İkinci Yaşlılığım
Şu mahallenin çocuklarından nefret ediyorum, sürekli ses yapıp başımı şişiriyorlar. Ben ne kadar zamanımın kaldığını düşünürken, onlar zamansızlıklarında top koşturuyorlar, ah bu beni o kadar sinirlendiriyor ki! Ben yaşlı bir adamım, koskoca ailenin içinde yalnız bir adam. Ellerimin çarpıklığı, yüzümdeki koskoca vadilerin belirginliği, yürüyüşümdeki aşırı yavaşlık, zamanın üzerimdeki tüm tortuları, tüm bunlar küf tutmuş ekmek gibi görünmeme sebep oluyor. Dev gibi hissediyorum bazen, tüm yalnızlıkların üst üste bindiği, koca bir yalnızlık gökdeleni! Bu çocuklar nasıl oluyor da bu kadar çabuk kaynaşabiliyorlar? Nasıl oluyor da zamansızlığı doruklarında yaşayabiliyorlar?
Büyük bir ailenin, en büyüğü olmakla nasıl hissedeceğimi bilemiyorum. Büyük olmak, öyle ya da böyle ölümle yüzleşmek demek, doğmamayı seçememeyi öğrenmekle birlikte ölümsüzlüğü de seçememeyi öğrenmek demek, beni saygıyla çepeçevre sarmalayan insanların içerisindeyken ve onların sözde insanlıklarının, yüzlerinden eksik etmedikleri acıma duygularına katlanmak demek, beklemekten usandığın bir yaşamın içerisindeyken, zamanın hem dost hem de düşman olduğunu anımsama; hem hapsolduğun zamanın içinde kalmayı arzularken, hem de o zamanın dışına çıkmayı arzulamak demek. Yaşlı olmak demek, zamanın dışında bir yerde olmayı kurgulamak demek, lakin yaşam denilen o tuhaf zamansallığın içinde kalmayı da arzu etmek demek.
Ailemin yanında olmaktan rahatsız olan bir tek ben miyim hep merak etmişimdir. Onlar da benim bir an evvel bu dünyadan öteki aleme göç etmemi mi arzu ediyorlar? Gereğinden fazla uzayan bir hayatın içerisinde olmak benim tercihim değil; torun, anne, baba ve dede dörtlüsünün içindeki zaman zincirine bağlı, zamanı en az olan halka benim, biliyorum, lakin burada, bu zincirin bir parçası olmamayı seçebilseydim keşke!
Bu mahallenin en yaşlısı olarak ünlendim, çocuklar ya da mahallenin diğer büyükleri bana bakarken sanki bir anıta, mahalleyi tasavvur eden bir heykele bakıyor gibiler. Evrendeki tüm canlılığın mahallemize yansıyan tek kalıntısıydım ben. Bir ağaç, bir ev ya da herhangi bir şey bile benden daha gençti. Bundandı ünüm. Lakin bu ünüm çok sürmeyecekti; beklentim o yöndeydi, hep bekledim, hep bekledim, yaşlılık denilen şeyin bu kadar uzun sürebileceğini ben dahil kimse bilemezdi, bekledim, zamanın bir insan için son bulmasının ne anlama geldiğini merak ede ede bekledim, hala bekliyorum. Bekledikçe artıyor ünüm…
Bahçede çiçeklerle uğraşmayı seviyorum; onları sulamayı, etrafını temizlemeyi, onları yaşama bağlamayı seviyorum. Onların rengarenk kontrast oluşturmaları, rüzgarla, aheste aheste salınımlarını, yaydıkları keskin kokuları seviyorum. Sevmek, bir yaşlının hafızasından silinmeyen bir şey, eskiden daha çok şeyi severdim, şimdi, sadece çiçekleri ve onlarla vakit geçirmeyi seviyorum. Onları yaşama dahil etmek, onları rengarenk görmek, onları yaşatmak… belki ölümsüzlük denilen şey, yaşatmakta saklıdır, neden böyle hissediyorum?
Hastalık, ölüm için bir araç… Hele yaşlı bir vücutta çokça bulabileceği bir araç. Amaçsa ölümün kendisi, doğduğum gün bu amaç kesinleşti. Belki doğmasaydım, ama ben yine ben olsaydın, belki o zaman ölüm olmazdı, kim bilir belki yaşlılık da olmazdı. Kim bilir belki de zamanı kendi algılarında sınırlayan, gözlerimin içine baka baka o sınırları aştığımı düşünen, bir an evvel o anın gelmesini arzu eden birkaç zayıf fikirli insan da bu beklentiye girmezdi. Lakin beklenti, benim kadar yaşlı bir insanın sonunun yakın olması kadar gerçek bir nedene dayanıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.