- 383 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Yokluğuna inan ki varolsunlar
Buna gerek yok. Daha fazlası gibi görünmeye çalışmak sende o fazlalıktan eser olmadığına işaret ediyor. Fakat tam tersi, kendini daha azı olarak görmek, fazlalaşmayla nihayet buluyor. Sanki kainatın düzeni de, tıpkı kul ve Allah’ı arasında olduğu gibi, acz-rahmet ilişkisi üzerine kurulmuş. Aç olmadıkça gıdalanmak yok. Muhtaç olmadıkça ihsan yok. Aranmadıkça bulmak yok. Öncesinde acizliği/fakirliği yaşanmadan elde edilen hiçbirşey insanı doyurmuyor. ’Tokmuş gibi’ yapılarak sofraya oturulmuyor. Öylelerinin bahtı farkedilmeden yaşanılan mütemadî bir açlıktır. Tüm zenginliği içinde boşluğu dolmayan intiharlar buna şahittir.
Evet. Kesinlikle. İnsan öncelikle eksik olduğuyla övünmeli. Yokluğunu başına taç yapmalı. Fahr-i Kainat aleyhissalatuvesselam gibi "Fakirliğim fahrımdır!" diyebilmeli. Bunu içinde yaşamalı. Bundan razı olmalı. Barışmalı. Ve şu da var: Bunu ’daha fazlası olmaya’ değil ’daha azı kalmaya’ açık olarak yapmalı.
Yani, hiçbir lokma bu açlığını geçirmeyecek, önce bunu kabullenmeli. Hep daha azı kalacak. Hep az olacak. Az oldukça yükselecek. Boyunu yukarı doğru değil aşağıya doğru atacak. Aşağı, aşağı, daha aşağı... Kök verecek. Göğünden vazgeçecek. Başka ağaçları görmeyecek. Sadece köküne bakacak. Onu görecek. Onu bilecek. Onun sağlığıyla ilgilenecek. Kibirle bozulmasının önüne geçecek. İşler hep içinde dönecek.
Sonrası? Sonrası da öncesi gibi. Allah Kerîm. O Kerîm ona, gözleri ayaklarındayken, dallar ikram edecek. İhsan edildiğini bilmeden ihsanlara mazhar olacak. Mürşidimin "Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır!" dediği gibi, o ademinde/yokluğunda büyüyecek, Allah ona vücud/varlık lütfedecek.
Her kitabın başına "Ne kadar az biliyorum!" diye oturacak. Her seccadenin başında "Ne kadar az kulluk ediyorum!" diye duracak. Her duasının öncesi "Ne kadar az dilendim!" cümlesinin endişesiyle döşenecek. Dışarıya göstermesine gerek yok. Dışarısı tam aksini düşünüyor da olabilir. Olsun. Dışarıyla hiçbir işi yok. Zaten bu ağacın köklerinin dışarıyla bir ilgisi yok. Dışarısı yok. Yokluk ağacının kökleri içerisine doğru büyüyecek. Zıt zıttını yetiştirecek. Ne kadar dibe inerse o kadar yukarıya çıkacak.
Dışarısını unutma meselesini cidden önemsiyorum. Bana öyle geliyor ki, dışarısı unutulmadıkça, ihlasın vücud bulması mümkün olmuyor. Her ne oluyorsa içeride oldukça gerçek oluyor. Fizikî âlemde nasıl birşeylerin somutta olması onu ’gerçek’ kılıyor, fizik ötesi âlemde de bazı şeylerin soyutta kalması onların ’gerçek’ kalmasını sağlıyor. Dışarıya çıkardığınız anda yokediyorsunuz. Belki farkediyor belki farketmiyorsunuz. İkinci niyetler birincilerini böyle öldürüyor. İçeride, hiçbir iddiası olmadan, bir arayış olarak durdukça niyetler yaşamaya devam ediyor. Yoksa canları alınıyor.
"Hayrat ve hasenâtın hayatı niyet iledir. Fesadı da ucub, riyâ ve gösteriş iledir. Ve fıtrî olarak vicdanda şuur ile bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyet ile inkıtâ bulur. Nasıl ki amellerin hayatı niyet iledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtrî ahvalin ölümüdür. Meselâ, tevâzua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izâle eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hâkezâ, kıyas et!" diyen mürşidimin sözünü bu penceden bakınca biraz daha anlar gibi oluyorum.
Öyle ya. Neden varolsunlar ki? Neden varolduklarına inanayım? Onların vücudu varlıkta değil yoklukta. Yokluklarına inanıldıkça varoluyorlar. "Ne kadar mütevazıyım!" desem tevazum ölür. "Ne kadar kibirliyim!" desem kibrim ölür. Hatta kendimi uyumaya zorlasam uykum bile kaçar.
Bunlar iradeyle olacak işler değil. Bunlar ancak yokluğuna içten yakınmakla ’ol’acak şeyler. "Ne kadar da yok!" diye dizlerini vurdukça varolanlar. Ah, arkadaşım, yani içeride kalması gereken şeyler var. Dışarı akmaması gereken şeyler. Dışsız şeyler. Fakat, ne yazık, biz ahirzamanda suretperestliğe karşı koyamıyoruz. "Hayâ imandandır!" hadisinin sırrına dokunamıyoruz. Halbuki en doğal karşılanması gereken şey budur. Şeyleri saklamayı sevenlerin ’ancak yokluğuyla varolan şeylere’ sahip olması kolaydır.
YORUMLAR
Evet kul aciz olduğunun farkına varıp kabul edecek acizliğini, nitekim öyle değil mi, hepimiz aciz kullarız. Ben de farkına vardım, sanki aciz- Rahmet düzeni üzerine kurulmuş dünya, ama tabi ki emin olamıyor insan, bilmiyorsun ki herşeyi, işte acizlik örneği. Bir yere kadar getirebiliyorsun, sonra takdir Allah' tan deyip teslim oluyorsun, iste bu teslimiyet huzur veriyor insana, çünkü Yüce yaratıcının varlığını hissediyorsun, güvende olduğunu biliyorsun, onun senin için en hayırlısını vereceğini düşünmek, herşeyi ona bırakmak...
Şunu merak ediyorum, açlığı anlamak için aç mi kalmalı insan. Empati yapması yetmez mi açlığı bilmek için. Elinde her türlü imkânı olan birinin, açlığı niye tatmak istesin ki, burada insanı yönümüz çıkmalı ortaya. İnsanlığımızı kaybetmemek. Tok olanların açlari doyurma sorumluluğu almaları gerekiyor, çünkü tok artık tok, dur demeli ve aç olanlara çevirmeli kalplerini.
Aza tamah etmeli insan, onunla mutlu olmayı bilmeli ve onu kabul etmeli, gözü gönlü tok olmalı. Burada aslında yine inanç devreye giriyor. İnsan ruhunu, gönlünü doyurmalı önce insan.Aslında tok ve aç olan birbirinin zıttı ve birbirine muhtaç. Çünkü tok olan azalmalı ki, aç doysun, denge kurulsun. Ne tuhaf, herşey zıttı olanla tamamlanıyor sanki, yine emin değilim ve acizim. Aciz olmaktan mutlu musun diye sorsanız, kabul ediş var, teslimiyet var ve huzur var.
Evet tüm zenginliği içindeki bir insan neden intihar etmek istesin ki, inançsızlık. Allah' a sımsıkı sarılmış biri bu eylemi yapamaz elbette. Bilir bunun en büyük günah olduğunu. Burada aslında isyan var, acizlik değil. Bu isyanda insanı karanlığa sürüklüyor.
Önce kendimizi bilmeli, içimde ne var, kökler göğe uzanır elbet, ama önce köklere bakmalı, içimize dönüp kendimizi tanımalı, kendimize zaman ayırmalı.Köklerin güçlendikçe, dikey değil yatay büyüme toprağın derinliğinde önce.
İnsanin için de bir insan olma mekanizması var sanki, iyilik yapmak için, niyet edip, bunu sessizce yapabilmek güzel ama çevre faktörü giriyor, nefs giriyor devreye. Eğer insanda bir boşluk, inanç boşluğu var ise bu iyi niyet gösteriş olarak algılanabiliyor, ama bunu sessizce yaptığınız da Allah şahit herşeye. Allah doldurduğu zaman boşlukları, kimin ne diyeceği zayıf kalıyor, Allah' a hesabın olduğunu düşündüğün zaman. Aslında saklayabilmek şeyleri ve kabul etmek yokluğu, bırakmak Allah' a tüm varlığınla...
Saygılarımla