Bosna Seyahati Anıları Ve GerçeklerI
İgman dağının eteklerinde İsevi dervişler yaşarmış. Bunlar İncil’de bahsi geçen son peygamberi beklerlermiş. Bir gün “Vakit tamam, artık gelmiş olmalı” deyip son peygamberi bulmak ümidiyle yalınayak yola koyulmuşlar. Yıllarca yürümüşler. Binlerce kilometre yol kat etmişler. Ayakları kana bulanmış. Derken Medîne-i Münevvere’ye varmışlar. Medine’de önlerine çıkan ilk adama “Biz Allah’ın elçisini arıyoruz. Adı Muhammed” demişler. Adam “Ne yazık ki geç kaldınız. Allah’ın elçisi dün öldü” demiş. Dervişler içli, içli ağlamaya başlamışlar. “Ben Hattab oğlu Ömer’im” demiş adam. “Elçinin yakınıydım. Buyurun mescide geçelim, biraz soluklanırsınız. Bu arada ben de size elçinin getirdiği mesajı anlatırım.”
Dervişler teklifi şükranla karşılayıp, Peygamber mescidini kanlı ayaklarıyla kirletemeyeceklerini söylemişler. Bunun üzerine Ömer bin Hattab onlara sarı mestler hediye etmiş. Dervişler mestleri öpüp bağırlarına basmışlar. “Bir Peygamber dostunun hediyesini ayağımıza süremeyiz” demişler.
“Siz kimlersiniz?” diye sormuş Ömer bin Hattab.
“Biz İgumanlarız” demiş İgumanlar.
“Geldiğiniz ülkenin adı nedir?”
“Geldiğimiz ülkenin bir adı yoktur.”
“Peki, sizin dilinizde yalınayak nasıl denir?”
“Bos.”
“O halde ülkenizin adı biraz sizin dilinizden, biraz bizim dilimizden BOSNA olsun”
Bosna :Yalın ayağımız…
***
Havaalanı mütevazi ve küçük görünümlü. Rehberimiz Yasir bizi güler yüzle karşıladı. Uzun boylu ve genç bir arkadaş, Uluslararası Saraybosna üniversitesi psikoloji bölümünden bu sene mezun olmuş, eğitim psikolojisi bölümünde doktora yaptıktan sonra, Türkiye’ye döneceğini söyledi. Bosna’yı sevmesine rağmen Bosnalı bir hanım değilmiş nişanlısı, esprili bir şekilde anlattıktan sonra bu yaz Türkiye’ye giderek evleneceğini ekledi.
Araba hareket etmeye başladı, binalar görünmeye başlayınca, “Saraybosna adeta bir açık hava müzesi görünümünde yeşile bürünmüş, ortasından geçen Milyaçka Nehri’yle iki kısımdan oluşuyor. Kentte 400 yılı aşkın Osmanlı döneminden kalan çok zengin tarih ve kültür mirasının bulunduğu Rehberimiz Yasir tarafından anlatılırken gururla dinledik. Sonrasında hüzünlü ses tonuna büründü sesi ve anlatmaya devam etti, “Bosna Hersek’te 4 dönemin potresi, binaların mimari şekliyle kendini hemen hissettiriyor. Osmanlı İmparatorluğu dönemi, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu dönemi, Yugoslavya dönemi ve günümüz dönemi. Bu dönemlerde en çok yapılan binaların mimari şeklinde hissediliyor. Osmanlı mimarisi insan merkezli, sıcak, cıvıl cıvıl bir yapı arz ederken Avusturya mimarisi soğukluğunu hissettiriyor. Yugoslavya döneminde ise doğu bloğu etkisi ile yüksek katlı binalarda, binlerce insanı bir arada yaşatarak, bir nevi hapishane görünümünde kendini gösteriyor, son dönem binalar alışılagelmiş şekliyle tandık geldi bize.
Şehir yaklaşık 600000 nüfuslu ve yeşilliğin örttüğü dağların arasında şirin görünümlü. En son nüfus sayımı 1991 yılında yapılmış ve daha sonraki yıllarda öldürülen insanların sayısı ortaya çıkar diye yapılmamış. Bu kasım ayında nüfus sayımı yapılacakmış ama, dört seçenek sunulacakmış, Sıpr mısın, Hırvat mısın , Boşnak mısın, Bosnalı mısın seçenekleri sorulacakmış. Bir Boşnak Bosnalıyım derse, Boşnak nüfusunun sayısı az gözükecekmiş, Sırplar böyle bir sinsice plan yapmışlar. Amaç, Boşnak nüfusunun az görünmesi.
Yaklaşık 4,5 milyon nüfuslu bir ülke için öngörülen yönetim biçiminde ise 3 Cumhurbaşkanlığı Konseyi Üyesi, 2 Başkan, 14 Başbakan, 14 Parlamento Başkanı, 300′e yakın bakan, 600′ün üzerinde ise milletvekili ve ülkedeki bütün üst düzey yetkilileri görevden alma yetkisini elinde bulunduran AB tarafından atanan Yüksek Temsilci görev yapıyor. Kimi zaman “2 ayrı ülke” gibi davranan Bosna Sırp Cumhuriyeti ile Bosna-Hersek Federasyonu’na sahip olan ülkede, bu karışık siyasi yapıdan dolayı hızlı işleyen bir karar mekanizmasına sahip olmak ise adeta imkansız hale geliyormuş. Bu başbakan, bakan ve milletvekili maaşlarının toplam devlet bütçesinin %87 si imiş.
Ayvazdede şenliklerinde konuştuğum bir binbaşımız dedi ki, “ Boşnak bir meslektaşımız yakıt için ihaleye girdik. Ihaleyi boşnak bir şirket kazandı. Buna sırplar karşı çıktı. Dedik ki, sırp ve boşnak şirketini destekleyen birine verelim, olmaz dediler, nasıl olacak, yalnızca sırp bir şirkete verirseniz olur dediler. Bu ihale çıkmaza girdi. Temmuz ayında arabalarımza yakıt koyamamıyacağız!” karmaşa böylesi sıkıntı verici durumda. Ayvazdede’ye bizim ülkemiz sayesinde çevre düzenlemesi yapılmış. Çokta güzel olmuş. Boşnakların AB’ye girmesi, ülkeye herhangi bir yatırım yapılması engellenmekteymiş. Müslüman bir ülkenin AB’ye girmesi istenmemekteymiş. Islamın engellenmesi için AB elinden geleni yapıyormuş.
Bölge ülkelerinin AB ve NATO üyelikleri konusunda önemli mesafeler kat edilirken, Bosna-Hersek içine düştüğü bu karışık siyasi yapı ve her gün yaşanan kısır siyasi çekişmelerden dolayı, uluslararası toplum tarafından sıkça eleştiriliyormuş.Bosna-Hersek’in bu karışık siyasi yapısından dolayı içine düştüğü zorluğu dünyaya duyurmak için ülkenin ünlü komedyenlerinden Osman Ciho, Guinnes Rekorlar Kitabı için ilginç bir başvuru başlatmış.
Osman Ciho, AA’ya yaptığı açıklamada, Bosna-Hersek devletinin içinde bulunduğu zorluğu dünyaya duyurabilmek için “ülkenin karışık siyasi yapısından dolayı devlet mekanizmasında en büyük çöküş yaşayan ülke” savıyla, Guinness’e başvurma kararı aldığını belirtmiş.
Başvurusuyla ilgili resmi işlemlerin devam ettiğini ifade eden Ciho, “Guinness yetkililerini Bosna Hersek’e getirmek ve ülkenin, Guinness Rekorlar Kitabı’nın içeriği açısından büyük bir potansiyele sahip olduğunu göstermek istiyorum” demiş.
Ciho, Bosna Hersek’in ilerleyebilmesi için yeni iş imkanları yaratacak bir sistem oluşturulması gerektiğini belirterek, “Newyork’un dörtte biri kadar küçük bir nüfusa, ama gezegenin yarısı kadar bakanlara sahibiz” diye konuşmuş.
Başçarşı, tamamen Osmanlı yapısını muhafaza eden ve gezdikçe o dönemi anımsatan, şehrin göbeği anlamında bir yer. Başçarşı’da yürürken İstanbul, Bursa, Konya’da gezermişçesine bir havaya kapıldım. Bakırcılar çarşısı, kuyumcular çarşısı ve diğer çarşılar bizimkilerin aynısı. Anlatıldığına göre Başçarşı savaşta tamamen yıkılmış. Gazi Hüsrev Begova Vakfı tarafından yeniden inşa edilmiş. Osmanlı buralarda 150 ye yakın han yapmış. Bunlardan sadece birkaç tanesi bugün ayakta kalakalmış. Moriça Han 465 yıldır,özelliğini bozmadan hizmet vermeye devam ediyor. Dinlenmek amaçlı bu hana girdik. Rehber bize çay ikram etmek için, bir kafeye girdik. Girişte satranç oynayan yaşlı insanlar vardı. Çay gelince, ben büyük bardakça istiyorum dedim. Arkadaşlar, iç işte deyip şakalaştılar. Ben içmedim bekledim. Birde ne göreyim bir tepsinin içinde 2 fincanlık kahve cezvesi, şeker ve lokum geldi. Arkadaşlar dediklerine mahcup oldular. Kendileri de aynı kahveden isteyip, sonrasında gezmeye devam ettik.
Merkezi Moriça Han’da bulunan ve Bosna’nın bağımsızlığı ile Müslüman şuurunun yerleştirilmesinde büyük katkıları bulunan merhum Aliya İzzetbegoviç’in de üyesi bulunduğu Mladi Müslimani (Genç Müslümanlar Teşkilatı) de burada hizmet verdiğini de öğrenmiş olduk.
Saraybosna şehrinin ve Osmanlı Bosna’sının gerçek kurucusu Gazi Hüsrev Beymiş. Akıncı Beylerinden Ferhat Bey ve 2. Beyazıt hanın kızı Selçuk Sultan’ının oğluymuş. Yani padişah 2. Beyazıt’ın torunuymuş. Kanuni Sultan Süleyman Han’ında halazadesiymiş. Şehrin iktisadi hayatını da etrafını da zapturabt altına alan dirayetli bir yönetici olmuş o yıllarda.
Gazi Hüsrev Bey Mahallesi, eski şehirlerin terk edilen, ara sıra hatırlanıp uğranılan bir mahallesi gibi değil, çok kalabalık aslında. Saraybosna halkı Ferhadiye Caddesi ve Gazi Hüsrev Bey Külliyesi’nden günde bir-kaç defa geçtiğini söyledi rehberimiz Yasir Bey. Gazi Hüsrev Bey Camii selvileri, şadırvanı ile huzur dolu bir köşe imajı hissetirdi bize. Gittiğimiz gün Cuma olması çok manalıydı. Hemen abdest aldık ve camiye koştuk adeta. Oraya vardığımızda hutbe okunuyordu. Cami bahçesinde adım atılmayacak kadar çok cemaat vardı. Bir safa bende girdim. Öylesi huzurluydum ve duygulandım bu manzara karşısında. Sanki, Ankara’da bir camide namaz kılıyor gibi hissettim, her ne kadar hutbe Boşnakça olsa da, diğer her kısım tespih ve duasına kadar aynıydı. Başka ülkelere gittim ve namaz kıldım ama böylesine ilk defa şahit oldum. Cenevre’de de Cuma kıldım ama orada 2 rekat namaz kıldıktan sonra cemaat dağılmıştı. Bosna’da hoş bir Müslümanlık var. Namaz vakti blucinli kızlar örtünüp camiye giriyor, sonra başı açık ve blucinli haliyle hayata devam ediyor. İçimden, bu hanımlar bilinçlenirler ve gerçek aydınlığa erişirler diye dua ettim.
Gazi Hüsrev Bey Camii namaz vaktinde zarif minaresinden hoparlör kullanılmadan, insan sesinin güzelliğiyle Müslümanları namaza çağırıyor. 460 yıldır her öğle namazından sonra mutlaka hafız olması gereken ki, Gazi Hüsrev böyle istemiş, imam efendinin rehberliğinde Kur’an cüzleri, 30 kişi tarafında, her cüzün kitabı olması payesiyle okunarak hatim yapılırken, caminin diğer köşesinde de 1000′lik tespihi 7 kişi çekerek zikir hatmini yapıyorlardı. Gazi Hüsrev Bey Camii ilk elektrik kullanılan camiiymiş. İlk tuvalette yine caminin yanındaki imaretin içerisinde ve halen kullanılmakta olduğunu öğrendim. Gazi Hüsrev Beyin mezarı camiinin hemen yanında bulunmaktaydı.
Ferhadiye Caddesi… Saraybosna’nın trafiğe kapalı, en uzun caddesiymiş. Her zaman kalabalık, sanki İstanbul’daki İstiklal Caddesini anımsatıyor. Ferhadiye Caddesi… Yaşanan çok kötü maziye rağmen öylesi cıvıl cıvıl da… Yaşam dolu… Rengarenk… Saraybosna’da yaşayan insan profilini en iyi gözlemleyebileceğiniz yer olmuş. Sanki insan profili Fatih semtini anımsattı bana.
Ferhadiye Caddesi ile Tito(Komünist dönemi konferedasyonunun cumhurbaşkanı) Caddesi’nin kesiştiği noktada 6 Nisan 1945 yılında yakılan özgürlük ateşi halen yanmaya devam ediyor. Hitler’in Yugoslavya işgalini sona erdirdiği gün bu ateş yakılmış. 3 farklı medeniyetin bakiyesi…
Resmi olarak 1896 yılında açılan Belediye Binası, Avusturya-Macaristan döneminde inşa edilen şahane bir mimari eserdi.
1863 ile 1868 yılları arasında Anreja Damjanovic tarafından inşa edilen Ortodoks Katedrali, Balkanlar’da yer alan en büyük Ortodoks katedralleri arasında yer alır. Saraybosna Katedrali, Gotik ve Roma mimari tarzlarıyla inşa edilmiş diğer bir önemli mabetten birisi. 1581′de inşa edildiğini öğrendiğim Eski Yahudi Tapınağı, Büyük Avlu denilen bir hana sahip tarihi bir sinagogmuş. Üç dinin mabetleri yan yana olmasından dolayı, buraya Avrupa’nın Kudüs’ü diyorlarmış. Gerçekten, Hatay’a gidip aynı manzarayı gördüğümle burada gördüklerim arasında pek bir fark yoktu. Boşnaklar oldukça hoşgörülüler.
Fatih Sultan Mehmet Han, burayı fethettiğinde bir rivayete göre rüya görmüş. Rüyasında, Peygamber efendimiz(sav), Hz. Ebu Bekir, Osman ve Ali (ra)’yı birlikte görmüş. Rüyayı yorumlatmış, yorumunda, Peygamberimizi(sav) gördüğü için bu yerin, kıyamete kadar Müslüman kalacağı, Hz. Ebu Bekir(ra)’ı gördüğü için İslam’a sadık ve hizmetkar olacağı, Hz. Osman(ra)’ı gördüğü için ahlaklı ve temiz insanlar olarak yaşayacakları, Hz. Ali(ra)’ı gördüğü içinse, ilim memleketi olacağı ve bu şekliyle İslam’a hizmet edecekleri ki, yetmişten fazla Osmanlıya sadrazam ve vezir yetiştirmişler, en önemli sadrazam ise Sokullu Mehmet Paşa imiş. Hz. Ömer(ra)’ı görmemesi ise, burada kalıcı bir adaletin sağlanamayacağı şeklinde yorumlanış. Rüya her ne kadar rivayet olsa da bugün ki, manzara bunu doğrulamaktadır.
Osmanlı’nın Berlin Anlaşması ile 1878 yılında buradan gitmek zorunda kalması, Boşnaklarca Osmanlının onları terk ettiği şeklinde bir imaj üretmiştir. Osmanlı’nın buradan ayrılmasıyla, Avusturya-Macaristan imparatorluğu her ne kadar Osmanlı’nın politikasını başlangıçta aynen uygulasa da sonradan, bunu becerememiş, Boşnak halkına zulmetmiştir. Buradan göç eden Boşnaklara 2. Abdulhamid yardım ederek, Marmara bölgesinde yerleşmeleri sağlanmış…
Tito, Osmanlı dönemine ait eserleri yıkmamış, yok etmemiş ama etrafına yaptırdığı binalarla bu eserleri gizlemeye çalışmış… Avusturya-Macaristan döneminde her caminin yanına bir eğlence mekanı, kafe yapılmış. Bu kafelerde içki mekanını ve camileri yan yana görmek beni oldukça üzdü. Çok turist var ve buralarda bu normal karşılanıyormuş. Diğer üzüldüğüm, Boşnaklar çok sigara içiyor ve dilenen insan oldukça fazla. Oldukça fakir bir halk kitlesi var.
Saraybosna’da 250 bin şehidin yattığı 77 adet şehitlik mevcutmuş. Bu şehitlikler evvellinde futbol sahası, otopark, park, boş arazi iken bugün ebedi istirahatgah olmuşlar. 1992-1995 yılları arasında bu insanlar şehit edilmişler. Toplu katliamlar yapılmış. Her yer Osmanlı olsun, şehitlikler olsun, mezarlıkla dolu. Baş çarşıya yürüme mesafesindeki, Bosna Hersek ilk cumhurbaşkanı ve Bosna’yı özgürlüğe götüren güzel insan Alija İzzetbegoviç’in Kabrine ziyaret yaptık. Burası savaştan önce çocukların oyun yeri, park imiş, 2003 yılında Alija vefat edince, vasiyeti üzerine, savaştığı, savaş arkadaşları ve şehitlerin yattığı bu yere, gömülmek istemiş, vasiyetinde, sıradan bir mezarının olmasını, öldükten sonra heykelinin ve resminin yapılmamasını istemiş, yapılması durumunda hakkının helal olmayacağını belirtmiş. Gerçekten oldukça mütevazı, mezarının etrafında mermer taşının bile olmadığı, yalnızca Selçukluya ait bir kubbe ve onu tutan direklerden başka bir mimariyi gördük. Aynı mezarlıkta, 63 yaşında savaşan bir kadının kabri vardı, kadına Bombacı diyorlarmış, evini savunurken, bomba bile kullanmayı bilmemesine rağmen, evini korumak için bomba kullandığı içini böyle demişler, savaşta yakınlarını kaybetmiş, buna rağmen yılmamış ve savaşmıştır.
Saraybosna’da ziyaret ettiğimiz bir başka önemli yer: Tünel.
Savaştan önce, sırp, Hırvat ve Boşnaklardan oluşan ordu, Avrupa’nın en büyük ordusu, ve %80’ini Sırplar oluşturmaktaymış. Savaş başlamadan önce Saraybosna’nın etrafını herhangi bir saldırının olabileceği bahanesi ile çevirmiş, savaş başladığında giriş-çıkış ve yardımı engellediği gibi, her türlü silah ile ateş açmıştır. 1300 gün kuşatılan, dış dünyayla bağlantısı koparılan Saraybosna’da açılan bu tünel Boşnaklara hayat vermiş. Çünkü, hava alanı birleşmiş milletler askerleri tarafından korunuyor, onlarda Boşnaklara yapılacak yardımı engelliyorlarmış. Öylesine zalimlermiş ki, oysa ölen 3-5 Fransız askeri için havaalanı içine mezarlık yapılmış ve bunu abartmışlardır. Sırp mevzileri arasından, yer üstünden yardım alınamayınca yer altına girmeyi düşünerek, uluslararası havaalanının altından özgür dünyaya açılan pencere olmuş. Bu tünel, 800 metre uzunluğunda, bir metre eninde ve 1.60 metre yüksekliğindedir. Yapımını haber alan Sırplar bu mevkide kazı yapmışlar, yapılan kazıda çok suyun olduğunu görünce, bu tünelin işe yaramayacağını düşünerek, fazla araştırmamışlardır. Allah(cc), tıpkı Sevr mağarasındaki gibi kâfirleri şaşırtmış böylece.
Büyük bir gizlilik içerisinde yürütülen tünel kazım işlemleri, 4 ay 4 gün sonra tamamlanmış. 24 saat aralıksız devam eden tünel kazma işlemleri 3 vardiya olarak devam etmiş. Tünel kazımı sonrasında Saraybosna, Butmir, İgman ve Bosna Hersek Özerk bölgeleri arasında irtibat sağlanmış. İlk gece 12 ton askeri malzeme geçişini gerçekleştirmişlerdir. Birçok askeri birliğe takviye asker dağıtımı, silah ve gıda sevkiyatı da buradan yapılmış.
Saraybosna’daki evini Bosna Hersek Ordusu’na karargâh olarak vererek Sırplara karşı kazanılan zaferde büyük pay sahibi olan Sida Kolar nine, savaş sonrasında da şehre ziyarete gelen misafirleri evinde ağırlıyormuş, bizde görmek istedik ama yaşlılığı ve bu evde yaşamaması nedeniyle göremedik.
Yer altı tünelinin geçtiği bu ev, savaşın sona ermesinin ardından müze olarak kullanılmaya başlanmış. Kolar ailesi tarafından restore edilerek müze haline getirilen binada tünel kazmak için kullanılan kazma, kürek, el arabası, içlerine yiyecek taşınan çuvallar, savaş malzemeleri, askeri elbiseler sergileniyor. Ayrıca evin bir odasında gelen ziyaretçilere savaşı anlatan 20 dakikalık film izlettiriliyor.
Traveviç mevkisi savaşın Sırplar tarafından yönetildiği mevkiymiş. Saraybosna’ya hakimmiş de. Zalim ve katil Karadziç’in karargahının bulunduğu yerde burasıymış. Saraybosna’ya hâkim bu tepelerden sniperlarla insanları zevk için öldürülmüşler. Savaş sırasında birçok Boşnak ümitsizliğe kapılarak Hırvat ordusunda paralı asker olmuşlar. Bir gün Ulema, bu paralı askerlerin ölmeleri halinde cenaze namazlarının kılınamayacağını ilan edince bu paralı askerler Hırvat ordusundan kaçıp Boşnak ordularına yeniden katılmışlar.
“…Düşmanlarımız sadece tek bir ırk tanıyorlar; kendi ırkları, tek bir din tanıyorlar; kendi dinleri, tek bir siyasi parti tanıyorlar; kendi partileri. Kendilerinden olmayan ne varsa onlar açısından yok edilmeye mahkumdur… Allah’a yemin ederim ki köle olmayacağım!”
Aliya İzzetbegoviç ( İslamı en güzel şekilde yaşamış, ziraat ve hukuk mezunu. Bosnanın özgürlüğü için çalışmış, komünist döneminde hapiste kalmış. Hayat hikayesi, hoşgörü ve milliyetçilik üzerinde islam ile bütünleşerek devam etmiş, 2003 yılında vefat ölmüştür.)
Sırplar ilk bombalarını, huzur evine, çocuk hastanesine ve kütüphaneye yapmışlar. Huzur evinde Bosna’nın tarihine Tanık yaşlı alimler yaşıyormuş, böyle onları öldürerek bu tanıkları yok etmek istemiş, çocuk hastanesini yok ederek, bosnak neslini yok etmeyi planlamış. Kütüphanede 25000 el yazması eser varmış, bu eserleri yok ederek, tarihi yok etmekmiş amacı. Bu kitaplarda 15000’i kurtarılmış ve saklanıyor. Savaştan önce Kamboçya’dan bir Müslüman kütüphanede çalışmak için gelmiş, amacı para kazanmak değil, el yazması zengini kütüphane imiş. Savaş başladığında Sırplar, ülkeyi terk etmesini aksi takdirde kendisinin de öldürüleceğini söylemiş. Bu mübarek kişi, kitapsız ülkemde yaşamaktansa, kitapların için şehit olmayı yeğlerim demiş. Kütüphane oldukça zarar görmüş, unesco tarafından onarılan kütüphane Endülüs Emevi mimarisine göre yeniden yapılarak, Osmanlı izi silinmek amaçlanmış, gerekçe olarak da Endülüs Emevilerinin de Müslüman olduğu belirtilmiş.
Kütüphane’nin yakınında, Avusturya-Macaristan prensinin öldürülerek başlayan 1. Dünya savaşının tanık yeri olan köprü bulunmaktadır. Bu konu hakkında çok farklı hikayeler bulunduğu, ama gerçek olan tek şeyin, prensin öldürülerek savaşın başlamasıdır. Köprü kenarlarında, oturma yerleri, böyle bir tarihi unutmuş, huzur veren bir köşe olmuş adeta!
Burada yabancı dil olarak İngilizce baş dil olarak konuşuluyor. İkinci dil Almanca imiş ama son zamanlarda Türkçe hizmet okulları sayesinde, ikinci dil Türkçe olmuş. Saraybosna (Sarejova) ne kadar da bizden bir şehir diye düşündüm. İnsanlar, yüzler, yemekler öylesi tanıdık geldi. Herkesin Türkçe konuştuğunu sanıyorsunuz, oysa Boşnakça, Hırvatça ve Sırpça konuşuyorlar. Kulağınıza ‘selam… merhaba… Haydi Allaha ısmarladık’ kelimeleri sıkça geldi. Başçarşıda sokak isimleri hep bizden, kuyumcular, bakıcılar, çizmeciler vb. yazılışları farklı olsa da bizim gibi okuyorlar.
Mostar Şehri
Ülkedeki Hırvatların partilerinin genel merkezlerinin, sendikalarının ve basının merkezi konumunda olan Mostar’da, kentin en hakim noktası Hun Dağı’na dikilen dev haç ki, Avrupa’da ki ikinci büyüklükte olup, daha büyüğünü Makedonya’nın Üsküp şehrine inşa etmişler ve batılıların desteğiyle yaptırılan, 100 metre kulesi bulunan katedralle kentin bir bakıma silueti bozuldu. Hırvatlar şimdi de Boşnak ve Hırvatların ”eşit” olarak temsil edildiği kent yönetimini kendi lehlerine değiştirmek için çalışma yürütüyormuş.
Kilisenin kulesinin cami minarelerini geçmesi üzerine, oranın papazı Aliya İzzetbegoviç’i arayarak bunu övünçle anlatarak aşağılamak istemiş, Aliya İzzetbegoviç ise cevabını akşam vereceğini söyleyerek görüşme talep etmiş. Akşam olduğunda papaza, gökyüzündeki hilali göstererek, “bizim hilalimiz gökyüzünde ve siz asla bunu geçemeyeceksiniz!” diyerek manalı cevabını sergilemiştir.
Burayı manalandıran Mostar köprüsünün yapılma gayesi, Müslümanlar ile Hıristiyanları kesiştirmek üzerine imiş. Böylece doğu ile batı paylaşacak ve İslam ortak din olacakmış. Bunu bilen Hırvatlar savaş sırasında ilk önce bu köprüyü havaya uçurarak, doğu ile batıyı birbirinden ayıracağını düşünmüş, 9 ayda yapılan orijinal köprü 4 yılda tekrar inşa edilmiştir.
Koski Mehmet Paşa cami, namaza açık değil, içerisinin yarısına kadar ayakkabı ile giriliyor. Mimar Hayrettin inşa etmiş burayı. İçinde iki rekat namaz kıldım. Dua ettim.
Mostar köprüsünün etrafı Osmanlı dokusuna sahip ve o günleri muhafaza etmektedir. Camileri ve taş yolları hala O günlerin izleri ile doludur.
Dirina(Sokullu Mehmet Paşa) Köprüsü
Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. 11 bölmesi vardır ve uzunluğu 800 metredir. Onarı görmüştür. Savaş sırasında bu köprü üzerinde 3000 Müslüman öldürülmüş, her yer kan olmuş, nehir bile kırmızı akmış. Ne kadar temizleseler de hala köprü üstünde kurumuş kan izleri mevcuttur. Bu katliamdan kurtulan bir kadın bu olaya şahitlik etse de, insan hakları mahkemesinden katliam ile ilgili herhangi bir sonuç çıkmamıştır.
Sokullu Mehmet Paşa buralı imiş, yaklaşık 4000 nüfuslu bu yerde %3 Müslüman yaşamaktaymış.
Goredze Şehri
Etrafındaki yüksek dağlara yerleşmiş 14000 çetnik(aşırı sırp milliyetçisi) askere karşı kahramanca savaşmış bir şehir. Etrafındaki Müslüman çoğunlukla 70000 olan nüfusu, Sırplara kahramanca direnmiş. 2 ay sonunda ne gıda, ne giysi, ne silahı olan halkın imani direnişidir. Ortadaki köprüden karşıya geçmek isteyen halka keskin nişancılarla ateş açılarak çok şehir verilmiştir. Bu köprünün altına başka bir köprü yapılarak bu tür ölümlerden kurtulmak mümkün olmuştur.
Hemşirelerin doktor olduğu, bıçak yerine demirin kullanıldığı, kanı durdurmak için demirden yararlanıldığı gerçek bir mücadeledir. Dışarıdan herhangi bir yardım gelme olasılığının olmadığı korkunç bir kaderle baş başa kalmışlar. Direniş sokaklarda başlamış, sonra birleşilerek, Sırp mevziler ele geçirilmek suretiyle 150 km.lik güvenli alan elde etmişler. Anlaşma yapılmasıyla kazanan Boşnaklar, yenilmiş gibi olmuşlar. Bu şehrin etrafında Sırplar yaşayarak, kuşatma altındaymış izlemine sahiptir. Savaş sırasında 4800 kişi şehit olmuş.
Buraya Ankara’nın Keçiören ilçesi kardeş şehir olarak birçok alanda paylaşımda bulunmuş, Kayserili iş adamları Kayseri camisini inşa etmişler. Cami oldukça büyük ve çift minareledir. Burada savaşmış ve savaşa tanık olmuş biriyle görüştük. Nasıl ve ne imkânlarla savaştıklarını bizimle paylaştılar.
Alperenler Tekkesi
Buraya Osmanlı gelmeden yerleşen mesleği değirmencilik olan bir alim/evliya tarafından tesis edilmiş ve etrafındaki insanlara tebliğde bulunmuş, dağdan doğan ırmağın etrafındaki yeşilliği ile bambaşka cennetsi görünümüne sahip, huzur verici bir yer. Burada hizmeti vazife bilen Türkler tarafından 30 yıllığına kiralanarak gezilesi yer haline getirmişler. Çevre düzenlemesi harika olmuş. Burada bizi Osmanlı kıyafetleri giymiş bir hanım kızımız karşıladı ve akan ırmağın şarkıları eşliğinde yemek yedik afiyetle.
Türk Köyü
Burası Adriyatik denizine oldukça yakın Osmanlının sınır kalesi ve yerleşim yeriymiş. Bir arkadaşın dediği gibi, bir Sırp’tan çilek aldım, bir Hırvat’a Allah’ın selamını verdim ve camisinde namaz kıldım. Hala O yaşanmış Osmanlı köyü durur gibi. En yüksekte gözetleme kulesi orijinal haliyle muhafaza edilmiş. Kule içinde anı olarak yazılmış birçok izler var. Her tarafa hâkim pencerelerinden manzara güzel görünüyor. Buraya çıkmak oldukça zordu.
Sonuç: İslam inancından cahil kalan bir toplumun başına gelen en büyük felaket örneğidir Bosna. Öyle ki, domuz eti yer hale gelmişler savaştan önce.
Ülkemizin insanlarının bizzat ziyaret ederek, bir gezi turundan çok ibret almak için bulunmaları gereken bir yer. Halkının genelinin üniversite mezunu olduğu, işsizlikten dolayı nerede iş bulurlarsa çalıştıkları; işsizlikten dolayı göç yaşandığı bir ülke. Doğası öylesi harika, insanı öylesi samimi… Buradaki Müslüman’ın manevi desteğe ihtiyacı var. Ben burayı ziyaret etmeden önce Devletimin bu kadar burada olduğunu düşünmezdim bile. Dışişleri bakanımızın ayda iki kere geldiği bir mekan olmuş burası. Mısır’da hala askeri darbenin yaşandığı, düğmeye basıldığında gezi parkı olaylarının bizi ne hale getirdiği, sömüren ülkelerin-İslam olmayan, ne derece bizi kontrol ettiği aşikarken, bu gibi yerlerden ders alıp, dinimizi samimi yaşayıp, kardeş bildiğimiz ülkelerle birlik içinde, alış-veriş yaparak destelememiz gerektiğini samimi olarak düşünüyorum. Ülkemizden dışarı gitmeyen insanın, dış ülkelerce bizim nasıl göründüğümüzü fark etmeleri mümkün değildir… Parası olan, maddi imkanlarını zorlasın ve gezsin. Gerçek açlık, manevidir çünkü…
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.