- 625 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Davet
Doğduğum yurt köşesi bulutlara komşu, şimdi bile bakirliğini büyük ölçüde koruyan topraklar içindedir. Kışları bembeyaz karlara bürünen, yazları çiçek cenneti ve yeşillik denizi bir diyar… Çoğunlukla kudretten bitip büyüyen tanımsız güzel, farklı bir yeşil renkli iğne yapraklı ormanlarla kaplı dağlar. Çam, ladin, köknar ağaçlarından öte ahlat ağacına kadar ağaç çeşidi ve gürgen, meşe, kavak daha nice yayvan yapraklı ağaçlar orman zenginliğini tamamlamakta. Portakal renginden kahverengine dönüşen ahşap binalar… Kirazdan cevize, vişneden elmaya kadar çeşitli meyve ağaçlarının oluşturduğu meyve bahçeleri… Ahırlar, samanlıklar köyün diğer binalarını oluşturur.
Üç yüz haneli şirin bir köy. Okuluyla, camisiyle, bir elin parmakları sayısı kadar dükkânlarıyla yaşam dolu bir köyde geçti çocukluk ve ilk gençlik yıllarım. Bizim köy gibi komşu köylerimizde güzeldir. Aynı özellikte meyve bahçeleriyle bezeli mahalleler ve alabildiğine geniş ormanlarla çevrili köyler.
Yağmurlar bol yağar, çayır ve meralar zümrüt yeşilliğini korur. Olanak dışıdır kış aylarında kara görmek. Çünkü doğa beyaz kürkünü giyer. Uzun kışlar bitmek bilmez. Her çocuğun bir kızağı vardı. Kızak kaymak, kar üstünde güreş tutmak köy yaşamında tadına doyum olmayan eğlencelerimizin başında gelirdi. Kartopu, kardan adam yapma işin tuzu biberiydi.
İlkbahar gelmesi, havaların ısınmasıyla birlikte çalışma başlar. Daha nisan sonunda köy okulları tatile girerdi. Alabildiğine geniş okul bahçesinde oyuna doymadan elde boyumuz kadar uzun bir değnekle bir sürünün başında bulurduk kendimizi. Aralıksız, sonbaharda okulların açılmasına kadar sürerdi çobanlık serüvenimiz. Sisli, puslu havalar, yağış çeşitlerinin her çeşidi, özellikle dolu yağışını yayla düzlüklerinde karşılamak çobanlık yapan her çocuğun yaşadığı sıradan durumdu. Neyse ki, sonbaharla birlikte okulları açılırdı. Okulların açılmasının mutluluğu bayram günlerine kavuşmanın güzelliğinden daha da güzeldi.
Çocukluk, ilk gençlik yılları, omuzlarımıza yüklenen ağır sorumluluklarıyla sona erdi. Kimimiz okudu memur oldu. Bazılarımız erkenden büyük şehirlere göçüp işçi oldular. Çok hızlı bir biçimde halkımız köyleri terk edip kentlere yerleşti. Kentlere yapılan bu göçlerden az çok her yurttaş nasibini aldı. Hızlı kentleşmenin sancıları hala yaşanmakta gün gün yıl yıl…
Plansızca yapılaşma sonucu özellikle büyük kentlerimiz birer köy görünümü aldığı olgusu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda. Yeşil alansız, çoğu kez parkı olmayan varoşlar alabildiğine çoğaldı. Dar cadde ve sokaklar, gökyüzünü görmenin bile olanaklı olmadığı yerden darı bitercesine konutların oluşturduğu mahalleler topluluğu. Trafik karmaşası. Ülkemizde kent manzaraları böyle… Özellikle trafiğin çekilmez olduğu, ses kirliliğinin hava kirliliğine at başı gittiği kentlerde yaşamak durumundayız. İstesek de istemesek de artık geriye dönmek, doğayla baş başa yaşamak olanaklı değil. Tıpkı bir zamanlar göçmen işçi olarak Almanya’ya gidip üç beş yıl çalışıp ülkeye dönmek isteyip Almanya’ya kök salan yurttaşlar gibiyiz. Köyün bakir doğası, soğuk suları rüyalarımızı süslemekte sadece.
Çift sürmek, çayır biçmek, hayvan beslemek uğraşı çok gerilerde kaldı. Kentlerin özellikle plansız büyümesi iyice özletiyor yeşillikler içindeki köyümü. Şimdi tüm benliğimle hissediyorum doğduğum toprakların ne kadar güzel olduğunu. İlkbaharlarda suları coşkun akan dereleri, yemyeşil çayırları, türlü çeşit çiçek açan meyve bahçelerinin eşsizliğini… Bir şanstır benim için o bakir topraklarda doğmuş olmak. Her ne kadar uzak olsa bile. Şimdi paha biçilmez değerini iyice hissettiğim memleketimdeki eşsiz güzellikleri anlatmak isterim. Yaz mevsiminde memlekette gitmek kısmet oluyor. Önünde şırıl şırıl akan diş sızlatacak denli soğuk bir pınar olan baba evimizi şenlendirdik. Evimizin karşısında alabildiğine gür yemyeşil ormanımız uzanmakta. Arka balkonumuzdan Koyunlu Köyü’nün altın çerçeveli evlerini seyrediyorum akşam güneşinin altın ışıklarıyla birlikte. Daha gerilerde Cin Dağının sivri tepesi ve diğer dağlar sıralanmakta.
İlkbaharlarda kırlardaki fundalıkların diplerindeki açan mor menekşelerin güzelliği hala hafızamda dün gibi saklı. Ve kırların zirvesinden Meşeli Köyünün kara ormanlarını, daha sol tarafta ise sırayla Veli Köyü ve Pınarlı’nın ormanlarla çevrili ahşap evleri gözükmekte. Bahçeler içinde güzelim ahşap köy evleri.
Evimizden Ardahan’a doğru yol alırken sağ tarafta yeşil çayırlar uzanır. Yol üzerinde ise sadece çam ağaçlarının oluşturduğu orman denizi içinden geçilir. Nihayet ormanların bittiği yayla düzlüklerine varılır. Yayla düzlüklerinin köyümüz hudutlarındaki Odalar diye adlandırılan yüksek düzlüğe çıkmadan olmaz. Odaların başından ta Gürcistan sınırına kadar bir kuş bakışı bakışla köylerimiz gözükür. Ormanların arasında iki katlı evleriyle “ama uzak, ama şirin, ama garipsi” köyler… Tıpkı Külebinin’nin dediği gibi. Odaların başında bulunmakla kendinizi yükseklerden uçan kartallar kadar özgür hissedersiniz. Dört tarafta engin ufuklar ve üstümüzde masmavi gökyüzü.
Odaların başından seyrederken köylerin arkasındaki sıra dağlar, dağlara yaslanan korkunç yükseklikte kayaların vahşi görünüşü ürpertir ilk görenleri. Bir zamanlar Gürcü kraliçesi bu kayalara oyulan; çıkılması çok zor odalarda saklanmış güzelliğine hayran olan âşıklarından. Dağların zirvelerinden istila orduları geçmiş bir zamanlar. Milis güçleriyle dedelerimiz düşmanlara kurşun sıkmış bu topraklarda.
Yaylalarımızı geride bırakıp köyümüze en yakın il Ardahan’a doğru yönelelim. Bir zamanlar kalabalık sığır ve koyun sürülerinin yayıldığı Ardahan yaylalarının tenha oluşu ilginizi çeker. Artık Doğu Anadolu’dasınız. Karadeniz Bölgesinin gür ormanları yoktur bu bölgede. Dağları aşıp Ardahan ovasına indiğinizde içinde mendereslerle bezeli suların yavaş yavaş aktığı geniş platolar çıkar karşınıza. Yol kenarında kazların bolca gak gak diye öttüğü köylerden geçerek Ardahan şehrine varırsınız.
Biz ilçemize dönelim evimizden. Yolumuz üzerindeki Yavuzköy’de mola verip bu köydeki Seyir Tepesine çıkalım. Seyir Tepesi’nin güneyinde ve batısında dik yamaçlarıyla dağlar, çevreleri orman, içleri meyve bahçeleriyle süslü köyleri seyretmenin tadına doyum olmaz. İlginçtir, halkımızın çoğu şairdir. Şairlerin ruh dünyasından yansımalarından adını almış bir tepemiz var ilçemizde: Efkâr Tepesi. Adı öykülere, şiirlere girmiş ünlü bir tepe. Bu tepeden dar vadileri, köyleri, köyleri çevreleyen sıra dağları bir bir seyredip tüm dertler unutulur. Âşıklarımız efkâr dağıtır. Köylerimizi, doğamızın eşsiz bakir güzelliklerini anlatmak bu yazının hacmini çok aşar.
Yaz aylarını geçirdiğim doğanın göbeğindeki evimizi onurlandıran dostlarla buluşuyoruz zaman zaman. Dostlarımla sohbetlerimizin konusu daha çok kitaplar oluyor. Okuduğumuz öykü ve romanlar, şiirler üzerine saatlerce konuşuruz. Bu arada sanal dünyada şair-yazar birçok arkadaş edindim. Türkçemizin engin güzelliği içinde yazılan şiirler, öykülerle iletişim kurduk...
Şiir ve öykülerini çok beğendiğim bir arkadaşım yazmaya yönlendirdi beni. Bu soylu eylemim içinde olmamı o arkadaşıma borçluyum. Çok has bir şiiri vardır. Kendisi Akdenizli olmasına karşın hiç görmediği benim köy evimi, evin önündeki çeşmeyi, yemyeşil çayırları betimlemişti bir şiirinde adeta… Arkadaşımın o şiiri tüm hümanist duygularımı coşturdu. Şiirlerin büyülü dünyasına girdiğimde coşkulu duygular sarar ruhumu. Betimlenen duyguları bir bir yaşarım…
Doğayla iç içe yazları yaşadığım evime şair-yazar arkadaşımı davet ettim. Söz vermesine karşın buluşmak, güçlü şiirlerin şairinin ağzından şiir dinlemek olanaklı olmadı. Oysa ne çok istekliydim bir edebiyat sofrasın etrafında şiir ziyafetine tanık olmaya. Yaşadıkça nice bahar ve yazlarla göreceğiz elbet. Dilerim önümüzdeki yaz aylarında şair arkadaşımla buluşmak onuruna nail olurum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.