- 1108 Okunma
- 15 Yorum
- 7 Beğeni
‘KAFA’NIN NERESİNDEYİZ?
‘KAFA’NIN NERESİNDEYİZ?
Öğrencilik yıllarımızda da ‘kafamız’la uğraşırlardı. Erkeklerin saçları kısacık tıraş edilmiş olacak, kızların ise ya saç boyu ‘kulak memesini’ geçmeyecek kadar kısa olacak ya da uzunsa ikiye ayrılıp en az üç kere örgü yapılacak!
Ortaokulu Bursa’nın güçlü bir lisesinde okudum. Okula girişte kızların ve erkeklerin giriş kapıları ayrıydı. Kızların saç ve etek boyu kontrolleri askeri bir disiplin içinde yapılırdı. Bayan idarecimiz, elinde makasla kapıda bekler, herkes tek sıra halinde ve yavaş yavaş geçerdi önünden, tüm detayları görmeye zamanı olsun diye.
Bir önceki dönemde ‘kulak memesi’ hizasındaki saçımı yaz tatilinde uzatmıştım. Eylülde ikiye ayırdığım saçımı sıkı sıkı ördüm, iki örgü olabildi! Siyah önlüğümüz ve kolalı yakalarımızla okula başladık o gün. İlk kontrolde idarecimiz beni de kenara ayırdı ve elindeki kocaman makasla saç örgümün birini kulağımın bittiği yerden kesiverdi!
Çok üzüldüm ve utandım. Kendimi çok büyük yanlış yapan biri gibi hissettim. Beni saçtan, kıldan, tüyden ibaret görmelerini o yaşta bile kaldıramadım. Koşa koşa önce evime gittim sonra da berbere.
O dönemde hiçbir öğretmenimiz, bize tiyatronun toplumsal eğitimde ve bilinçteki yerini anlatmadı, hangi kitapları okuduğumuzu sormadı, yaşanan toplumsal olaylarla ilgili bir tartışma yaratılıp fikirlerimizi dinlemedi. Yani ‘kafanın içi’ kimseyi ilgilendirmedi. Keskin, katı, sorgulanamayan kurallara uymamız istendi sadece. Kurallara aykırılık varsa bunun nedenleri de sorgulanmadı. Herkes bir kefeye kondu. Birey gibi değil, birileri gibi eğitildik!
Bu nedenle bizler, katı kuralların uygulandığı kuşaklarla özgürlüğe çağrışım yapmaya çalışanların ara kuşağı olduk. Harmanlamayı kendisini yetiştirmeye başaranlar yapabildiler, yapamayanlar ‘el pençe divan durmaya’ devam ettiler, ‘adamına ve yerine göre’ konuşmayı, davranmayı beceri sayarak ve bunun getirdiği nimetlerle övünmeyi de yaşam felsefesi olarak benimseyerek.
Yıllar sonra mesleğimi yaparken aynı ‘hataları’ yapmadım. Yıllar öncenin bu olumsuz izleri nedeniyle hiçbir idarecilik teklifini kabul etmedim. Bir öğretmenin kolluk kuvvet gibi kullanılırsa ‘eğitimci ve öğretici’ kimliğinden zamanla (istemeden de olsa ) fire vereceğini düşündüğüm için görev yaptığım hiçbir okulda üst baş aramalarına, çanta kontrollerine katılmadım.
Özgür eğitim, özgür bireylerle yapılır. Çocukların ve gençlerin dışıyla bu kadar uğraşılacağına içine dönülebilseydi, ruhuyla, beyniyle ilgilenilebilseydi bu değerleriyle önemsendiğini hisseden gençler de edindikleri değerlerini arttırmak için kurallarına kendiliğinden uymaya çalışacaklardı ya da bunun için çaba göstereceklerdi. Oysa çocuklardaki ilk algı bizlerin onlarda gördüğüyle ve ilk eleştirdiğiyle ‘dış görünüm’ oldu, onu ‘istendik hale getirmeye’ ya da kurallara uyarmış gibi yapmaya çalıştılar.
Eğitimin önce disiplinle ve bazı kurallara uyulmasıyla yapıbileceğini savunan biri olarak ‘önce ve sadece’ dışa yönelmenin içsel gelişimi ne kadar yok saydığını ve bunun ne yazık ki bilinçli yapıldığını da özellikle vurgulamak isterim. Bu, bir ‘toplum mühendisliği’ çalışmasıdır ve böylece toplumun ‘istendik’ şartlara yönlendirilirken olması istenen durumun hazırlanma amacına hizmet etmektedir.
Çocuklara, gençlere ‘-mış’ gibi yapmayı biz öğrettik!
Ailelerin sosyal yapısına göre bu ‘dış özen’ zamanla örtüye geçip ‘çağ atladı’! Gençler dış görünümleriyle bu toplumda yer edinebileceklerini çabuk öğrendiler. O kadar ‘olması gereken’ bir algı yaratıldı ki ‘örtünmek benim özgürlüğümdür’ pankartlarını erkekler hazırladı, kadınlar ellerinde taşıdı! ‘Benim örtünmemi neden bu kadar istiyorlar?’ diye hiçbiri kendine sormadı! İstenen de buydu zaten!
Toplum mühendisliğinin bir başarısıydı yaşananlar! Düşünmeyen, sorgulamayan, ‘duruma göre davranan’ tüketen ve bireyleri sadece dış görünüşüyle değerlendiren kuşaklar kitle halinde bu harekete destek verdiler. Bu kadar iç donanımı boş bırakılmış kuşaklar da ‘aldılar ele girdiler yola’!
Bu, Doğu kültürüne yatkın olduğunu anlatmaya çalışan grupların yanında Batı kültürüne yönelenler de benzer hataları yaptılar. Üretici ülkelerin ‘tüketim pazarı’ olduklarını göremeden kendilerine ‘dayatıldığını’ bile hissetmedikleri markaları kullanmanın ‘modernlik’ olduğu yanılgısıyla yaşamlarını yeniden düzenlerken bu ülkelerin kendilerini ne kadar ‘itelediğini, ötelediğini’ fark edemeden yaşamaya başladılar.
Taraflar, ait olmak istedikleri kültüre yatkınlıklarını dış görünümleriyle ‘ifrat’ düzeyine yaşıyorlar artık. Nasılsa ‘içini’ önemseyen, dış görünümleriyle yatkın oldukları değerlere ait bilgileri var mı, fikirleri nedir diye sorgulayan, değerlerini arttırmaya, ( varsa ) eksikliklerini tamamlamaya çalışan yok!
O nedenle herkes ait olmak istedikleri, ‘aitmiş’ algısı yaratmaya çalıştıkları gruplara yakınlıklarını sadece ‘dıştan’ benzemekle gerçekleştirebileceklerini çok çabuk öğrendiler.
FİKİR İSPATI bizim için sadece dışta!..
Şimdi artık her şey için geçmiş ola!..
‘Çağı yakalamayı’ dışta arayanlarla ‘içi boş – sorgulamayan – sadece dayatılanı kabullenen’ vasıfsız ve niteliksiz bir toplum yaratılması için yeterince çaba harcandı.
Sonuç, ortada!
22. 10.2016 Serap IRKÖRÜCÜ
YORUMLAR
“O dönemde hiçbir öğretmenimiz, bize tiyatronun toplumsal eğitimde ve bilinçteki yerini anlatmadı, hangi kitapları okuduğumuzu sormadı, yaşanan toplumsal olaylarla ilgili bir tartışma yaratılıp fikirlerimizi dinlemedi. Yani ‘kafanın içi’ kimseyi ilgilendirmedi.”
Ben nöbetlerimde askerlere muhakkak gece dersi yaptırıp hayata dair bir şeyler anlatırdım. Ve bir gün bile sabah komutanı karşıladığımda hiç bir zaman “gece dersinde ne işlediniz” diye sormadı... Yediğim fırçaların tamamı mıntıka “dışsal”dı ve yıllarca bunu sorguladım.
Öğrencilik dönemimde aldığım cezalardan bazıları” cezalıyken gırgır dergisi okumak; koğuşta satranç oynamak, terlikleri boyamamak, nöbette su(ilaç kullanıyordum/grip rahatsızlığı) su içmek vb.
Sanırım bir makale/deneme böyle yazılır. Tecrübeniz ve Türkçe’ye hakimiyetiniz o kadar yüksek ki sözcükler sizin emrinize girmekten başka yol bulamıyorlar... hatta çoğu zaman mutlular...
Saptamalarınıza tamamen katılırken iyi ki Serap Hocam var diyorum düşüncelerimi beni yormadan yazıyor.:)))
Siz; hep yazın ve biz okuyalım.
Saygılarımla Serap Hocam
Sadece anlamadığım tüm bunlara nasıl yetişiyorsunuz... bu kadar sakin kalarak ve de sabır çektirerek...
ersinbaşeğmez tarafından 7/1/2020 3:18:07 PM zamanında düzenlenmiştir.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bir skeçte kadın kimliği sorgulanırken repliklerden biriydi ben de zaman zaman kullanırım:
"Sen bana bakma!.. Ben çocuk da yaparım kariyer de!.." Benimki de öyle işte!... :)))
Bizim öğretmenlerimiz bilgi olarak çok donanımlı olmalarına rağmen, askeri bir düzenle yetişmiş gibiydiler. Bazıları sınıfa girince 'hazır ol' komutu verir, biz de senkronize bir şekilde 'SAĞOL!..' derdik!..
Sosyal çalışmalara çok mesafeli yaklaşırlardı bu, bende ( bir gün öğretmen olursam... ) tepkisini geliştirdi ve o dönemde yanlış olduğunu gördüğüm hiçbir şeyi meslek hayatım boyunca yapmadım!.. İdarecilerimle ciddi tartışmalar yaşadım ve onları ikna etmeyi başardım!.. :)))
Daha önce görev yaptığım okullardan ikisinin müdürüyle şimdi mesafeleri aştık, can arkadaş olduk, biri de İl Milli Eğitimde üst düzeyde bir yetkili, bir nedenle ziyaretine gittim geçen yıl. Beraber çalışmamızın üzerinden 28 yıl geçmişti. Kapıdan adımı almışlardı, kata çıktığım zaman odası ziyaretçi doluydu ama kendisi beni kapıda bekliyordu.. Çok şaşırdım!.. Elimi bırakmadan beni oturmam gereken koltuğa kadar götürdü, o sırada odadakilere beni övüyordu!...
Üstelik en sıkı tartışmaları onunla yaşamıştım. İl dışı tayinle ayrıldıktan yıllar sonra beni aradı: "Sizi çok arıyorum Hocanım... Cesaret edip yanlışımı söyleyecek öğretmen yok!.. Bilseniz neler yaşadım. 'Serap Hanım olsaydı beni uyarırdı' dedim. Bu okul sizin gibi öğretmen görmedi..." dedi bana...
Taşlar er ya geç yerine oturuyor. Ben o nedenle kendi doğrumu uygularım, ne düşündükleri beni ilgilendirmez!... Her gün birisi için yönümüzü değiştirirsek, 'biz' kalmayız.
Dürüst insan gerçeği söylermiş, akıllı insan ise yalnız zamanında!.. Ben hangisini uyguladım, bilmiyorum!...
Zaman buldukça yazmaya niyetim var.
Okumaya ayırdığınız zaman ve yorum için verdiğiniz emek adına çok teşekkür ederim Ersin Bey. Tüm güzel sözleriniz ve değerlendirmeleriniz için de... :))
Saygılarımla...
Hayatın içinden yürüyerek yapılan değerlendirmeleri diriliklerinden dolayı hep değerli buldum. Bu yazınızda buna karşılık gelenlerden...Tebrikler...Teşekkürler...
Serap IRKÖRÜCÜ
Teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Sevgilerimle.
Saygılar Serap Hanım: Sonuç odaklı yaklaşımı seven birisi olarak diyorum ki... Sorumluluk bilincinde olan İnsanlar elini taşın altına koymaya yanaşmadığı sürece yani sorumluluktan kaçtığı anda sorunlar çığ gibi büyümekte ve de despotizm kendiliğinden var olmaktadır.
Bu hayatın genel akışı içerisinde her yerde geçerli bir sorundur maalesef. Birde sorunun kaynağı üstüne üstlük eğitimse vay halimize... Kutluyorum güzel bir yazı ile konuya değinmişsiniz
Saygılarımla
Küçük bir yerleşim yerinde gençliğe atılmışsan, aile büyüklerinin yanı sıra akraba, eş ve dostun davranış biçimine karışıyorsa, varılacak sonucun halini düşünebiliyor musunuz? Şimdi lise yıllarımızdaki öğretmenlerimizin bir çoğuyla iletişim halindeyim. Anılarımızdaki yanlışları konuşurken, onların da deneyimsiz olduklarını, toplumun baskısı altında yapmak zorunda kaldıklarını üzülerek paylaşıyorlar. Bizimle birlikte deneyim kazandıklarını, ilerleyen yıllar içinde toplumu da eğitici davranışların içine katma çalışmalarını yaptıklarını örneklerle anlatıyorlar. Milletimizin içinde bulunduğu gelenek ve göreneklerin etkisinin fazlaca olduğunu, bugün bir çok yanlış uygulamaları hep birlikte aştığımızı konuşuyoruz öğretmenlerimle. Artıuk bundan sonra gelecek nesillerin daha aydın, daha pozitif, daha ilerici düşüncelerle donatmak için çok mu çok çaba göstermemiz gerekiyor. daha güzel günlere...
Merhaba Serap hanımcım...
Bir eğitmenden sistemi sorgulayan böylesi anlamlı bir yazı okumak beni mutlu etsede, birazcıkta kızdım size.
Keşke o zamanlar verseydiniz bu tepkinizi veya idarece olup, öğrencilere kendilerine özgüven duymalarını salık veren bir rol model olsaydınız.. Kaldı ki öğrencilik hayatınızda saçınızın kesilmesinin insanı ne kadar rencide ettiğini yaşamış birisi olarak şahsen bunu beklerdim sizin gibi aydın bir eğitmenden.
Yazınız çok duygulandırdı beni.
Okul hayatım boyunca babam veli toplantılarına asla gelmemiş,üstelik,
"yolda yürürken dosdoğru git gel,şapkamı öne eğdirme" gibi ,kendince namus öğüdü vermiştir.
Zavallı anacığım hem arkadaş,hemde sırdaş olmuştur bu süreçte.
Peki okula geldiğimizde durum değişmişmidir? Tabikii hayır..
Daha sıradayken başlayan ültimatomlar ve nazi kampındaymış gibi hissettiren bir yığın emir..
Saç kontrolü,
Sigara vs. araması,
ve hiç bir zaman öğrencinin duygu ve düşüncelerini önemsemeyen despot bir eğitim sistemi. O zamanlar öğretmenlerin bir çoğu haşa Tanrı gibi gelirdi gözüme ve üzerimize farzdı sanki uygulanması şart kurallar zinciri..
Hiç unutmam,sürekli başım ağrıdığı için annem kına yakmıştı saçlarıma.
Sarışın olduğum için kızıl olmuştu saçlarım. Fizik dersimize gelen bayan öğretmenimiz söylemediğini bırakmamıştı bana.
"Hocam başım ağrıdığı için annem kına sürdü saçlarıma"desemde
"hadi ordan yalancı ,siz erkekleri baştan çıkarmak için saçlarınızı boyuyorsunuz" demişti.Oysaki zamanlar bırakın saç boyasını şampuanı dahi bilmezdim inanın.
Saçlarımı hiç uzatamadım. çünkü örgü olacak uzunlukta değildi ama idarecilerin istediği kısalıktada olmuyordu. erkek saçı kısalığında bitirdim liseyi..
Peki sonuç?
Evde korku ve dayatma
Okulda korku ve dayatma.... Olacak iş değildi gerçekten.
Eşim öğretmenliğini idareci olarak yaptı ve emekli oldu. ona dahi bazen elimde olmadan karışmışımdır.
"düşün şu çocukların yakasından" diye..
Canım benim uzun lafın kısası
genç nesili emanet ettiğimiz öğretmenlerimize çok görev düşüyor.
İlk olarak çocuklarla empati kurma,
yargılamadan önce anlayıp, dinleme
ve en önemlisi sağlıklı ve özgüveni yerinde özgür birer birey olmalarını sağlama..
Biliyorum çok uzattım ama baya dertliymişim demek ki..
Emeğinize ,kaleminize sağlık..
Yürekten sevgilerimle
Serap IRKÖRÜCÜ
Benden iki şey olmaz Dilek Hanım. İdareci ve esnaf!.
Görev yaptığım tüm okullarda ısrarla idareci olmamı istediler, o kadar ki bir okuldan bu nedenle tayinimi aldırdım! Çünkü gözlemlerime göre idareciler ister istemez öğrencinin 'dışıyla' ilgilenirler çünkü kuralların uygulanmasından sorumludurlar. Oysa öğretmenlik, dünyanın en özgür mesleğidir. Müfettiş bile öğretmenin iznini almadan sınıfa giremez. Çocuk şekil almaya hazır bir hamur gibi elinizdedir sizin. Ben bu hamurları yoğurmak için idareci olmadım Dilek Hanım. galiba 'iyi hamur yoğurdum!'.
Sevginin yerine korkuyu öne aldığımız için herkesin içinde kapanmayan kocaman boşluklar var. O nedenle birbirimizi anlamaya çalışmaktansa itelemenin ve ötelemenin yalnızlığını yaşıyoruz.
Konu çok geniş gerçekten Dilek Hanım. Yazacak o kadar çok şey var ki.
Çok emek ve zaman verilen bir değerlendirme, çok teşekkür ederim.,
Sevgilerimle.
Kafanın "şeklindeyiz" sanırım...
Saçın boyunda...
Mendilin renginde...
Eteği geçtik artık, yazın bile "pardösü" giyen kadınlar yetiştirdik!
Bizim "işleyen akılla" işimiz yok artık...
Bilimi dışlayan, her olumsuzluğu, yüzlerce ölümle sonuçlanan kazaları bile "kadere" bağlayan bir anlayışın akılla, düşünceyle ne işi olabilir?
Bu nedenle "dışıyla" ilgiliyiz, kafanın...
Kategorize etmekle meşgulüz insanları... Ötekileştirmek, ötelemek ve sürüden saymakla daha doğrusu!
Ne yazık ki 80' sonrası böyle...
Git gide kişiliklerini kaybeden insanların çoğaldığı, tüketime yönlendirilip çıkarcı/bencil ve bireyci bir toplum inşa ettik, elhamdülillah!
Tebrikler yazı ve ilkeli duruşunuz için Serap Öğretmenim..
Serap IRKÖRÜCÜ
80 bu ülkenin en önemli kırılma noktasıdır. Bugünkü istendik koşullara gelinmesi için yapılan planın en önemli ve ilk uygulamasıydı bence. Modern ve ilerleyen dünyadan böyle koparıldık, dindar olmanın çağdaş olmaya engel olduğu ve insanların tercih yapması gerektiği algısı yerleştirildi.
Nokta atışlarla yaptığınız değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim Değerli Öğretmenim.
Saygılarımla.
ZEYBEK HOCA
Bereketi bol cumalar dileğimle...
Taraftarı olduğu grubun yanlışına yanlış diyemeyen,taraftarı olmadığı grubun doğrusuna doğru diyemeyen topluluklar sadece eğitimde değil hayatın her alanında başarısız olmaya mahkum.Kuru sloganlarla dediğiniz gibi yürümüyor.Çok faydalı bir yazı idi.Umarım yerinde eleştiriler doğruları bulmamıza yardımcı olur.Saygılar, selamlar.
Serap IRKÖRÜCÜ
Doğrularla yanlışlar o nedenle karıştı birbirine.
Dileklerinize yürekten katılıyorum Hasan Bey.
Saygılarımla.
Değerli hocam bu anlattıklarınız biraz da geleneksel kodlarımızla alakalı bir husus. Gerçekten gelenek kodlarımıza yüklenen geleceğe bakış açısı geleceğimiz etkiliyor. Bu hangi dünya görüşünden olursa olsun. Birçok ailemizde geleneksel yapımız birçok bireyi ataerkil toplum oluşturmaya yönlendiriyor. Son yıllarda bu husus biraz değişse de toplumun kahir ekseriyeti bu yönde hayatını devam ettiriyor. Dün nasıl bize geldiyse bizde geleceği hiç değiştirmeden devam ettiriyoruz bu hususu.
Sizin de belirtiğiniz gibi karakter kazanma hususu aileden başlar. Aile nasıl bir bireyi topluma kazandırmak isterse birey topluma o şekilde giriyor. Değişim gösteren gösteriyor ancak büyük çoğunluk berrak zihinde ne kaldıysa o şekilde toplumun içinde bulunuyor.
Bence en önemli husus toplum katmanında her kişiye birey olmayı öğretmemiz gerekiyor. Kendi düşüncesi üzerinde ayakta duran bireyle toplum bir adım ileriye götürecektir. Aksi takdirde birileri şu şekilde yap der öyle yaparlar diğeri de böyle yap der öyle yaparlar. Kendi düşünce ve karar olmadan hayat öyle gelip gider. Tabi bunları yaparken ölçü'yü kaçırmamak gerekiyor. Sınırsız özgürlük özgürlük değildir. Denge kurmak gerekiyor. Bu hususlar sağlanmayınca da üretimden uzak bir toplum olur gideriz.
Paylaşım çok değerliydi değerli hocam. Emeğinize kaleminize sağlık.
Saygılarımla...
Serap IRKÖRÜCÜ
Yukarıdan başlatılan değişim, içine nifaklar sokularak bu toplumun ilerlemesi önlenmek istedi ve başarıldı.
Bir kuşağın eğitilmesi toplumsal ilerleme için yeterli değildir. Üç kuşak üniversite mezunu olduğunda son kuşan üniversite mezunu sayılır. ilk üniversite mezunu da orta okul mezunu sayılır. Ailevi ilerlemişliği anlatmak için ilginç bir değerlendirmedir ve bizim toplumumuz anlamak için de çok şeyi anlatır aslında.
Emek verdiğiniz değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim Serkan Bey.
Saygılarımla.
Özgür birey yetiştirme durumu başlı başına değerlendirilmesi gereken çok önemli bir konudur.
Her çağın insanı kendisinden sonra gelen nesilleri ve o nesillerin yaşadığı dönemi eleştirmiştir. Kendi döneminin öğretilerini ve alışkanlıklarını vazgeçilmez olduğunu savunur veya en azından öyle sanır. Bu durum M.Ö de, sonrada, günümüzde de böyledir. Bu bağlamda dönemsel fikir ayrılıkları ve kuşak çatışmalarının bireysel ve toplumsal düzeyde olması da gayet normaldir. Buraya kadarı anlaşılabilir.
Ancak özgür birey yetiştirilmesinde disiplin başka şeydir. Despotizm başka!
Bu ülkede geçmişten günümüze eğitim kurumlarında ve diğer kurumsal yapılarda sizin de değindiğiniz gibi kafanın içinden çok dışıyla ilgilenilmiş ve disiplinden çok despotizm hüküm sürmüş ve bireyden başlayarak sindirilmiş susturulmuş, hakkını arayamayan bir toplum yapısı oluşturulmuştur. Uzun yıllar modernlik adına bireyden başlayarak toplum, kültürel değerlerinden koparılmak istenmiştir. Değer yargılarından koparılmış birey özgür olarak adlandırılmıştır. Bunun sonucu olarak ta ilerleyen zaman içerisinde partneriyle yaşadığı özel anları cepten videoya çekip bunu da arkadaşlarıyla paylaşabilen genç insan profili ortaya çıkmıştır. Daha dramatik olanı ise bu kozmopolit durumu yadırgamayan toplum yapısının oluşturulmasıdır.
Dolayısıyla hayatın doğal akışı içerisinde özgürlüğün ne olduğu kişinin özgürlükten ne anladığına bağlı olma durumuna gelmiştir. Bu da kaçınılmaz olarak gelen her siyasi iktidarın toplumu istediği şekilde yönlendirip baskı altında tutmasını sağlamıştır.
Bireyin özgür olması kültürel değerlerinden kopması veya koparılması ile olmaz buna özgürlük değil, kültürel asimilasyon denir. Kültürel asimilasyona uğramış birey ve o bireylerin oluşturduğu toplum kaçınılmaz olarak değer yargılarını da yitirmiş olur ki, bu da o toplumun ve dolayısıyla ülkenin (rüşvetten, yolsuzluğa kadar vs ) Geniş bir skalada yer alan ahlaki düzeyde çöküşün başlangıcı olur.
Şüphesiz ki çocuk eğitiminde aileden, eğitim kurumlarına kadar toplumun her kesimine görev düşer. Ancak çocukların ve gençlerin sağlık düşünebilen özgür bir bireyler olmasının temel şartı kültürel değerlerini yaşaması veya yaşayabilmesinden geçer. Saldım çayıra Mevla’m kayıra anlayışına sahip olmak özgür birey yetiştirmek demek değildir.
Dolayısıyla ve kısacası bugün eleştirdiğimiz toplumun tepkisiz yapısının uzun bir siyasi ve sosyolojik geçmişi vardır.
Kıymetli hocam. Üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken güzel bir yazı kaleme almışsınız tebrik ederim.
Kaleminize emeğinize sağlık
Saygı ve sevgilerimle
Serap IRKÖRÜCÜ
Toplumların bugünkü durumlarını anlamak için dünlerine bakmak gerekir tabii. Sebep sonuç ilişkisi gibidir bu.
Yazıyı çok iyi irdeleyen değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim Serhat Bey.
Saygılarımla.
Saygıdeğer Serap hanım, eğitimin ne kadar değerli sonuçlar oluşturacağını öyle güzel açıklamışsınız ki, ah diyorum ah! Ne zaman sorgulayan bireyler toplumumuza egemen olacak diye iç geçiriyorum.
Serap IRKÖRÜCÜ
Beğenileriniz için çok teşekkür ederim. Umudumuzu yitirmemek en büyük görevimiz olmalı bence.
Saygılarımla.
Eğitim konusundaki düşünce ve tespitlerinize katılmamak mümkün değil.
Emeğinize bereket öğretmenim.
Selam ve sevgiyle..
Serap IRKÖRÜCÜ
Sizin de yüreğinize sağlık.
Sevgilerimle.
BEYAZ CADI
Sadece bedenleri, şekilleri, görüntüleri sevenler bunu dayatanlar büyük bir zavallılık içerisindedirler.
Farkında veya farkında olmadan bir sürüleşmeye varan sonucunda sömürgecilerine hizmet ettiren bir zihniyetin ürünüdür şekilcilik.
Fikirleri sıradanlaştırma amacı taşır.
İnsanın düşünme yetilerini köreltir.
Şekilciler verimsiz olduklarından çevrelerini de kendilerine benzetetek verimsizleştirirler.
Şekle ve sembollere göre insanları kamplaştırmakta aynı zihniyete bölünmüş bir vaziyette hizmet eder.
Tektipçilik günümüz tüketim terörünün de bir dayatmasıdır.
Toplumu kısım kısım bölerek tektiplestirirler
Kıyafetler, saç modelleri makyaj ve estetik operasyonlarla birbirine benzemek ve benzetilerek sömürülen sayısızca insan var hayatımızda
İlham alma düzeyinde kalmayan özenti süslü taklitçilik ne yazık ki tektipçilik üretir.
Şekilcilik insanı sınırlara hapsettiği için şekilciliği dayatanlar amaçlarına çok çabuk ulaşırlar.
Amaç düşünmesini sorgulamasını ve engelleri aşmasını engellemektir
Sizinde dediğiniz gibi topluma baktığımızda sonuç ortada
Değerli öğretmenim çok anlamlı paylaşımdı teşekkür eder saygılar sunarım
Serap IRKÖRÜCÜ
İstenen de buydu ve gerçekleşmiş oldu!
Haddini aşan her türlü görsel özenin içerikteki kusurları saklamaya yönelik olduğunu hayatın her noktasında görebiliriz.
Detaylı değerlendirmeleriniz ve beğenileriniz için çok teşekkür ederim Önder Bey.
Saygılarımla.
Dış kabukta oyalanıyor, bir öze sahip olduğumuzun farkına bile varmadan yaşıyoruz hayatı. Buz dağının görünen kısmı ile ilgilenip görünmeyen kısmına inmekten hep korkuyor, bilinçsizce kaçıyoruz. Yüzeyde kalıp derinlerden bihaber yaşamak kolay geliyor bize.
Silahlı kuvvetler bu körü körüne şekilciliğin en somut örneği. Belirttiğiniz üzere, her Türk asker doğar, klişesinin bir tezahürü olarak topluma da büyük ölçüde yansıdı. Yaşadıklarınız bunun delili.
Fikirlerden ziyade kişilerin ve olayların konuşulduğu bir toplumda öze inme ve derinlik algısı olmuyor ne yazık ki.
Detaylı bir yorum yazacağım yazınıza. Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Saygılarımla.
Selam hıocam günaydınlar çok güzel uslupla anlatım tebrik ediyorum kutluyorum evet eskiden öğrencilere şimdiki kadar değer verilmiyordu öğrenci konuşmaya bile bırakılmıyordu şimdilerde öğrenciye parmağını kaldırsan bile hemen tepki alıyorsun allah sizlere kolaylık ve sabırlar versin selam saygılar sunarım.
Serap IRKÖRÜCÜ
Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla