- 433 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MALIMI YİDİRMİYECAANMİ !
MALIMI YİDİRMİYECAANMİ !
İnsanlar ne kadar yaşlanırsa yaşlansın “Onun gönlü ölünceye kadar genç kalır” derlermiş, “eskinin yaşlıları.”
Karaca ören köyünde ismini hatırlayamadığım lakabı Aloon Gavruk denen bir yaşlı amca “elden etekten düşmüş” yattığı hasta yatağında adeta ölümünü beklemektedir. Başucunda toplanan oğullarına “Ah yavrularım bahar gelse de kümesteki gülükleri önüme katsam da güneyin burnuna doğru şöyle ağır ağır güderek yaşamın zevkine varsam” derken nefes alamadığı için kelimeleri boğazına düğümleniyordu.
-Vay gönül vay aklından geçenlere de bak…
Dalakçılı Gara Mehmet ile Karaca örenli Hamit’in Ali gençliklerinden beri aralarından su sızmayan can ciğer iki arkadaş idiler. Zamanla her ikisi de köyden şehre göçmüş, ticaretle uğraşmış, kimi çocukları işe girmiş, kimi çocukları da Almanya’ya işçi olarak gitmiş, hayatlarını bu şekilde garantiye almışlardı.
Zamanla yaşlandıkları için çocukları onların çalışmalarını istemediğinden, maddi ve manevi yardımlarda bulunuyor, baba ve analarını ele güne muhtaç etmiyorlardı. İki arkadaş sağda solda buluşuyor, gelmişten geçmişten dem vururlarken “vaktin boş adama zor geçtiğinin” farkında oluyorlar, bu da onların moralini bozuyordu.
Bu böyle gitmezdi. Hangi dükkancının yanında kaç saat oturabilirlerdi. Daha kaç gün parkta onun-bunun dedikodusunu yapanlara karışacaklardı. Zaten yapı icabı böyle kişiliğe sahip de değillerdi.
Düşündüler, taşındılar hayvan pazarından inek, dana, tosun satın alıp, eşe dosta belirli bir ücret karşılığı satarak hem vakit geçirme, hem de üç beş kuruş kâr edinmeye karar verdiler.
Gara Memmet, bu işte deneyimliydi. Zamanında hayvan alımı satımı yaptığından elini hayvanın üstüne koyduğunda onun kaç kilo et vereceğini, eğer dişiyse karnında buzağısı var mı, yok mu hemen anlayan, zamanında canlı hayvan alımı- satımı yapmış birisiydi.
Sabah erken kalkıp bir yerde buluştuktan sonra iştahla hayvan pazarının yolunu tuttular. Sağı solu şöyle o değil den kolaçan ettiler. Hayvan kaça gidiyor, ekmek yedirir mi gibi düşüncelerle ince eleyip sık dokuyarak öğleye kadar pazarda dolaştılar. Öğle namazını kıldıktan sonra keselerine göre bir danayı gözlerine kestirdiler, uzun süren pazarlıklar neticesinde danayı sahibinden satın alarak bir an önce kesip satışa sunmak için hayvanı kiraladıkları bir araca yükleyerek Gara Memmedin evinin yolunu tuttular. Dana Gara Memmedin dediğine göre kiloluydu, dediğine göre verdikleri paranın iki katını kazanacaklardı. İlk siftah böyle olursa değme keyfine. İki arkadaşın gözleri ışıl ışıldı.
İşleri umduklarından daha iyi gitmiş, etleri kasap fiyatından aşağı verdikleri için ellerindeki etleri kısa zamanda tüketmişlerdi. Yeni bir hayvan almak için Pazar günü açılacak olan hayvan pazarını dört gözle beklemeye başlamışlardı.
Haftalar böyle akıp giderken vaktin nasıl geçtiğini bilemedikleri gibi üç-beş lira da kâr etmeye başlamışlar, bu yüzdende eski asık suratları gitmiş,yerine gülücükler saçan güler yüz gelmişti.
Zamanla bu iki ahbaba özenen bazı köylüleri de bu işi yapmaya kalkışıp kendilerine rakip olsa da gerek Gara Memmed’in bağırarak, çağırarak ahbaplarını utandırması, “Bir yerde onları et almaya mecbur bırakması” gerekse Hamit’in Ali’nin de yıllarca köy köy gezerek çerçilik, sonra da uzun süre bakkallık yapmasından dolayı ticari ikna yeteneği oluşu rakiplerinden daha çok iş yapmalarını sağlıyordu. O yüzden rakipleri bu iki deneyimli arkadaşın işlerini pek etkilemiyordu. Aslında bu tür rekabetler et gereksinimi olan Turgut Özal’ın tabiriyle “orta direk vatandaşların” da işine geliyordu.
Kasap esnafının kirası, vergisi, stopajı, kesim parası, bir de sonradan bunun üstüne eklenen KDV’si derken haliyle eti arada kesip satanlardan pahalıya satıyorlardı. Santim hesabı ile geçinen vatandaş araya- sora ucuz yiyeceğin peşinde oluyordu. Seksen ihtilalından sonra sivil idareye geçilmiş, yapılan genel seçimleri de Turgut Özal’ın kurmuş olduğu Anavatan Partisi (ANAP) büyük bir çoğunlukla kazanıp iktidara gelmişti. Özal, eşine o güne kadar rastlanmamış yenilikler içine girmiş, buradaki konumuz haricinde adını yazamayacağımız kadar birçok devrimler yapmıştır. Bunlardan birisi de vergi kaçağını önlemek için uygulamaya koyduğu KDV idi. Başarılı oldu mu, olmadı mı orası ayrı konu! KDV adına olmadık öyküler yazılmış birçok gülünç filmler çevrilmişti. Zamanla iş çığırından çıkıp boyutunu aşmış hükümet baştaki toptancıları kollar iken ufak esnafla vatandaşı karşı karşıya getirmiş “fiş ver, verdim, vermedin” tartışmalarının yanında esnaftan ödünç para alıp ta sonra “fişimi ver yoksa paranı vermem haa” tartışmaları, KDV pazarlıkları gibi roman ve öykülere yazılacak saymakla bitmeyen acıklı ve gülünç olaylar yaşanmıştı.
O gün pazaryeri ataların tabirince “iğne atsan yere düşmez” denilecek kadar kalabalıktı. Hamit’in Ali ile Gara Memmet uzun pazarlıklar sonucu ette çok, pahada hafif bir tosun alıp kiraladıkları
kamyonete yüklediler.
Hamid’in Ali kamyonetin ön koltuğuna “bir ağa pozunda” otururken Gara Memmet de aracın kasasında bir elinde tosunun yuları diğer elinde deynek olduğu halde “araç yürürse düşmeyeyim” diye sıkı-sıkı tutunurken tam hareket etmişti ki “duuur” diye bağıran ellerinde dosya ve içi tutanak kağıtları dolu iki üç kişi arabanın önüne kendilerini dayadılar. Aracı süren şoför şaşırdığından ani fren yapınca tosun dengesini kaybedip Memmet ağaya toşladı, o da dengesini kaybedip kasaya düşerek hayvanın yere yaptığı boka, sidiğe yamandı.
Gelenler Kırşehir Vergi Dairesi’nde çalışan o gün için hayvan pazarını denetlemekle görevli memurlardı. Hamit’in Ali bir şeyin farkında olmasa da, içine kurt düşen Memmet ağa eline yapışan pislikleri kamyonetin kapağına silerken “Buyurun gençler, hayırdır?”dedi.
“Amca bu tosunu nereden aldın? Kimden aldın? Kaça aldın? Fişin, faturan, sevk irsaliyen nerede” gibi Gara Memmed in adının “çoğunu yeni duyduğu” soru üstüne soru soruyorlardı.
Memmet ağa sorular soruldukça renkten renge giriyor, verdiği yalan yanlış cevaplar memurları tatmin etmiyordu. Memurlardan biri, “Amca yaptığınız bu ticaret yasal değil, size ceza yazacağım, adını soyadını, yada kimliğini çıkarırmısın”.
Ceza yazılacağını anlayan Gara Memmet “işi bağırtıya, çağırtıya dökersem bu işten sıyrılırım” uyanıklığını takınarak sorulan sorulara yüksek sesle cevap vermeye başlamıştı. Yaşamında zaten
kuru gürültücü bir yapıya sahip olan Gara Memmet’in kurmuş olduğu plan meyvesini vermeye başlamış birden etrafları meraklı kişilerce sarılmıştı.
Görevli memurlar kalabalık etraflarını sarınca bundan korkarak biran önce işlerini bitirerek oradan kurtulmanın derdine düştüler. Gel gör ki Gara Memmet’in ipe sapa gelmez bağırtı ve çağırtılarından, ortalığı velveleye vermesinden adamlar görevlerini bir türlü yapamıyorlardı. Çevreye toplananlar da memurlara yarı tehditkar tavır almışlar, “Her zaman bu haltı yiyorsunuz, biz pazarcılara yaptığınız çok ayıp” diyerek bağırıp çağırıyorlardı. Memurlar halk isyana kalkıp bizi linç eder korkusuna kapıldılar. Turgut Özalın “benim memurum işini bilir ilkesinden” hareket eden içlerinden ikisi” esnaftan beleş geçinme gibi yollar denemişler, haraç almasalar da bu yüzden bayağı yiyip içip zıkkımlanmışlar” haliyle şehir esnafının nefretini kazanmışlardı. Çarşıda, pazarda görevli olsun olmasınlar gezerken esnafın onlara bakışlarından bunun bilinci içindeydiler.
Memurlar bu korkuyu yaşarken beklenmedik bir şekilde kamyonetin kasasından zaten az kambur olan belini daha da büken Memmet ağanın, o uzun kollarını arabadan aşağıya uzatarak “yaba gibi elleriyle” memurlara adeta vururcasına “MALIMI YİDİRMİYACANİZMİ, KESİP KESİP YİYECAM, BUT- BUT YİYECAM, BUNDAN SİZE NE GARDAŞIIIIIIM”! diye pazarın öbür ucundan duyulacak şekilde bağırdığında olaydan utanan memurlar kalabalığın arasından kaymışlardı bile.
ERDOĞAN ÇALIŞKAN 25 02 2012 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR
NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.