- 746 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Hiçbir şeyin türküsü
"Hiçbir şey hiçbir yere götürmez olur insanı, ne umut ne de umutsuzluk pek köklü görünür." demişti sevdiğim bir yazar bir paragrafın sonunda. Evet hiçbir yere gidemediğiniz doğru galiba zamanın, karbonun ve oksijenin vurduğu prangalar düşünüldüğü zaman. Ben o prangaları eskitemeyeceğimi ilk 6 yaşında fark ettim galiba. Dünyayı güzelleştirmek isteyen tüm insanlar için bir ülke kuracaktım o zamanlar. Düştüm parkta ve o an akan kanım prangalarımı ışıl ışıl parlatıyordu. Ülkeden vazgeçtim ve kaçabileceğim bir sığınak aradım ilk kanın travmasıyla. Evrenin sonsuzluğunda bir çocuğun sığıp yalnız kalabileceği bir yer yoktur ama.
İlerledi tabi zaman. Zamanı statik olarak görebilen şanslı bilinçlerden değiliz ne yazık ki. Yaş oldu 14. Bu sefer bir ergen sığdırmaya çalıştım dünyanıza. Radikal fikirlerine tutabildiği surece var olduğunu hissedebilen bir ergen. Ölüm ve doğumun ne kadar sıradışı deneyimler olabileceğine dair bir fikrim yoktu o zamanlar ama tüm problemin dünyaya sığmak olduğunu anladım bu sefer de. Hep bir mücadele, hep bir kurt çevikliği arayacaktı hayat benden. Ben ona bunu verdiğim surece de daha fazlasını isteyecekti. Bir pranganın da vahşi bir hayvan olmak olduğunu anladım iste o noktada. Yine sığamıyordum.
16 yaşında ilk kez bir kadın tenini kokladım bu sefer doya doya. Yeni prangam gümüşten olacaktı anlaşılan. Çin yemeği gibi bir şeydi kadın; acı, ekşi ve tatlı aynı anda. Bir anne ilgisi beklemek yanlıştı ama hiçbir şey beklemeyecek kadar da özel bir bilinç değildim. Bekledim; bir anlam, uyum, kendini unutuş yada başkasında yok oluş. Tabi ki havva ile olmadığım için bunların hiçbiri kalmadı elimde. Haz vardı ama, göz alıcı öğrenilmiş çaresizliğin şeytani yüzü olan. Vücut sıvıları ve etin dünyevi yumuşaklığı vardı. Bir çift memenin bataklık misali dalgalanması bir de.
İlk kadınım gitti ve bana bir başka pranga hediye etti. Pranga plastik kokuyordu ve adı venlafaksindi. O saatten sonra prangalarımın sayısı deli gibi arttı. Ben ne haplara, ne kadınlara, ne ülkelere ne de sigara kağıdına sığabildim.
Ve tanrıyı gördüm. Yada tanrı oldum. Böyle bir şey yaşayınca farkların pek önemi kalmıyor zaten. Ormanda yalnızdım ve nöronlarım son 25 yılda hic üretmediği elektriksel tepkileri üretiyordu. Hayret içinde, mutlu ve tamamlanmış kelimeleri o anki halimi anlatabilir sanırım. Eğri bir ağaç dikkatimi çekti. Onu gördüm daha önce kimsenin görmediği bir şekilde. Ruhunu gördüm. Çirkin ve dışlanmış güzelliğini gördüm. Onu eğen tüm ihtimalleri gördüm. Fidanken üzerine basan bir hayvan, sert bir fırtına, gövdesine çarpan bir arazi aracı. Köklerini gördüm eğilmesinin gerçek sebebi olan. Köklerinin kaçındığı taşları ve 1 milyar yıllık bir süreçte o taşların nasıl oraya geldiğini gördüm. Sonra ellerime baktım ve hayatta beni eğen büken tüm olasılıkları gördüm. Gökyüzüne baktım ve tüm olasılıklarla birlikte önüme serilen evreni gördüm.
Aciziyetimden kurtulduğumda sığabileceğim bir yer vardı artık. Oksijen, karbonhidrat, protein ve venlafaksin bana hiçbir önem arz etmediği zaman sığabileceğim bir yer vardı. Huzurluydum.
YORUMLAR
sanırım görüp kavradıktan sonra insan bir yerde kendi kafesinde huzur buluyor.
bu da farklı bir yazı. böyle kalıpları yıkan yazıları görmek gerçekten güzel..
lacivertiğnedenlik
Konsantre Karanlık Madde
Den(iz)
Hiç iyidir... Cosmos da karşılaşmak Tolstoyun elini öpmek kadar olası idi derler bak oldu işte :))))
Bilirsin tolstoy hiç dedin mi din dermiş . :))