mu? Öldürülmesi için yetip de artacaktır.
Evet, Hallac-ı Mansur öldürülmelidir ama seveni çok bir insandır. O halde geçerli bir sebep bulmak gerekir.
908 Yılında Hanbeli Ayaklanması çıkıp da Hallac-ı Mansur bu ayaklanmanın kışkırtıcısı olmakla suçlanınca çaresiz Sus şehrine hicret edip saklansa da 913 yılında bir cadoloz kadının ihbarıyla yakalanır ve hapse atılır.
İşte bu hapse atılma olayından sonra yaklaşık dokuz sene sürekli sorguya çekilir.
Ona yöneltilen suçlamaların başında tabii ki hepimizin bildiği ’’ Enel Hak ’’ ifadesi vardır. Hallac’ın ’’ ’’Allahlık ve Peygamberlik iddiasından Allah’a sığınırım. Ben, Allah’a çokça ibadet eden, oruç tutan, onu her an anan birisiyim. Hepsi bu.’’ demesinin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur onu suçlayanlar nazarında. Hatta onun sidiğini insanlara şifa niyetine içirdiğine varıncaya kadar bir sürü şeyle suçlarlar da suçlarlar.
Hallac-ı Mansur, hakkındaki suçlamaları elbette kabul etmedi ve her suçlamaya akıl dolu cevaplar verdi lakin onun öldürülmesi gerekiyordu. O bakımdan da verdiği akıl-mantık dolu cevapların hiç bir hükmü yoktu.
Hallac-ı Mansur ’’Gönül Kabe’sinin yıkılması ’’ Diye bir şeyden de bahsediyordu. Aynı yıllarda devlete isyan etmiş olan Karmatiler de direkt olarak Kabe’nin yıkılması gerektiğini söylemekteydiler.Bazı tarihçilere göre Hallac-ı Mansur henüz hayattayken bu düşüncelerini gerçekleştirmek için teşebbüste bulunmuşlardı ( Bazı tarihçiler ise bu teşebbüsün Hallac-ı Mansur katledildikten sonra olduğunu söylerler )
’’Gönül Kabe’sinin yıkılması’’ nı direkt Kabe’nin yıkılması olarak yorumladılar ve Hallac-ı Mansur’u Karmati ayaklanmasının elebaşısı olmakla da suçlamışlardı. Zaten onu öldürmek istemelerinin sebebi de buydu: Bir kurban gerekiyordu. Bu öyle bir kurban olmalıydı ki devlete asi olan veya olmayı düşünen herkesin korkudan dudağı uçuklasın. ’’ Onu bile öldürdülerse bize hiç acımazlar ’’Diye isyanlarından vaz geçsinler. Lakin işin içinde dini sokmadan da olmazdı.
Yine de Hallac-ı Mansur’un sonunu getiren ne ’’Enel Hak ’’ demesi, ne de ’’ Gönül Kabesini Yıkma’’ gibi bir söylemi değildi. Çok daha farklı bir şeydi:
Ne olduğunu mahkemenin zabıt katibinin oğlu İbn-i Zenci’den dinleyelim:
"Her gün Hallac’ın müritlerinin evinde bulunan defter parçaları vezir Hâmid’e getiriliyordu. Defterler onun önüne konuluyor, o da okuması için babama veriyordu. Hep böyle yapılıyordu. Bir gün babam kadılardan Ebu Ömer ve İbn el-Uşrami’nin huzurunda Hallac’ın risalelerinden birini okudu. Orada Hallac şöyle diyordu: Şer’i haccı yapmak isteyen bir kimse, buna imkan bulamıyorsa evinde kapalı bir oda bulur. Her tarafı temizler ve hiç kimse girmez. Orada Beyt-i Haram’da yapar gibi tavaf yapar. Mekke’de yapılan dua ve ibadetleri de yapar. Mesela otuz öksüz toplar, onları giydirir. Onlar yemeği yiyip ellerini yıkayınca, onlara birer gömlek ve yedi dirhem verir. İşte bu, ona hac sevabı kazandırır.
Babam bunu okuyup bitirince Kadı Ebu Ömer, Hallac’a bunu nereden aldığını sordu. O da Hasan Basri’nin, Kitabü’l-Ihlas’ından aldığını söyledi. Bunun ’üzerine Kadı, yalan söylüyorsun, senin kanın akıtılmalıdır’ dedi. İşte tam o sırada Vezir Hâmid, ’’Şu söylediklerini yaz’’ diye araya girdi.( Yani ’’Senin kanın akıtılmalıdır’’ sözünü mahkeme kararı olarak yaz ’’ diyor.) Halbuki Kadı daha cümlesinin bitirmemişti. Vezir Hamid, Kadı’ya tekrar söylediklerini yazmasını istedi. Kadı mevzuyu değiştirerek kendini savunmaya başladı. Hamid mürekkebi ona uzatıyor ve bir kağıda yazmasını söylüyordu. Kadı kabulden çekindi. Fakat Vezir Hamid onu, başını uçurmakla tehdit ederek imzalamasını söyledi. O da fetvayı imzaladı; "Kanını akıtmak helaldir."Ve mahkemenin diğer üyeleri de imzaladılar.
Fetva okunduğu zaman Hallac haykırdı: , ’’Canıma, kanıma dokunmanız haramdır. Dinin mubah saydığı yorumlarımı başka başka anlamlara sokup asıl anlamlarından saptırarak benim aleyhime kullanmanız helal değildir. Ben; dini İslam, tavrı sünnet olan bir insanım. Bunu gösteren kitaplarım çarşı-pazarda herkesin elindedir. Allah’tan korkun da benim hayatıma kastetmeyin.’Bedenim korunmuştur, günahsız kanım akıtılamaz. Benim imanım İslam’dır. Mezhebim sünnet ve sahabeyi taltiftir. Benim sünneti inceleyen pek çok kitabım vardır. Kitapçılarda satılıyor. Allah benim kanımı korusun’. Bunları tekrar ederken hakkındaki karar kaleme alınıyordu. Dava bitti ve Hallac hücresine kondu"
Halife Muktedir’in de bu fetvayı onaylaması üzerine Hallac-ı Mansur 22 Mart 922 de Bağdat’da - yaklaşık dokuz sene yattığı- hücresinden çıkarıldı.
Önce Bağdat sokaklarında teşhir edildi. Teşhir edilirken tellallar ’’ Bir Karmati Papazı görmek isteyenler gelsin ’’ diye bağırıyordu.
Nihayet idam edileceği alana getirdiler onu.
Asılmak üzere idam sehpasına getirilen Hallac, kalabalık arasında bulunan dostu Şibli’den seccadesini sermesini rica etti.
Şibli seccadeyi serince Hallac iki rekat namaz kıldı. Birinci rekatta Fatiha ve Bakara suresi155. ayetini,(Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele ) ikinci rekatta da Fatiha ile Âl-i İmran Suresi 185. ayetini( Her nefis, ölümü tadıcıdır. Kıyamet Gününde yaptıklarınızın karşılığı, tam olarak verilecektir. Her kim Cehennem’den uzaklaştırılıp Cennet’e konursa, kuşkusuz o kurtulmuştur. Zaten dünya hayatı, aldatıcı geçimlikten başka bir şey değildir) okudu. Selamdan sonra cellat Ebu’l-Haris geldi bir kılıç darbesiyle Hallac’ın burnunu uçurdu. Bembeyaz saçlar bir anda kırmızıya boyandı. O anda Şibli ve Hallac’ın dervişlerinden bir grup kendinden geçti.
Hallac kemikleri görününceye kadar kamçılandı.Sonra vücudu parçalanmaya başladı. Daha sonra darağacına asıldı ve o haliyle bir kez daha teşhir edildi. Sonra darağacından indirilip kafası kesildi. Peşi sıra cesedi yakıldı ve son olarak cesedinin külleri Dicle Nehrine atıldı. (Bazı rivayetlerde bir caminin şerefesinden serpildiği söylenir )
Son deminde secde isteyip iki rekat namaz kalan bir insan zındıklıkla, Allah’a ortak koşmakla, Kabe’yi yıkmak istemekle suçlanmış ve feci şekilde katledilmişti.
Son sözlerinin Şura suresi 18. Ayet (Kıyamete inanmayanlar, onun çabuk kopmasını isterler. İnananlar ise, ondan korkarlar ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, Kıyamet günü hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler. ) Olması bile insan neslinin esfele safilinlerinde vicdan, insaf ve merhamet adına herhangi bir duygu uyandırmamıştı.
Hallac-ı Mansur’un feci şekilde katledilişinin üzerinden bin doksan yedi sene geçmiş olmasına rağmen Hâmidlerin, Muktedirlerin hâlâ yaşıyor olması da işin ayrı ve acı bir boyutu...
YORUMLAR
Hallaç-ı mansur Muhittini arabi ve hatta Nasreddin hoca gibi tasavuf üstatlarının hakkıyla anlaşılamamış olması İslama bakış ve anlayış açısıyla alakalı olduğu kanaatindeyim.
İslamda şeriat ehli olan kimseler (zahir)deliller ışığında hareket ederler ve buna göre hüküm verirler ''isterse kişi havada uçsun''bu dahi şeriat ehlini ilgilendirmez!
Ne demişti tabduk emre bu yola (tasavuf) akıl ile girilir daha sonra akıldan çıkılır.
Hal böyle olunca Şeriat ehli ile tasavuf ehlinin zikrettikleri kelimelerin anlam kargaşası yaşaması da normal bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Tasavuf üstatlarının söylemlerini şeriat ehlinin şirk olarak görmesi bir tek hallaç vakkasında olmamıştır.
Yazınızda o dönemin kadılarının hallaç ve onun bakış açısına sahip bir çok kişinin İslama zarar verdikleri endişesini taşıdığını yazmışsınız.
Bu noktaya bir eklemede bulunmak isterim!
Bir çok Şeriat ehli de hallacın evliyaullahtan olduğunu da gayet iyi biliyorlardı ve kerametlerine de şahittiler.
Peki hallaç neden idam edildi?
Şeriat,tarikat,hakikat ve mağrifet olarak alınacak yolda tarikat her ne pahasına olursa olsun şeriata tabi olmak zorundadır!
Şeriat herkesin anlayabileceği açık ve kesin hükümlerden oluşur!
Tasavuf ta ise izahatlar değişkenlik ve (mecaz) içerir hal böyle olunca toplumu oluşturan tüm katmanların tasavuf dilini anlaması düşünülemez.
Yazını da da belirttiğiniz gibi ''gönül kıblesi''ifadesini toplum içinde bir çok insanın islamın Mekke de ki kıblesi olarak anlaması veya o dönemin şeri makamlarının böyle yorumlanması şeriat anlayışı ile tasavuf ögretilerinin açık bir çakışması olarak görülebilir hallaç vakası da buna delildir .
Şeriat ehli (şeriatten) taviz vermemek için idam hükmünü yerine getirmiştir.
Tasavuf ehli ''Nefsi emmare,Nefsi levvame,Nefsi mülhime,Nefsi mütmain,Nefsi raziye,Nefsi maziye,Makam i safiye'' adlı Nefis kapılarından geçerken her durakta başka bir ruh hali yaşar.
Her kapıda hakka yönelişi,dünyaya bakış açısı,var oluş sebebinin yorumlanması kişinin iç düyasında kopan fırtınaların ölçüsü kişiye ait olduğundan dıştan bakılınca anlaşılması mümkün değildir!Bu hal ve durumlar şeriat ehlini bağlamaz!!!
Yazınıza katkıda bulunmak maksadı ile hallacın idamı ve hemen öncesine değinmek isterim.
Hallaç idam kararının alındığı son mahkemeden zindana götürülürken yanlarına bir sufi yaklaşır Hallaca Aşk nedir diye sorar.
Hallaç:
Önümüzdeki üç gün içinde aşkın ne olduğunu göreceksiniz.
İlk gün taşlayıp kırbaçlayacak lar ikinci gün azalarımı çapraz kesecekler üçüncü gün yakılan cesedimin külleri rüzgara bırakılınca o zaman anlayacaksınız aşkın ne olduğunu diye cevap verir.
Şeriat ehlinden bazı kimseler hallacın durumuna üzüldüklerin den zindana hallacı ziyarete giderler olur da ''en el Hak'' davasından vazgeçiririz diye ama hallaç hücresinde yoktur.
Zindancı dan sorarlar :
Hallaç nerede?
Zindancı:
Giren çıkan olmadı içeride olmalıydı
Şeriat ehli durum hakkında yorum yapmadan zindandan ayrılırken yarın gelelim diye sözleşirler.
Ertesi gün zindana vardıklarında ortalıkta ne hallaç vardır nede hallacı koydukları hücre yani mekanda yoktur ortalarda.
Şeriat ehli:
Zindancı hallaç nerede hücre binası nerede?
Zindancı:
Efendim ne gelen oldu nede giden ne çıkan oldu nede giren diye cevap verir
Açık kerameti ortada olan hallacı görmek yine nasip olmamıştı şeriat ehline
Üçüncü gün hallacı idama götürmek için gelen heyet zindan hücresinin yerinde olduğunu gördü içine bakılınca hallacın bir köşede ibadet ediyordu.
Hallac bağdat ta bir meydanda kurulan idam sahnesine çıkartılmıştır
Halk alanı hınca hınç doldurmuş olacakları izliyordu.
Hamile bir kadın hallaca şöyle seslendi
Hamile kadın:
Amca seni neden buraya getirmişler
Hallaç:
Kızım doğruyu söylediğim için
Hamile kadın:
Amca insan hiç doğruyu dediği için buraya getirilir mi?
Hallaç:
Kızım sana doğruyu desem sende kabul etmezsin
Hamile kadın:
Söyle amca nedir doğru olan
Hallaç:
Kızım o karnındaki çocuk veledi zina değil mi ?!!!
Hamile kadın bu cevabın üstüne elindeki taşı hallaca fırlatarak öldürün diye bağırmaya başladı
Hallaç:
Kızım bak sende doğruyu kabul etmedin diye seslenir kadına
Hallaç taşlanır kalabalık arasında bulunan başka bir evliyaullah elindeki gülü hallaca atar hallacın yanağına değen gül yere düşer.
Hallaç avazı çıktığı kadar bağırır taş atan halk şaşırır bedenine değen onlarca taşa gıkı bile çıkmayan hallaç neden bu gülden bu kadar incinmişti.
Hallaç:
''Biz dostun attığı gülden yaralıyız'' der hallaç
Taşı atan bilmez halimizden ama gülü atan bilir halimizden
Derken hallacın daha önce söyledikleri bir bir yapılır ve hallaç hakka rüzgarla savrulan külleri ile aşkını taşır kavuşur Rabi ne.
Saygılar
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.
Kıymetli hocam güne gelen yazınızı gönülden kutlarım.
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı ve sevgilerimle
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.
Tarihi bir şahsiyet Hallacı Mansur ve yaşadıkları tabi ki hem günümüzde hem de geçmişte, bağnazlık örneklerinin içinde... Ayet mealleri ile de yazı gayet güzel zenginleştirilmiş ve okuyucunun önüne gelmiş. Yobazlar her devirde inanan ve Hakkı gerçek manada doğrulayan insanların karşısına çıkmıştır bundan sonrada çıkacaktır. Velhasılı Hak ile Batılın mücadelesi kıyamete kadar sürecektir... Kutluyorum yürekten Sami Hocam...
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.
teşekkürler sayın hocam.
daim olsun kaleminiz ve bilgiye selam olsun ve güzelliklere sebebiyet veren.
saygılarımla.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.
Saf akıl; metafiziksel bir olaydır. Budistlerin "manas" sufilerin "sezgisel akıl" dedikleri erişme halidir. Disiplin ve tefekkür ile ulaşılır ve bir başkasına nakledilemez. Bireysel dir. Varlık aleminde insan kendinden başka bir şey olmayı seçemez, cismani olarak o insan olarak "seçilmiş " bir varlıktır. Bu secilmisligin algılama özgürlüğü saf akılla elde edilir ve siz bir başka şey olma seviyesine ulaşmışsınız, demektir. Hallacı Mansur bu "hal"in en yuksegine erişmiş bir kişidir. Yalnız Hallaci Mansur "en el hak"sözünü bir dönem etkisinde kaldığı Budizmin etkisiyle söylemiştir, infial halinin bir ürünüdür. En el Hak'ın orjinali "aham Brahma asmi"
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.
İdamla işkence temelden farklı elbette
Her çağda siyasi boyut inanç ve fikir temelinde sergilenebilir, bu da aldatıcı ve provokatif nitelik gösterir kanaatimce
Enel Hak düz biçimde ben hakkım, Tanrıyım, Allah'ım manası verse de; kişinin tüm söylemleri ve yaşamı bütünlüğünden koparılmamalı kanımca
Mutlak olan tek varlık Allah'tır, vücud-ı mutlak kavramı da buna işaret eder özünde
Ancak tasavvufun, erbabının anlamına varabileceği bir yapısı olmalı
Bu noktada Hallac-ı Mansur mikrofonu dışarı vermiş olabilir mi?
Yine de idam ötesi hunharca katlinin diniden çok siyasi hava estirdiği ortada
Benim bildiğim fakih ve kadılardan idamı yönünde fetva vermeyenlerinde olduğu noktasında
Zaten o devir Abbasi devletinin henüz erken evresi
Bilirsiniz hocam antik eserlere karşı da büyük bir ilgi alaka vardır
Büyük bir tercüme evresidir hani
Bilim, sanat, felsefe alanında önemli gelişmeler kaydedilir
Düşünsel tasarrufu nedeniyle bu kadar zalimce ve vahşice katledilmesi fikrî yobazlıktan ziyade siyasi fanatizmi akla getiriyor bence de
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Gün başarınızı da tebrik ederim
Saygı ve selamlarımla...
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.
okudum...
"Üç kez hacca gitti. Hicri 294-296 Yılları arasında son haccını yaptığı Mekke’de, Müslümanları kendini öldürmek üzere davet etti. Hakka vuslat yolunda kendini ölü sayarak, sürekli olarak kurban edilmesini istedi. Bu fırtınalı iç dünyası kendisine hem dost, hem de düşman kazandırdı."
bu kısım çok ilginç geldi...aklı başında iman ehli biri hangi sebepten ötürü müslümanların kendisini öldürmesini ister ki...can almanın en büyük günahlardan biri olduğunu bilmez mi...böyle bir istek sağlıksız bir ruh halinin göstergesi değil midir...rivayetler ne kadar doğrudur bu da ayrı bir konu...
şahsın öldürülüş şekli de çok canice...nerden baksan tutarsızlık , nerden baksan ahmakça diyesim geldi...
sami biberoğulları
Her deliyi, meczubu bu şekilde asmaya, dahası işkence ile öldürmeye kalksaydık dünyada pek insan kalmazdı.
İnanın en akıllı dediğimiz insanlar bile iç dünyalarında öyle fırtınalar yaşar ki şaşarsınız.
Selam ve saygılar.
Değerli hocam, acizane anladığım kadarıyla...
Kur'an'ı (ve sünneti) özümsedim diyebilen biri "Enel Hak" diyemez...
Belki bundandır, tasavvuf da bana hep 'sorunlu bir alan' olarak görünmüştür...
Uzatmadan devam edersem; tabii, bu yazının konusu ve/veya itirazı, "Enel Hak" demiş bile olsa, kişi temel hak ve hürriyetlerinden alıkonulamaz, hayatına kastedilemez...
Bence de öyle...
Ancak, söz konusu olan, bir toplumun sinir uçlarına dokunmak, toplumu paralize etmek, provakasyona uğratmak, kısacası toplumun ontolojik temellerini yerinden oynatmak olursa, kişinin temel hak ve hürriyetleri otomatikman askıya alınabilir...
Elbette, bunun tasarrufu da devletin (Yasaların) tekelindedir...
Değerli hocam, konu çok boyutlu, kadim bir konu...Bu yazı ile de kişilerin ezberlerini devamlı sorgulamaları gerektiğini hatırlatmışsınız yine...
Varolasınız.
Selam ve saygılarımla.
sami biberoğulları
Sorun sadece ''Enel Hak '' meselesi olsa bir insan dokuz sene yargılanmazdı diye düşünüyorum. Hele de o devirlerde...İki şahitle insanın asıldığı bir devirde.
Öte yandan: Bugün de dün de dünya üzerinde kendisini tanrı zanneden bir sürü deli vardır. Hallac-ı mansura da o gizle bakılabilirdi.
Ve son olarak: İbrahim Hoca'nın da dediği gibi: Haydi öldürülmesi gerekiyordu diyelim. Onca vahşete ne gerek vardı?
Selam ve sevgiler.
Yüzyıllar önce yaşamışlar
ancak sözleriyle, yaşayışlarıyla, ölümleriyle
sonsuza kadar ölümsüzler.
yanlışa en yakın doğruları söylemişler hep.
Cennet cennet dedikleri ...
Birkaç köşkle birkaç huri ...
İsteyene ver onları ...
Bana seni gerek seni ...
Yunus Emre’nin
Cenneti küçümsemiş görünmeyi dahi göze alarak
Ve
Şirke düşme olasılığına rağmen söylediği sözü
Yada
Mevlana ile Şems ‘in aşkı.
Değeri sonraları anlaşılan…
Ve
Hallacı Mansur’un söylediği
‘Enel Hakk’
Yaşadıkları dönemde söyledikleri bu sözleri akıl reddetmiştir.
Oysa yüzyıllar geçtiğinde sözleri hep gönüllerdedir.
Öyle ki belki de;
Gönül Akıl’dan önce kavrıyor gerçeği….
sami biberoğulları
Hallacı Mansur Gerçek bir EREN TASAVVUF EHLİ DERVİŞTİR
Maalesef sizlerinde dediği gibi 1097 seneden beri değişen hiçbir şeyin olmaması
bu çok çok acı
gerçek olan bu
işin en acı tarafı da KURANIN İLK AYETİNE UYMAMAK OKUMAMAK
Kendi aklını kullanmamak
bu değerli şahsiyeti kaleme almanızdan dolayı minnet ve şükranlarımı sunarım
saygılarımla
sami biberoğulları
sami biberoğulları
Yaşar Nuri Öztürk ne güzel söylemişti zamanında.
"Cehaletin olduğu her yer cehennemdir"
Sevgi ve selamlarımla
sami biberoğulları
Benden de selam ve saygılar.
İnsanlar gariptir yurdundan uzakta kimsesizler garip..Hiç bir şeyi olmayanlar garip.Aıl gariplerse kendisini anlayan hiç bir kimsenin olmadığı Allah diyen tek yaratan Rabbine sığınan garipler.Cahillerin içinde onu anlamaktan aciz olunduğunda o aşık veya alimlerde gariptirler..
Hallac zamanında anlaşılmadı cezbe halinde sözlerini farklı yorumlanmış haliyle de masum canları hiçe sayılmıştır asırlardır..Güzel emekle derlenmiş bilgilendirici bir yazıydı.Allah tüm şehitlerin islam yolunda emek verenlerin mekanlarını cennet eylesin inşaallah..Selam ve dua ile.
sami biberoğulları
Selam ve saygılar.
Merhaba Sami öğretmenim. sadece şunu diyeceğim. Kitabına uydurulup idam fermanı veriliyor. İyi hoş diyelim. özgün yazınızda anlattığınız idam şeklini nasıl açıklamalı. Hangi kutsal kitapta yazıyor suçlu bile olsa bir insanın insanlık dışı biçimde katledilişi.
Hz. İsa'ya ilgili bir filim izlemiştim. çarmıha çekilme sahnesi, ne hazindi. Tıpkı anlattığınız olay gibi. Bilgilendirici yazınız güzeldi öğretmenim.
Emeğe ve sanata sonsuz saygımla esen kalın.
sami biberoğulları
Aslında kitabına da uyduramıyorlar. Kitap gayet açık. Zaten kitaba uydurabilseler dokuz sene sürmezdi mahkumiyeti. Hemen yakalanır yakalanmaz öldürülürdü. Bu katliam tamamen siyasidir ama ne yazık ki din araç olarak kullanılmıştır. Ve dediğiniz gibi haydi idam ediyorsunuz böylesine bir vahşete ne gerek vardı?
Gerek vardı çünkü halka '' Hallac'a böyle yaptığımıza göre size neler yapmayız varın siz hesap edin '' Diye mesaj vermeleri gerekiyordu hainler sürüsünün.
Selam ve saygılar.