Aklıma Gelmişken...II
KIZKAÇIRAN
Kaldırım aynı dandikliğindeydi, asfalt aynı… Ona aynı noktada iki kez rastlamıştım. İlki ikincisinden yaklaşık on beş yıl önceydi. Köşeden döndüğümde sinsice hareket eden, kısa pantolonlu bir çocuk gözüme ilişmişti. Bir direkte duruyor, başını hafiften çıkarıp bakıyor ve diğerine gidiyordu. Durduğu bir anda ardından yaklaşıp, omzuna dokunmuştum. Evlerimiz aynı sokaktaydı. İkimiz de aynı ilkokulun farklı dördüncü sınıflarındaydık.
“Napıyosun?”
Parmağını ağzına götürüp sus işareti yapmış, sonra da gideni göstermişti.
“Ablamı takip ediyorum, çaktırma.”
Kapalı avucumu yarım açıp hafiften titretirken, sol gözümü kırpmıştım. (O zamanlar pek konuşmaz, derdimi böyle ufak hareketlerle anlatırdım. Anlamazdı bazı hırbolar… İşte o zaman, hareketlerin en seslisini çekerdim.)
“Annem dedi, git usulca bak bakayım, gözetle…” Bir anda cebindeki kâğıt parayı çıkarıp göstermişti. “Bak, para bile verdi!”
Başımızı çevirip aynı anda baktığımızda kız görünürde yoktu.
“Noldu şimdi” dedim, “kaybettin ablanı.”
Elini salladı şöyle bir, “Bırak gitsin ya, onla mı uğraşcam! Ben size gelcem.”
Sonra karar değiştirmiş; komşu bahçelerden birindeki plastik topu almış, sahaya gidip penaltı çekişmiştik.
Ablasının on sekizine girdiği o gün kaçırılacağını bilse, peşini bırakır mıydı?
İkincisinde, sigarasını yakarken çakmak sönmesin diye gizlendiği direk, en dandik çağını yaşıyordu. Yankısı güçlü abla vakasından birkaç ay sonra mahallemizden taşınmışlardı. Onu yıllardır sadece uzaktan birkaç kez görmüştüm. Yine ardından yaklaşıp omzuna dokundum.
“Naber ya, ne iş?”
Başını yana çevirip ağzındaki dumanı üflemiş,
“İnce iş be abi” derken, kırmızı elbiseli o kızı işaret etmişti. “Yengeni takip ediyorum, çaktırma.”
Başımı çevirip gidene bakarken, elini omzuma koydu.
“İyi oldu sana rastladığım” dedi, “Şey… Aslında… Yengen değil henüz. Bugün teklif etcem.”
“Ooo, hadi hayırlısı” dedim.
Yüzü kızarmıştı. Kızın gözden kaybolduğu yere doğru hareketlenirken utana sıkıla konuştu.
“Şey ya, bana bi beş lira versene. Var param, ama nolur nolmaz.”
Cebimde beş kuruş yoktu.
Ona saatler sonra tekrar rastlamıştım. O gün penaltı çekiştiğimiz sahaya inşa edilen spor salonunun etrafındaki banklardan birinde oturuyordu. Yanına gittim. Üzgün görünüyordu.
“Noldu” diye sordum. “Ne dedi?”
Ağlamaklı konuştu. “Hi hi, annem kızar, dedi abi. Sonra da döndü kıçını koşarak uzaklaştı.”
“Hadi ya.”
“Yaaa.”
Başını aşağı yukarı sallayarak acı acı gülüyordu. “Kaçırsam mı?”
“Kaçırma” dedim.
“Ablamı hatırlıyorsun dimi? diye sordu. Sonra da kollarını iki yana açtı, “Kendisini kaçıranla gayet mutlu…”
“Olsun” dedim, “Sen kaçırma.”
“Anasını mı kaçırsam?”
Kaçırma kaçırmama, kızlar, erkekler, ilişkiler, şehirler derken muhabbeti çocukluk anılarıyla bitirmiş, gülerek ayrılmıştık.
Ona yıllar sonra bir kez daha rastladım. Bir televizyon kanalının haber bülteninde… Adam bir hastanenin çatısındaydı. Ve atlamamak için tek şartı vardı: Kendisini terk eden eşinin geri dönmesi.
PORTAKAL
“Napıyorsun?”
“Aymut yiyoyum.”
“Armut değil o, kiraz.”
“Hayıy, Aymut!”
“Kiraz.”
“Sen annemden iyi mi bileceksin? Aymut işte!”
“Kiraz o kiraz.”
“Aymuuuut!”
“Peki, armut.”
(Anne gelir)
“Anneee bu ne?”
“Kiraz oğlum, biliyorsun ya.”
“Amcam aymut diyo ya!”
KIZKAÇIRAN’IN TEKLİFİ
Seni seviyorum. Bunu bil. Sen seviyormuşsun sevmiyormuşsun, umurumda değil. Desen ki şimdi; ben sevmiyorum seni… Değişmeyecek hiçbir şey… Ben, yine seveceğim seni. Ama sen de söylesen sevdiğini, olmasa da deli gibi. İşte o, daha iyi.