- 723 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NEDEN Mİ YAZIYORUM?-12
Medresenin uğultusu bir çağlayan gibi, uzaklardan bile duyulurdu. Şimdiki eğitim sistemi sessizlik üzerine inşa edilmiştir ya, medrese öyle değildi, medresede her çocuk hecelemeden başlar, Kur’an’a kadar sesli okurlardı; elif bir üstün, elif bir esir, elif bir ötür; bu bir uğultu şeklinde dört bir yana yayılırdı. Neden böyle olduğunu bugün de anlamakta zorlanıyorum ama sanırım o da bir eğitim-öğretim tekniği idi. Çocukların deşarz-boşalması için belkide iyi bir şeydi, kim bilir. Burada eğitim dediğimiz şey; belleme ve ezberden ibaretti, yani bir dili Kur’an dili olan Arapçayı okumaktan ibaret; önce Elif-Ba, sonra Kur’an’a çıkılır, Kur’an tamamlandıktan sonra da, hafızlığa ayrılacak olanlar, bir tür burada, ailelerle de istişare edilerek belirlenirdi, belirlenenler hafızlıklarına burada devam ederlerdi, ama, hafız olmanın ve Kur’an okumanın tek kaynağı da buralar değildi. Mesela bizim konak odamız da bu işlere ayrılan yerlerdendi, amcamın hocalığı altında devam ederdi ki ben bu duruma şahit olanlardanım. Amcamdan önce de dedemin aynı mekanı hafızlık için kullandığı bilgimiz dahilinde. Hafızlık dışında bildiğimiz "Namaz Sureleri!" ezberletilirdi. Bir de, "Cuma Dersleri" adı altında otuz iki farzla birlik, bir takım kaide ve kurallar, yani bildiğimiz ilmihal bilgileri öğretilirdi. Tamamı bundan ibaret olan bir sistem.
Burada elbet de düşünceye yer yoktu, herhangi bir düşünceyi dillendirmenin de çok anlamı yoktu, mahiyeti itibariyle düşünceye kapalı bir sistemdi. Ben bir kez denemiştim, "Allah’ı kim yarattı?" demiştim ve bin pişman olmuştum. Mesela bir Bayburt Medresesinde, Erzurum Medresesinde, yahut İstanbul Fatih Medresesinde, durum neydi, nasıldı, düşünceye yer var mıydı, ne kadar vardı? Bunları ilgililerine havale etmekle birlik, benim buradan geriye baktığımda, görüp, sezinleye bildiğim; bizim düşünceden kopalı asırlar olduğu gerçeğidir. Bunu geriye doğru on üçüncü asra kadar götürmek mümkün. Tabi yedi yüz yıldır olup biten nedir diye haklı olarak soracaksınız; on üçüncü yüzyıla kadar devam eden düşünce bir yandan meyvelerini verirken, bir yandan da aslında düşüncede bir budama da başlatılmıştır. Bu her iki durum biribirinin içinde devam eder durumdadır. Bizim için bu meyveler Kanuni dönemine kadar devam etmiştir bir tür, düşüncenin budanması da buna paralel devam etmiş, yine bizce Kanuni döneminden sonra da, hem meyve hasadı, hem budama bitmiş, sınırları otorite tarafından belirlenen doğrudan belleme ve ezber kültürüne geçilmiştir. Bu asırdan sonra düşürüldüğümüz durum biraz askerlikteki tağdat-toplanma alanına benziyor, hem dini yaşama biçimi olarak, hem de medrese eğitimi olarak; bir düdükle, sınırları belirlenmiş bir alanda toplanıp dağılıyorsunuz..Soru sormuyorsunuz, belki de soramıyorsunuz, bir şey de düşünmenize gerek yok, çünkü bunu tartışacak bir yeriniz de yoktur. Düşünce dumura uğrayınca da yerini bir tür duyguya bırakmıştır. Duyguların deşifresi görevini de şairlerle birlik, tekkeler ve zaviyeler sürdüre gelmiştir. Dikkat edilirse bu son asırlar için bizim dünyamızda kimse kimseye düşünce adamı filan sormaz, düşünce adamı yerine biz hep bir tür duygunun temsilcileri olan şairleri biliriz. Sorularımız da bunlarla ilgilidir. Aslında İslam Dünyasının sekizinci asırdan sonra düşünce dünyasını da tasavvuf ve tarikatlar sürdürmüştür. Bir gün gelmiş bunlarda da düşünce gerçek anlamda son bulmuş, onlar da medreselere kendisini uydurarak; belleme, taklit ve talimle hayatlarını sürdürmeye çalışmışlardır, ta ki kapatılana kadar...
Hayrettin YAZICI
Devam edecek....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.