- 377 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Şehrin Dalgakıranlarında
Bu notları okuduğuna göre denizi seven biri olmalısın
sen de . . . hayatımı sakladığım kabuğu (taşı) kaldırıp
beni bulduysan bir elinde biran olmalı ve intiharla kesişen
yolların. Belki tam da gündüzü unutturan bir gecede ölümü
anne kadar sevebileceğine kendini inandırdığın bir anda
geçmişimdir eline. (Böyle olmasını isterdim.)
Eğer herkes uyuyunca Tanrı’nın denize girdiğini
düşünerek geldiysen her biri ayrı yara olan bu kayalığa,
umutlanma . . . çocukken ben de hep onu görmek amacıyla
gecenin bir yarısı evden kaçıp gelirdim buraya ama
duyduklarım sadece dalga çarpınca kayalardan yuvarlanan
yengeç ve kırılan şarap şişesi sesleriydi. Tanrı yerine,
otele gidecek paraları olmayanların sevişmek için
geldikleri bir yerdi burası. Ben de buraya aittim.
En son iki yıl önce attım kendimi kayalıklara. (Bunu
unutmayın.) Güneşlenir gibi uzandım. Artık ne tanrı vardı
ne de sevişmeye gelen çiftler. Bu kez, şarap şişesi
kırıklarını uzanıp uzanıp kayaların arasından toplayan
dalgaların, kalbimdeki kırıkları da alması dileğiyle
çakılmıştım kayalara. Kendimi bildim bileli her şeye çabuk
bağlanırım. Hatta daha şimdiden sana bile bağlandım, ne
güzel dinliyorsun beni. O gece de sessizliğine bağlandığım
biri gibi. Onu görmeden evvel üç gün boyunca uyumuştum.
Yataktan kalkıp kendimde hayata karıştırabileceğim hiçbir
şey bulamıyordum. Üç gündür aynı şarkıyı çalıyordu teyp,
ne kadar iğrenç bir şarkıydı o! Teybi kapatmak yapacağım en
iyi işti ve hemen kalkıp kapattım ama bunu yapana
kadar çoktan iki damla yaş düşmüştü gözlerimden. Işıkta
oturmayı sevmediğimden, ışığı açmadan giyindim. Karanlıkta
kıyafetlerimi bulmak zor olmadı çünkü; her zaman yerde
giyilmeye hazır beklerlerdi beni . . . ben de onları hamam
böcekleriyle kabul edip geçirirdim üzerime. Hemen çıktım
evden. Havalar erken soğumaya başlamıştı o mevsim ve belli
ki yağmur yağmıştı uyuyarak geçirdiğim günlerde. Yollar
hâlâ ıslaktı. Bir an dönüp montumu almalıyım diye düşündüm
ama bir montum var mıydı hatırlamıyordum.
Gündüzleri midemi bulandıran bu mahalle, akşamları çok
güzel oluyordu. Kapıda biraz durup tadını çıkardım. Altı,
yedi tane sokak köpeği aşağı yukarı koşturuyordu. Eskiden
ayyaş bir adam vardı, gündüzleri mahallenin çocukları onu
taşlarlar ama hava kararınca hepsi ondan korkarlardı. Tüm
sokak köpekleri hep peşinde dolaşırdı. Geceleri uyuduğu
harabede köpeklerle seviştiği söylentileri her yerde
dolanıyordu. Bense o adam için her gece ağlıyordum, hiç
konuştuğunu duymamıştım. Belki o yüzden seviyordum onu,
belki de o yüzden çocukken hep hayvan olmak istemiştim.
Şimdi de neredeyse onların arasına katılıp aşağı yukarı
koşmak geçiyor içimden. Nasıl olsa artık onların mahallesi
burası. "Aklını kaybetmiş bu" deme, seni seviyorum ve
öpüyorum yanaklarından ama dudaklarından öpmek isterdim.
Yanımda olsan belki sen de beni severdin, kıskanırdın,
nefret ederdin . . . öyle değil mi? Hayatım boyunca hiç
kıskanılmadım. Sadece anne sevgisi tattım on yaşıma kadar.
Sonraları o da benden nefret etmeye başladı. Bir bilsen ne
çok sevmiştim o kadını. O da babamı çok sevmiş galiba, öyle
derdi . . . ve babam da tüm kadınları.
Dışarı çıktığımda gidecek tek yerim vardı, "nereye
gitmeliyim" diye düşünmeden ayaklarım yürümeye başlardı.
Denizin ortasından bakınca sakin bir sahil şehriydi burası,
herkesin yaşamak isteyeceği bir yer. Neden tüm kıyı
şeridine kayalar koymuşlar merak ederdim, şimdi anlıyorum .
. . içine kabul ettiği sevgililerin acılarını başka hangi
kalp kaldırabilirdi ki?
Hissediyordum, dalgalar yükseldiğinde ayaklarım
ıslanıyordu. Üşümeye başlamıştım ama evimden ve insanlardan
daha sıcaktı taşlar. Birkaç kaya ileride biri daha oturmuş
bana bakıyordu. (Ah! Ne güzel bakıyordu, ne işi vardı bu
mezarlıkta . . . beni canlandırmaya mı gelmişti?) Hayat ve
ölüm arasında gibiydim ama ona aşık olabilmiştim.
Ergenliğimin ilk yıllarından beri bana böyle bakan herkese
aşık olurdum.
Yanıma geldi. Şimdi bir cesede bakar gibi gezdiriyordu
gözlerini üzerimde. Güçlü olduğumu göstermek istiyordum,
yerimde doğruldum . . . ama hayatım boyunca güçlüymüşüm
gibi yapmaktan artık yorulmuştum. Ona daha hiçbir şey
anlatmadan geçmişte yaptıklarımı itiraf eder gibi "yalan
söyledim" deyip tekrar bıraktım kendimi kayanın üzerine.
Kendimi öyle hafif hissediyordum ki kafamı taşa ne denli
sert çarptıysam da acı duymamıştım. Pantolonum dizlerime
kadar ıslanmıştı. O, sanki bakışlarını sevdiğimi anlamış
gibi çekti gözlerini benden. Denizin içinde kaybolmuştu bir
an. Sadece sesini işitiyordum.
- Biliyorum . . . ruhunu aramaya, bulduğunda da
kaybetmeye geliyorsun buraya. Kalbindeki çığlığı duymadım
mı zannettin? Evet! Duydum . . . kalbin hâlâ açık ömrünün
bu saatinde ve bana yer bırakmış gibisin içinde. Öyleyse
biraz senden ve benden konuşmaya cesaretimiz de olmalı.
Gerçekten hâlâ konuşuyor muydu kalbim? Oysa ben ruhumu
değil, kalbimi bırakmaya geliyordum buraya ve artık
hissetmiyordum. Gitmiş olmalıydı şimdiye dek. Belki de onu
görünce çekinip atlayamamıştır göğsümden. Onun göğsündeyse
dalga sesleri vardı. Derin bakışlarının sebebi bir denizci olması mıydı? Gözleri sıcak bir yaz gecesi ama elleri iki ayrı buz dağı değil miydi? Ben de tanıdım onu, tüm güzelliklerine rağmen tanıdım.
Ondan nefret ediyorum . . . oysa sevebilirdim, bana baktığı
kayada oturmaya devam etseydi. O an hiç bitmesin.
Yalnızdı, anlamıştım bunu. Onca patavatsız iç
konuşmamdan
sonra beni terk edeceğini düşünmüştüm, gözleri gibi . . .
Dalgalar kayalara vurdukça köpük köpük yalnızlık
püskürtüyordu yüzümüze.
Sevmeye başlamıştım onu ve göğsündeki dalga seslerini.
Gözlerindeki derinlik başımı döndürüyor, aklımdakiler
öylece etrafa saçılıyordu. Nasıl onun gözlerinden
bakabilirdim dünyaya? (Çok isterdim bunu.) Kesin yalnızdı
benim gibi, artık insanlardan tat alamıyordu . . . yoksa ne
işi vardı benim yanımda. Sokakta görse aşağılar. Eski
arkadaşlarım da öylelerdi. Tanıdıkları varsa yanlarında
yüzüme bakmazlar ama başka bir semtte karşılaştığımızda çok samimiyiz gibi yaparlardı. Bense her zaman onları görmezlikten gelmek için kendimle savaşırdım . . . ama şu içimdeki insan merakı. Ah! Ne çok nefret ederken hepsinden nasıl da sevilmek isterdim
onlar tarafından. Başını koysa göğsüme, kalbime baksa . . .
Eskiden açınca kalbimi kızarırdı yüzüm, herkes kapalı
kalpleriyle gezinirken ortalıkta. Penisimin pantolonumdan
belli olması kadar utanırdım kalbimin gömleğimden
taşmasından. Kalbim ve penisim . . . birbirine düşman iki
ayrı şehir, damarlarım kirlenen kanımın aktığı lağım. Öpüp
emse dudaklarımdan kurumuş kan lekelerini.
Uzandı üzerime . . . tüm ömrünün ağırlığını bırakır
gibi.
Ben derin bir yaraydım ve o kabuğumdu sanki, yırtılarak
çekildi üzerimden . . . dalgaların kayaları keserken
fısıldadığı müzikle uyandım sabaha karşı, sadece gökyüzünü
hayal eden deniz yıldızları vardı ve yerinden oynayan
taşlar. Çocukluğumdan beri buradaydım sanki, deniz
tanıdıktı, dalgalar, yengeçler, yalnızlık . . . ben de
tanınıyordum onlar tarafından kalbi olan bir taş gibi,
kanatları kopartılmış serçe ve dağların utanıp da
saklayamadığı bir delik gibi. İçine deniz çekip şiir
fışkırtan mağarasıydım onların. Annemin gözlerine yosun
taşırdım her sabah eve dönüşte, bana yurdumu hatırlatsın
diye. Gündüzleri sokaklarda köpekbalıkları koşuşmaya
başlarlardı kentin maskesini düşürüp bir orman olduğunu
kanıtlamak için, gündüzleri sokağa çıkmaya korkardım. Annem
babama kızdığında "korkak hamamböceği, çık deliğinden" diye
seslenirdi bana. Gene de o gördüğüm en güzel okyanustu,
daha derinlerinde bir balıkken sevmiştim onu. Hayat denilen
şey anne isimli okyanus . . . özledim.
(Hâlâ burada olman ve kanımı döktüğüm sayfaları okumaya
devam etmen çok güzel, belki de artık kalbim sızlamıyordur.
Etrafına bak, kalbim hâlâ kayaların arasında bir
yerlerdeyse, öp . . . şimdiden senin için çarpıyor artık.
Bu çok heyecan verici.)
Bakışlarına aşık olduğum şey yaramı tekrar açtıktan
sonra bir sinek konmuştu üzerime, kalp kesilip aldığı hazzı
hissetmeye çalıştım. Yaramdan mutlu ayrılmasını istiyordum.
Ona baktığımı hissedince durdu, utanmış gibiydi . . .
"leziz geldiyse yalamaya devam edebilirsin kanımı" dedim.
Sadece ayak sesleri vardı yengeçlerin ve kırmızı olanlarını
kalbime benzettiğim şarap şişesi kırıkları. Yapışıp kaldı
karanlık içimin sütüne, bir süre sonra öldü. Tecavüze
uğramış bir orospu kadar mutluydum ben de. Güneş gecenin
elbisesini soymaya başlıyor, kanım kaynarken sineğe . . .
bir cehennem artık mutlu olduğumuz yerler, aynı ipte
kuruyacağız sinek ve ben.
Gece çırılçıplak kaldığında köpekbalıklarının hayata
karışışlarının sesleri duyulmaya başlamıştı. Bunda tanrısal
hiçbir şey yoktu, görkemli ve şahane bir afetti onların
hayatları. Deniz şimdi çamurlu bir sel ve yengeçler
martılara av . . . kayalıklar gene mezarlık. Güneş tüm
sihirini söküp aldı her yerin sabahın bu saatinde. Ne çok
nefret ediyorum ondan. Doğudan deniz kabuklarını eze eze
gelen bir devdi güneş bu şehirde ve nasıl kumsalları vardı
ki yıllardır geçmemiş çürükleri. Girdapları denizden çalmış
fırtınalı bir şehirdi burası, meydanlarına bassan yutacak
sanki seni. Uyuşturucuyla, bıçakla, cinayetle, cinnetle
beslerlerdi onu.
O günlerden birinde uçurumun en keskin yeriyle kesip
attım kendimi şehrin ucundan, ölmemiş olmama rağmen en
güzel gecelerden biriydi. Tüm gece yanımda oturan şey
tekrar geliyordu ve yanında başkalarını da getirmişti. Bir
şeyler konuşuyorlar ama onları duyamıyordum . . . sadece
yengeç ölüleri vardı ve çamur kuşları. Ben intihar
meleğiydim, ölümden arta kalan yanımla yarım bıraktığım
intiharımı tamamlamak için tekrar ne zaman gelebileceğim
şehrin kuytusundan sivrilmiş yalnız uçuruma bilmiyorum ama
öncelikle sana bu mektubu yazmak istedim. Seni seviyorum .
. . Şimdi beni tekrar bulduğun kayanın altına bırak,
başkalarını da sevmek istiyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.