Geçiyodum Öylesine Bi Uğradım
Geçiyodum öylesine bi uğradım Mualla Abla!
Nassın?
Ben? Tabii ki yalnızım.
Aklımı kaçırdılar. Söylentiye göre doğduğum marttan beri yok. RIZALIAgiller’den şüpheleniyoruz. Ümidimizi de kesmedik; artık önümüzdeki martlara bakıyoruz.
Cinnet filan dersen, buralarda; arada bi uğruyor. Travma mravma geçinip gidiyoruz.
En cillop kafamı giydim de geldim Mualla Abla!
Aysel’i uçurtma olmuş gördüm geçen. Çıtalı filan. Rengârenk. Kıçında kıtalar arası bi kuyruk. Envaiçeşit homo sapiens, böyle, sap gibi… Tutuyorum ipinden salıyorum bunu göğe. Yükseldikçe yükseliyor yükseldikçe yükseliyor. Ta güneşe kadar… Güneş desen, artizin önde gideni. Takmış gözlükleri, Dostoyevski okuyor. Bi yandan da, esmer bi kadın sarmış, tüttürüyor. Kadın gram eksilmediği gibi, bi de mutlu görünüyor.
Aysel telden arıyor.
“Yahu kanki” diyor, ki hiç tarzı değil, “neden geldim ben buraya?”
“Söyle ona” diyorum, “her yer duman altı; (o sırada tüm kuyruk köh köh öksürüyor) ya birer fırt bize de versin ya da kendisi de içmesin.”
Bunu duyan Güneş sinirleniyor.
“Nasıl yaparım ben böyle bi düşüncesizliği” diyerek nazikçe boşluğa bıraktığı kadın, çığlık atarak düşüyor. Elleriyle duman parçalarını savuşturmaya, kafa kafaya tokuşturmaya başlıyor. Çarpışmalardan şimşekler çakıyor. Biri tam Aysel’in kuyruk sokumuna denk gelince kuyruk zincirleme kül oluveriyor. Gerisi fırtına, kara bulutlar… İpi hızla makaraya dolayıp Aysel’i çekerken, bi minareye dolanıveriyor. Kurtarmaya yol alırken etrafıma bakınıyorum. Her yan kül yığını… Dünya bomboş bi ye…
Biliyor musun? Dün gece durduk yerde aklıma girdin Mualla Abla!
Sen böyle cillop gibi bi kadınmışsın! Kadın dediğim, hatun yani, hatun gibi hatun! Öyle ki; usta heykeltıraş taşın fazlalığını atmış, geriye sen kalmışsın. Böyle bi viranenin hurda mezarı odasında ölü bi karafatma değil de galaksinin en at gibi karısısın. Yalnız, bizim usta seni yaparken biraz fanteziye kaçmış: Mosmorsun. Dur kızma hemen. Bu taşlığından bi şey eksiltmediği gibi, sana ayrı da bi hava katmış. Sen bi sokaktan geçerken hayat duruyor filan… Durmak da neymiş? Namıdiğer, Ölüyü Dirilten Mor Mualla’sın be!
Bi akşam vakti, çalıştığın lunaparktan çıkmışsın, boş sokakta yürüyorsun. Böyle bi sonbahar havası. Hafiften rüzgâr esiyor. Mini eteğin kıpır kıpır… Pamuk saçların etrafa mis kokular yayıyor. Peşinde iki çakalkafa… Çekmişler pardösülerini burunlarına kadar. Farkındasın ama öyle hiç iplemiyorsun. Arada dönüp arkana bakış fırlatıyorsun. Bazen bi duvardan başlarını uzatmışlar, bazen arkaları dönük yakalıyorsun. İplemiyorsun ama, yine de onları atlatıp, soluğu ara sokaklardan birindeki diskoda alıyorsun. Böyle dum tıs dum tıs müzik çalıyor. İçeri girer girmez dansa başlıyorsun. Gözler sende sen sahnedesin. Kıvraklığın mekâna ayrı bi renk katıyor. Maşallah disko topu gibisin! Ta ki müzik kesilince kendine geliyorsun. Bi bakıyorsun, iki çakalkafa onlarca olmuş… Tam ortalarındasın.
Mualla Abla, duydun mu? Zil çalıyor. Hemen dönerim.
Kapıyı açtım Mualla Abla. Gelen kaybolan yıllarımmış. Böyle, otuzun üstünde, bi tomar… Almadım içeri. İyi yapmışım dimi Mualla Abla?
Nerde kalmıştık? Ah, yoruldum be! Ayakta tepin tepin, sana bi şey anlatcam diye… Sen de dikmişsin bacakları, salmışsın antenleri öyle… Kusura bakma Mualla Abla. Öküzlük ettim. Yoruldum ama… Yanına şöyle biraz çömelip dinlensem?
Gözlerini açıyorsun, öyle bi çarkıfeleğe kalın zincirlerle ellerinden ayaklarından bağlanmış halde, bembeyaz bir odada yalnızsın. Son hatırladığın, bi sürü çakalkafanın üstüne çullanışı ve suratına bastırılan o bez. Kulağına konuşma sesleri geliyor. Derken açılan kapıdan içeri çakal sürüsü giriyor. Kadınlı erkekli bir grup… Biri yanındaki beyaz önlüklü gözlüklüye seni gösteriyor,
“Ya bacım” diyor, biz mi bilemedik, anlamadık ki, bi de sen baksana şuna.”
Kadın çok sinirli, “Susun şerefsizler” diye bağırıyor sana yaklaşırken.
Bi diğeri hemen söze giriyor, “Kötü bi niyetimiz yoktu vallahi!”
Bi diğeri, “İddiaya girdik aramızda!”
“Orası da mor mu diye…”
“Yani, şeyi işte…”
Kadın elini apış aranda gezdiriyor. Sende o çakalların aradıkları organdan yok işte Mualla Abla. Önün arkan bildiğin pürüzsüz mermer… Yani bi bakıma harbiden taşsın. Kadın bir süre şaşkın şaşkın bakıp, kafasını kaşıyor. Sonra birden, cebinden neşteri çıkarıp sana dayıyor, ama kesemiyor. Sana değer değmez, sivri dişli bir ağız kabarıp keskin aleti yutuveriyor. Çakallar afallamış. Korku içinde geri çekiliyorlar. Bu özelliğini sen de yeni öğreniyorsun. Kadın titrek elleriyle apış arana bir neşter daha, bir neşter, bir neşter, birkaç neşter, bir sürü neşter daha değdiriyor. Hepsini yutuyorsun. Ortalıkta birden “canavar” sesleri yükselmeye başlıyor. “Canavar, canavar, öldürün onu!” Sana aynı anda tam beş tabanca doğrultuluyor. Tetikler tam çekilecek, apış aran makinalı tüfek gibi Mualla Abla! Neşterleri üçer beşer çakıyorsun şerefsizlere! Kan beyaz duvarlara ismini yazarak akıyor. İyi mücadele ediyorsun ama, arkana gizleneni hesap etmemişsin işte. O mermiyi bir anda şakağında hissediyorsun. Önce ortalığı bir sessizlik kaplıyor. Sonra patlayıveriyorsun. Ortalık bir kez daha sessizliğe bürünüyor. Gel gör ki, kolay mı öyle? Yani boru değil bu, Mualla! Bu patlama seni öldürmediği gibi güçlendiriyor. Etrafa bi sürü mini mini Neşterli Mor Mualla dağılıyor. Takır takır kullanıyorlar böyle silahlarını. Galaksinin tüm çakalkafalarını kıstırdıkları yerlerde delik deşik ediyorlar. Ve galaksinin tüm taşkafalarını, tüm pisliğini eledikten sonra tek tek patlıyorlar. Ortalığa dağılan menekşeler dünyaya düşüp bir sarmaşık gibi, ama, sinsice yayılmaya başlıyor.
Senin işin de zor be Mualla Abla! Yani türünün diyorum. Böyle, ne bileyim, pis pis… Şey… Unutmadan… Kusura bakmadın dimi? İnan bana, sana o şeyi bilerek atmadım. Ben öyle fırlattım terliği senin de o güzergâhtan geçeceğin tutmuş. İçim rahat ama, yine de bil yani.
Mualla Abla, yine geçen, karanlık odamda sokak sokak dolaşıyorum. Yalnız değilim ama. Başkaları da var. Başları hep eğik… Böyle bi sürüsünün kafasını delip geçen kalın kalın cıvatalar, ellerindeki acayip cihazlara somunlarla bağlanmış. Parmak uçlarımla yokluyorum; aynı sistem bende de var. Ortalık sis duman… Yer yer çamur. Gökte yusyuvarlak dev bi göz kendini eritse de damlamıyor. Kimi köşe başlarında sen de varsın Mualla Abla. Senin menekşe sarmaşıklar ufaktan kendini göstermeye başlamış. Ben dolanıp dolanıp hep aynı noktaya vardıktan sonra, bir evin önünde duruyorum. Zile basıveriyorum. Kapıyı dakikalar sonra pijamalı bir adam…
Saat kaç Mualla Abla? Ah, uyuyakalmışım. Gidip yerime yatayım.
Bana müsaade… Geçiyodum öylesine bi uğradım.
Ha, bu arada Mualla Abla!
Bizim Söğüt vardı ya, sorma…
Belediye yıktı.
Küresel çok başlı umumi hela yapacakmış yerine.
Artık gelir, gider…
Hadi kendine iyi bak. Öyle kendini de üzme ölüsün diye.
Hadi eyvallah!