Arayış
Karada, denizde, havada… Sağımda solumda! Aradığım insan, eşya, mahlûk değil… Aradığım güven, menfaat, zanaat değil… Kendimi arıyorum, nereye baksam onu göremiyorum. Aynalar bir şeyler gösteriyor ama sürekli değişiyorum. Ben neredeyim, ben kimim, kendimi kendime sır yaptım ömrümce! Ses bile değişiyor, hastalıkla, asabiyetle, mutlulukla, acıyla… Ben hangi yerdeyim, beni çeken yerçekimini bile göremiyorum. Bastığım toprak bile suyla, esen yelle, yeşeren fidanla, mevsimlerle değişiyor. Nereye baksam, sürekli değişiyor. Kim yalan söylüyor, kim zamanla aldatıyor, kim yaşadığını iddia ediyor. Kim medeniyet diye tutturmuş, o medeniyeti bulan ve yaşatacak ben miyim, öyle olsa bile ben kendimi hala bulamıyorum.
İnsan kendini göremiyorsa, başkasının varlığını nasıl iddia edebilir ki? Dokunduğu, işittiği, gördüğü, yaptığını sandığı sanaldan öte bir şey değil, kendi bedenimde ki atom bombardımanı gibi… Kan tahlili yaptırıyorum, olmayan metal ismi yok, demir, çinko, magnezyum, kalsiyum… Ve atomlar. Bu kadar parçayı bir arada tutturan güç nedir? Bu basınç ve koruyan güç nedir? Melekler mi? Benim göremediğim, işitemediğim, belki de dokunduğum benden ötede kalan daha neler var kim bilir… Ben görmediklerimin içinde kayboldum mu yoksa? Belki de aramam gereken ruh… Onda atom falan yok, ölmüyor da… Beden ona ayla, sırlanmış dünya hayalinde!
Birde o kadar çok zıtlık var ki, o zıtlar olmasa yaşadığımı sandığım hayatın içinde her an çıldırabilir, akıl denen görmediğim varlığı delirtebilirim. Acı varsa neden tatlı da var… Ya acı olmalıydı ya da tatlı… İşin en püf noktası da, hep mutlu hissetsek pazardan acı almak için dolaşacağız inatla… Acısız geçen her an, tatlıya düşman ediyor. Hem iyi rolleri oynamak için ısrar ediyoruz, hem de acı rolde yaşamı tatbik ediyoruz. Tatlıyı isteyen neden acıya mahkûm olmak ister ki… Eğer ikisini de istiyorsak, ben kendimi nasıl bulabilirim. Ben bu dünyaya ait değilim, yokum demek en kısa çözüm mü yoksa? On yıl önce yaşadığım bir günün tamamını unutuyorsam, hangi maziyi masaya yatırabilirim, ben yaşadığımı ispat edebilir miyim ki… Hele kendime!
Bu kadar çok insanın yaşadığını iddia edip, ne yaşadığı sorulduğunda bilmem ki demesi ne acı değil mi? Cesedi terk edecek ruh, görmediğimiz ruh, özgürlüğüne kavuştuğunda, sorguyla karşılaşacak… Biz hatırlayıp bulamadığımız ben’i yaratanın videosunda an be an seyredeceğiz haşırda elimize verilen kitap da…
Ne kadar az insan kendini bulup görebiliyor, ne yazık ki… Bunu okuyan sen, o şanslı olanlardan mısın, yoksa benim hislerimi yaşıyor musun, söyle hangisi?
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Ve ölüm! Sonrası ne güzel bir aydınlanmadır, kim bilir?
Okları bütünüyle insanlar, olaylar ve dünya üzerinden çekip kendine yönelmek... Buna rağmen insanların, olayların ve dünyanın içinde kalabilmek, kalmaya mahkûm olmak...
Düşünmek elbette vazifemiz ama aslolan inanmak. Düşündüklerimiz besleyemiyorsa imanımızı; hayata, insanlara, olaylara ve dünyaya dair farkındalıklarımızı gözden geçirmemiz gerekmez mi? Demek ki eksik kalıyor birşeyler ve biz fark edemiyoruz fark etmemiz gerekenleri.
Düşünmek, inanmak ve harekete geçmek... Bu üçünü bir arada, iç içe, birbirine sindirerek yaşayamamak belki de bütün mesele. Düşünürken inanamıyoruz belki yahut inanırken düşünemiyoruz ya da bu ikisini başarsak harekete geçemiyoruz.