- 1585 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
ADI: MUSTAFA---GÖREVİ: MUSTAFA KEMAL'İ ÖLDÜRMEK -----2. BÖLÜM -----
Bugünkü bölüme konuyla alakalı gibi görünmeyen ancak yazının tamamını okuduğunuzda alakalı olduğunu göreceğiniz bir başka konuyla başlayayım.
Ülkemizde bazı kesimlerin Atatürk’ü en fazla eleştirdikleri konu halifeliğin kaldırılmasıdır. Onlara göre Hristiyan aleminde nasıl ki bir papa varsa ve o papanın bir işaretiyle tüm Hristiyan alemi Haçlı Seferleri yapabiliyorsa İslam dünyasında da bir Halife tüm İslam alemini temsil etmeli, gerektiğinde bir cihat fermanı ile Haçlı alemine karşı tek yumruk olunmalıdır.
Ancak bilinmeyen, ya da bilindiği halde göz ardı edilen hususlar vardır:
Bu hususların başında İngiliz siyaseti gelir. İngiltere, halifelik makamının önemli bir güç olduğunun farkındadır. Bu sebeple de Halifeliği Osmanlılardan alıp kendi siyasetlerinin köpeği olacak ellere geçmesi için elinden her ne geliyorsa yapmaktadır. Nitekim İngiltere’nin bu çabaları Padişah II. Abdülhamit’in de dikkatini çeker ve bu endişesini şu sözlerle dile getirir: “Korkuyorum ki İngilizler bir gün Kureyş asıllı olduğunu iddia eden birini karşımıza çıkaracak ve halifeliği bizden isteyecektir.”
II. Abdülhamit endişelerinde haklıdır. Nitekim I. Dünya Savaşı yıllarında İngiltere, Osmanlı Devletinin karşısına - Kureyş soyundan olduğu iddia edilen - Şerif Hüseyin’i çıkarmıştır Halife adayı olarak. Ancak bizim insanımız bu halife adayı Şerif Hüseyin’i bilir ama bir başka halife adayını bilmez.
Evet...İngilizler bir taraftan Sünni İslam dünyasına yeni bir halife adayı sunarken bir taraftan da en büyük sömürgeleri olan Hindistan’dan Şii bir halife adayı sürerler piyasaya: Hintli Ağa Hanlardan, III. Ağa Han Sultan Sır Muhammet Şah... ( Fakir Hintli müritlerinden topladığı paraları fahişelerle yiyen bir namussuz-şerefsiz. )
Kısaca şunu demeye çalışıyorum: Eğer Halifelik kaldırılmamış olsaydı bugün Türkiye Cumhuriyeti pek çok sorunun yanında bir de halifeliği bizlerden almak isteyen devletlerle bu konu ile ilgili siyasi satrançlar oynamak zorunda kalacaktı. Kaldı ki Arap ülkelerinin tutumları, özellikle de Suudi Arabistan’ın nasıl bir ABD - İsrail Köpeği olduğu nazar-ı dikkate alınırsa Halifeliğin mevcudiyeti Türkiye için fayda yerine dert olurdu kanaatindeyim.Ayrıca İslam dünyasında biri Sünni, diğeri Şii iki halifenin olması durumunda yaşanacak kargaşayı düşünmek bile istemiyorum. III. Ağa Han veya benzeri bir sapığın İslam dinini temsil etmesini, Hz. Muhammed’in vekili olmasını ise hiç konuşmak istemiyorum.
Niye girdim bu Halifelik konusuna? Şunun için...
İngiltere’nin sadık köpeği , III. Ağa Han Sultan Sır Muhammet Şah, İngiltere hesabına Hindistan’da ’’ Hindistan Hilafet Hareketi’’ diye bir örgüt kurar. Kurduğu bu örgütle Osmanlı devleti aleyhine çalışmalar sürdürür. Pek çok suikast ve cinayetin finansörü bu namussuz alçaktır. Atatürk’ü öldürecek olan Mustafa Sagir de öncelikle bu alçağın köpeğidir. Türkiye’ye Hindistan Hilafet Hareketi temsilcisi sıfatıyla gelir.
III. Ağa Han Sultan Sır Muhammet Şah, Halifelik konusunda o kadar ısrarcı ve heveslidir ki Kurtuluş Savaşından sonra bile bu hevesinden vazgeçmemiş, 1923 yılında başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup yazarak Halifeliğin TBMM’nin şahsi manevisine alınmasını, daha sonra kendisine, kendisinden sonra da ehil ellere geçmesini teklif etmiştir. 3 Mart 1924 de TBMM ’’ Halife halledilmiştir. Hilâfet, Hükumet ve Cumhuriyet mâna ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan hilâfet makamı mülgadır. ’’ Diyerek bir taraftan halifeliği kaldırırken öte taraftan Hilafetin esasen Cumhuriyetin mana ve mefhumu içinde var olduğunu dile getirerek halifelik konusu ile ilgili oldukça önemli bir siyasi hamle yapmıştır.
Bu arada hemen hatırlatalım ki eğer halifelik kaldırılmasaydı İngilizlerin sayısız planlarının içinde bizzat Kraliçenin halife ilan edilmesi gibi çılgın bir düşünce dahi bulunuyordu. [ Bunu şaka ya da gayrı ciddi bir şey sanmayın lütfen. Türk’ten çok İngiliz’e benzeyen bir şeyh ( Kim olduğunu anladınız sanırım ) ısrarla şu anki veliaht prens Charles’ın Müslüman olduğunu söylüyordu. Neden? Yarın bir gün o prens ’’ Ben İslam dünyasının halifesiyim ’’ dediğinde ’’ Hastir lan. Sen Müslüman bile değilsin’’ itirazlarını önlemek için olabilir mi ? ]
Evet...Şimdi Mustafa Sagir’e geçebiliriz tekrar...
İngilizler tarafından on yaşında ailesinden alınarak özel olarak yetiştirilen Mustafa Sagir, Edinburg ve Oxford’daki Lincoln Kolejinde eğitimden geçirildikten sonra İngiltere ve onun Kraliçesi uğruna hayatını feda etmekten bile kaçınmayacağına Kur’an üzerine yemin etti. Artık göreve başlayabilirdi.
1910 yılında Mısır’a, 1911 yılında Almanya’ya , 1913 yılında Hindistan’a gönderildi. Her üç ülkeye gönderiliş amacı da tabii ki bu ülkelerde İngiltere aleyhine gelişmekte olan milliyetçilik fikirlerinin kimler tarafından desteklendiği, kimlerin organize ettiği ve nasıl bertaraf edileceği ile ilgili raporlar hazırlamak, gerekirse bu fikirleri yayanların elebaşlarını ortadan kaldırmak ve tabii ki İngiltere lehine propaganda yapmaktı.
Ve daha önce de belirttiğim gibi 20 Şubat 1919 da Afgan Emiri Habibullah Hana yapılan suikast...
1920 yılında Mustafa Sagir artık Türkiyededir. Görevi Hindistan Hilafet Heyeti İstanbul Murahhası’dır.
15 Kasım 1920 de İstanbul Hükumetinden ay- yıldızlı,fotoğraflı ve mühürlü bir kimlik belgesi alır. Belgede ayrıca ’’“fevkalade şayan-ı itibar edilmesi...’’ notu vardır. Yani bir yerde ’’ Hamili kart yakînimdir. Gereken itibarın gösterilmesi..’’ olayı.
Bu kartı aldıktan sonra Mustafa Sagir günümüzün MİT i olacak olan Karakol Cemiyetine sızar. Güya gözü pek bir Kuvay-i Milliye yanlısıdır. Artık İstanbul- Şehzadebaşındaki evine Kuvay-i Milliyeciler girip çıkmaya başlamıştır. Hatta öyle ki sözde İngiliz İşgal Kuvvetleri bu Mustafa Sagir’den kuşkulanır ve evine baskın yapıp onu ve evdeki diğer Kuvay-i Milliyecileri tutuklarlar. Tüm bunlar tabii ki Kuvay-i Milliyenin güvenini kazanmak için düzenlenmiş tezgahlardır. Sonrasında hem o hem de diğer tutuklananlar serbest bırakılır.
Mustafa Sagir Türk tarafının daha da fazla itimadını kazanmak için bu olaydan sonra Bulgaristan’a gider. Güya Varna yoluyla Anadolu’ya geçecek ve Kuvay-i Milliye katılacaktır. Lakin yolda Yunanlılar bunu yakalar ve tutuklarlar. Tabii ki bu da dümendir. Serbest bırakılan Mustafa Sagir İstanbul’a gelişinin üzerinden henüz on üç gün geçmiştir ki 28 Kasım 1919 da İnebolu’ya gelir ve büyük bir hürmet, izzet-i ikramla karşılanır. Neredeyse Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basışı gibi.
11 Aralık 1920 de Mustafa Sagir artık Ankara’dadır. İstihbarat haberleri Hint Hilafet Cemiyeti üyelerinden Mustafa Sagir’in Anadolu’ya, Hint Hilafet Komitesi’nin aracılığıyla ve adeta Hindistan Müslümanlarını Anadolu’da temsil etmek için gönderildiğini bildiriyordu...
Mustafa Kemal, Mustafa Sagir’i karşılamak üzere Kılıç Ali’yi görevlendirdi. Kılıç Ali, Kemalettin Sami Paşa ile birlikte Mustafa Sagir’i Ankara’nın Çankırı kapısında karşıladı ve Mustafa Kemal’in sevgilerini, selamların ilettikten sonra doğruca TBMM ye getirip Mustafa Kemal’in huzuruna çıkarttı.
Musfa Kemal ile Mustafa Sagir yaklaşık bir saat başbaşa konuştular. Konuşma bittikten sonra Kılıç Ali, Mustafa Sagir’i kalacağı Hürriyet Oteline götürdü. Onu otele yerleştirdikten sonra Mustafa Kemal’in yanına döndü ve Hint Hilafet Cemiyeti Üyesi olan bu adam hakkında ne düşündüğünü sordu. Mustafa Kemal kısa ama kesin bir cevap verdi:
“Dikkatli olmalı! Mükemmel bir casustur!”
Mustafa Kemal, hayatında ilk kez görüyordu Mustafa Sagir’i... Kılıç Ali’nin ağzı bir karış açık kalmıştı...
DEVAMI YARINA İNŞALLAH.
YORUMLAR
sami biberoğulları
Selam ve sevgilerimle
sami biberoğulları
Değerli hocam, hemen herkes şu çıkarımı yapabilir: Bir suikastın hedefi aslında bir kişi değil, milyonlarca insan, hatta bütün bir ülke, millet ve devlet olur...
Öyleyse, o bir kişinin temsil ettiği milyonların, ülkenin ve devletin suikast açısından ne anlama geldiği düşünülmeli, tartışılmalıdır...
Yazıdaki bir örnek bu noktada vurgulanmalıdır:
(...)Habibullah Han (...) ’’ (...) şu bizim ülkenin tam bağımsızlığını masaya yatıralım’’ mealinde laflar eyleyince İngiltere ’’ En iyisi biz seni yatıralım ’’ Diye düşündü ve (...) Mustafa Sagir’e ’’ Habibullah’ı ortadan kaldır.’’ Emrini verdi.
Evet, bugün olup bitenler sulandırılmaya, magazin konusu gibi yorumlanmaya çalışılıyor, ama büyük resme bakılabiliyorsa ve yakın geçmiş nesnelliğiyle değerlendirilebiliyorsa, 'cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşenmiş olduğu gerçeği' kolayca fark edilecektir...
Evet, ortada bir ahlak problemi vardır ve bunun öznesi olma 'cesaret'ini gösteren figürlerin ne kadar sorumluluk sahibi olabileceklerinin de (Gezi'de ve 15 Temmuz'da fark edildiği gibi) hassasiyetle değerlendirilmesi gerekir...
Ne demişler: Akıllı deliye söyletir/yaptırır...
[Ayrıca, durum bir vicdan sorunudur ve öznelerin söz konusu ifadeleri bu sorunda dramatik boyutlardaki duruşlarını gösteriyor...]
Selam ve saygılarımla.
Yekta Attila tarafından 12/26/2018 9:24:11 PM zamanında düzenlenmiştir.
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.
Saygılar Hocam
Büyük dehalar için Halifelik diye bir kavram asla olamazdı olmadı da hiç
Peygamberimiz dahi kula kul olmayı red eder sadece sizler gibi bir faniyim der ve de Allahın Kelamının elçisiyim der
Bu halifeliği başımıza bela eden yine araplar olmuştur sırf YAVUZ SULTAN SELİM Hana şirin gözükmek için
Tarih kitapları böyle yazar ki yazmasa dahi mantıken de Halifeliğin geçerliliği asla olamazdı da zaten
Hala günümüzde Halifeliği savunmak beyinlerini bir örümceğe kaptıranların işi olsa gerekir diye düşünmekteyim
değerli aydınlanmacı yazınız için teşekkürlerimi sunarım
saygı ve selamlarımla.
sami biberoğulları
Halifeliğin Kaldırılması ve Osmanlı Hanedanının Yurt Dışına gönderilmesi ile ilgili 3 Mart 1924 tarihli TBMM kararının ( Yani kanunun ) 1. Maddesine göre '' Halifelik, Cumhuriyet mana ve mefhumunda mündemiçtir '' İfadesinin bir anlamı olmalı değil mi? Neden sadece '' Kaldırılmıştır '' denmiyor da pek çok manaya gelebilecek bir ifade kullanılıyor? Bunu da düşünmek lazım bence.
Selam ve sevgiler.
Kıymetli hocam çok hassas bir konuyu işlemişsiniz gelecek bölümü heyecanla bekleyeceğim.
Kısa bir şeyler söylemek gerekirse naçizane ben de tam tersine halifeliğin kaldırılmasını hiç uygun olmadığını düşünenlerdenim. Çünkü o zaman tarihin akışı böyle olmayacaktı. Tabi yalnız halifeliğin kaldırılması da değil. Nihayetinde bir millet siyasi tarihi ve kültürel kökleriyle var olur. Günümüzde buna örnek gösterecek onlarca soylu millet ve ülkeler var. Dolayısıyla o değerleri elinden alınan insanlar gün gelir kendi ceddine de söver.tarihini de inkar eder. Sonrada kalkar zulüm 1453 de başladı da der. Gayet normaldir.
Sanırım Kazım Karabekir Paşa da böyle düşünmüş olacak ki,ters düşmek pahasına halifeliğin kaldırılmasına ısrarla direnç göstermiştir. Hatta bu günün İngiltere sinde olduğu gibi saltanatın sembolik de olsa mevcudiyetinin korunmasından yanaydı. Neyse mevzu derin. Zaten kimsenin bu konulara ilgi gösterdiği yok genelde ilgi gören konular sevişmenin dayanılmaz cazibesini anlatan seksi paylaşımlar oluyor.
Saygı ve sevgilerimle
sami biberoğulları
Selam ve sevgiler.