- 1071 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
İSLAM DÜNYASI GERÇEK İSLAMLA HİÇ BİR ZAMAN BULUŞAMAYACAKTIR. NEDEN Mİ?
ASLINDA HER ŞEYİ ŞU İKİ RESİM ANLATIYOR BİZE. AMA SİZİ BİRAZ YORACAĞIM BU ÇOK UZUN YAZIMLA...
--------------------------------------------------
İslamiyetin ortaya çıkışı Batı Roma İmparatorluğunun yıkılış tarihinden yaklaşık yüz sene sonra olmuştur. Tarih devirleri dediğimiz dönem açısından bakarsak bu zaman dilimi hep karanlık çağ diye adlandırdığımız Ortaçağın başlangıcıdır.
Ortaçağ 476 Yılında Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışı başlar ve İstanbul’un fethine kadar,( Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğunun yıkılışı) yani 1453 e kadar devam eder.
Bu çağın başlangıç yıllarında bilinen dünya gerçekten de karanlıklar içindedir. Afrika pek bilinen bir kıta olmadığından Avrupa ve Asya ne alemdeydi diye soracak olursak Avrupa barbarlığın, vahşetin, cehaletin kol gezdiği,savaşlar nedeniyle kanın oluk oluk aktığı topraklardır. Asya da ondan farklı değildir elbette ama Asya’nın durumunu çok da fazla bilmiyoruz. Bildiğimiz daha çok Arabistan yarımadası.
Arabistan yarımadası ile ilgili en çok bildiğimiz, insanların kız çocuklarını diri diri toprağa gömdükleridir ki İslamiyet gelmeden önce Hz. Ömer bile kız çocuğunu toprağa gömenlerden biridir. Ancak cehalet ve sefahat bununla sınırlı değil. Mesela zengin ve asil (!) kadınlar evleneceği erkeği seçmek için bir sürü erkekle yatıyor, içlerinden en beğendiği ile evleniyor. Bu derece berbat bir hayat var.
Sonra bilindiği gibi Hz. Muhammed’le birlikte bir devrim yaşanıyor Arabistan topraklarında. Cehalet dönemi ’’Asr-ı Saadet ’’ denilen bir döneme dönüşüyor. Gerçi Asr-ı Saadet döneminde de cahiliye döneminden kalma alışkanlıklar var ama toplumun geneline yaygın değil.
Nihayet Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte gerek Türk Dünyasında gerek diğer İslam dünyasında muazzam bir gelişme kaydediliyor. Bilimde oldukça önemli ilerlemeler oluyor. Yani özellikle 11. Yüzyıldan itibaren Ortaçağ artık İslam dünyası için karanlık bir çağ değildir. O bakımdan da bizim bazı yazar çizer takımının sık sık dile getirdiği ’’ Ortaçağ Karanlığı ’’ aslında İslam Dünyası için değil tam tersine Avrupa dünyası için geçerli. Çünkü onlar hâla cahiliye döneminden kurtulamamışlar.
Evet, aynı asırlarda Avrupa yine karanlıklar içinde... Asya - tamamı olmasa da çok büyük bir bölümü- yeni bir dinle aydınlığı yakalamışken Avrupa’da din insanların başının belası haline gelmiş. Papaların ve diğer din adamlarının ellerindeki aforoz yetkisi, günahlardan kurtulmak için satışa çıkarılmış olan endülüjans denilen tapulu, imarlı, ifrazlı cennet arazilerinin satışı, din ile ilgili en küçük bir sorgulamanın ’’ İçine şeytan girmiş ’’ suçlamasına dönüşmesi, en küçük bilimsel araştırmanın cadılık olarak nitelendirilmesi, ’’ Dünya dönüyor’’ veya ’’ Dünya yuvarlaktır’’ demenin suç olduğu ve Engizisyon mahkemelerince bu suçu işleyenlerin en ağır işkencelerle, bazen yakılarak öldürülmesi, Feodal kralların ilk gece hakları...[ Evlenen köylü bir kadının bekaretine son verme hakkı derebeye aittir. Derebeyi isterse bu hakkını kullanır ] Saymakla bitecek gibi değil...
Avrupa’nın bu karışık durumu yüzlerce yıl sürer. Ta ki Martin Luther diye bir papaz ortaya çıkıp Almanya’da Wittenberg Kilisesinin kapısı önünde kendisine gönderilen afaroz belgesini yaktıktan sonra " Tanrı ile kul arasına kimse giremez. Günahları ancak Tanrı bağışlayabilir. Hıristiyanlar endüljans satın alarak günahlarından arınamazlar. Öbür dünyada mutluluğa ermek için iman yeterlidir. Kiliseyi düzeltmek için, onun elindeki serveti almak gereklidir. Ancak o zaman kilise kendisine düşen dinsel görevleriyle uğraşır. " Diyene kadar...
Bununla da kalmaz Martin Luther, doksan beş maddelik bir bildiri yazar ve aynı kilisenin kapısına yapıştırır bunu. Endülüjansı da, aforozu da, Papaların, din adamlarının ellerindeki dini ve siyasi ( özellikle siyasi ) yetkileri de, hepsini reddetmekte, baş kaldırmaktadır. Dahası insanların eşit olduğunu da savunmaktadır. ( Yanlış anlaşılmasın. İnsanların derken sadece Hrıstiyanları kasteder aslında. Zira azılı bir Müslüman düşmanıdır )
Avrupa’nın feodal prenslerinden bir kısmı Martin Luther’i destekler. Çünkü onlar da bıkmışlardır papanın, dolayısıyla da dinin ellerini kollarını bağlamasından. Papa olacak dümbüğün ikide bir asasını sallayıp ’’ bak seni aforoz ederim haaa ’’ diye korku salmasından.
Martin Luther ile başlayan bu devrime daha sonra Kalven de ses verir Fransa’dan. Hatta İngiltere’de Kral VIII. Henri ’’ Yetti lan gari. Bundan sonra sana bağlı değilim. Aforozunu filan da sallamıyorum’’ Diye Papaya resti çekip Anglikan mezhebi denilen bir mezhep bile kurar. ( Daha sonra kellesini alacağı bir kadın uğrunadır aslında tüm bunlar )
Bu arada yine bir Alman olan Jan Gutenberg’in icat ettiği matbaa giderek daha modern hale gelmiştir ve Papanın tüm yırtınmalarına karşın kitaplar basılmaktadır. En önemlisi de o güne kadar sadece Latince olduğu için kimsenin bir halt anlamadığı İncil her ülkenin kendi diline çevrilerek basılır ve dağıtılır. Böylece Hrıstiyanlar İncilde yazanlarla peder efendilerin anlattıklarının çok farklı olduğunu görürler.
Kilise geri adım atmaya başlar. kendini toparlamaya çalışır. Aksi halde Papalık diye bir makam kalmayacaktır. Sonunda siyasi yetkilerden vazgeçer ( ya da ite ite vazgeçmek zorunda kalır diyelim ) Bunun sonucu olarak sanat en olgun meyvelerini işte bu dönemde vermeye başlar ki buna Rönesans diyoruz. Bilimde de artık serbest düşüncenin önü açıldığı için muazzam ilerlemeler kaydedilmeye başlanmıştır. Din Avrupa için artık bir engel olmaktan çıkmıştır çünkü.
Avrupa karanlıktan aydınlığa çıkarken Asya kıt’asında ne oluyordu peki?
Asya kıt’ası oldukça uzun süre sermayeden yedi.İlk zamanlarda fetihlerle elde edilen yeni topraklar, yeni topraklardan ele geçirilen servetlerle bir müddet bolluk ve refah içinde yaşadılar ama bu bolluk ve refah İslam dünyasını tekrar cahiliye dönemine döndürmeye başladı. Öncelikle yöneticiler, daha sonra zenginler ve nihayet sade halk bilim, ahlak ve din eksenli bir hayat yerine eğlence ve zevk eksenli bir hayat yaşamaya başladılar. Ancak bazı alimler ’’ Hayır, bu İslami yaşam değil ’’ dediler ve etraflarında İslami yaşam halkaları oluşturmaya başladılar. İşte bu halkalar zamanla tarikatların doğmasına yol açtı.
Tarikatlar kuruluşları itibariyle İslami yaşamı amaçlamıştı ancak asırlar süren uzun zaman diliminde ( Özellikle de günümüzde ) giderek bozuldular. Her birisi aynı zamanda bir medrese olan, dini bilimler yanında matematik, fizik, astronomi, felsefe ve daha pek bilimin merkezi iken yavaş yavaş sadece dinin konuşulduğu merkezler haline dönüştüler. Giderek din de ’’Hz. Muhammed Miraca rüya halindeyken mi çıktı yoksa bedenen mi ?’’ konularına indirgendi. Mesela ’’hastalıkların çaresi olarak ne gibi ilaçlar bulmalıyız, ne gibi bilimsel çalışmalar yapmalıyız?’’ ın yerini ’’ Karın ağrısına hangi dua daha iyi gelir?’’ konuşulmaya başlandı. Daha önce dericilikten marangozluğa, çiftçilikten hayvancılığa her türlü üretimin içinde olan ve ’’ veren el alan elden üstündür ’’ anlayışıyla hep veren durumunda olan tarikatlar zamanla hep alan merkezler oldular. Birer ticari kuruluş haline geldiler. Öyle ki günümüze gelindiğinde yanmaz kefenden, rüyada peygamberimizi gösteren terliğe kadar ne ihtiyacınız (!) varsa bu tarikat ve cemaatlardan temin etmeniz mümkün. Kısaca Avrupa ilerlerken İslam dünyası hızla cahiliye dönemine doğru koşmaya başlamış durumda.
Avrupa’da Rönesans’ın ve Reform’un yaşandığı yıllarda İslam dünyasının en güçlü devleti olan Osmanlı Devletiydi ve başında Muhteşem Süleyman bulunuyordu ama gerilemenin sinyalleri ta o zamandan başlamıştı. Mesela günümüzde Türk- İslam Dünyasında bütün Alevi ve Sünni Müslümanların, hatta dinsizlerin bile sevgisine mazhar olmuş olan Yunus Emre’nin
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana seni gerek seni
Şiirini okuduklarından dolayı bazı insanların katli için fetva vermişti Şeyhülislam Ebu Suud Efendi. Gerekçe: Bu şiirde cennet hakkında söylenen sözler çirkindir, dinsizliktir..(İstanbul Millet Kütüphanesi şeriye no. 80’de kayıtlı Fetâvâ-yi Ebu’s Suud adlı eserde 217a ve 217 b’de kayıtlı )
Tekrar Avrupa dünyasına dönecek olursak.
Dini baskılar üzerlerinden kalkan Avrupa bilim ve sanatta muazzam bir gelişme ve hız yakalayınca aynı zamanda daha dindar oldu mu peki? İlk bir asır için ’’ belki evet ’’ diyebiliriz. Lakin üzerlerindeki din baskısı kalkınca, buna paralel olarak refah seviyesi yükselince kiliseye daha az gider, dinle daha az ilgilenir oldular. Ya da bilimden asla taviz vermeden ama her şeyden zevk almayı, zevk için yaşamayı yaşamlarının merkezi haline getirmeye başladılar. ( Günümüzde geldikleri nokta budur. )
Tanrı inancı, hayatının tek gayesi zevk olan insan için sıkıcıdır. Haydi bir yaratıcının var olduğu kabul edilse de peygamber, melek, şeytan, günah, cehennem gibi dini kavramlar hedonizme terstir. İşte bu noktada öncelikle ’’ Sadece yaratan ama hiç bir şeye karışmayan, efendi efendi köşesinde oturup dünyada olan biteni seyreden ’’ bir tanrı inancı gelişti Hrıstiyan dünyasında. Tabii ki peygamber ve diğer kavramlar yoktu bu inancın içinde. Buna Deizm dendi. Önemli bir kısmı ise ’’ tanrı da yok kardeşim. ne Tanrısı ne yaratıcısı? Dünyada gerçek olan tek şey vardır o da doğarsın, yaşarsın, ölürsün ve yok olursun. O halde bu aradaki zamanı en iyi şekilde eğlenerek geçirmeye bak ’’ dediler ki onlara da Ateist diyoruz. Yani kısaca özetlemek istersek önce daha insancıl bir Hrıstiyanlık, daha insani bir Hrıstiyanlıktan da Deizme ve Ateizme atladı Hrıstiyan Avrupa.
Aslında bugün Hrıstiyan Avrupa diye bir şey yok diyebiliriz rahatlıkla. Gerçek olan deist ya da ateist bir Avrupadır. Hrıstiyanlık ise nostaljik bir hatıra. Ara sıra anmanın kimseye zararı olmuyor.
Evet, İslam Dünyasında da bir Martin Luther gelir mi bilemem. Şu hale baktığımızda oldukça zor. Cübbeli Ahmet, Mahmut Hoca ya da Müslim Gündüz ve benzerlerinin öyle bir niyeti olduğunu sanmıyorum: Nihat Hoca, Mustafa Karataş Hoca, Fatih Çıtlak Hoca, ya da Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu,Caner Taslaman gibilerin de Martin Luther olma ihtimalleri oldukça uzak. O halde daha bir kaç yüz yıl bekleyeceğiz demek ki.
Diyelim ki geldi. Diyelim ki İslam Dünyasının Martin Luther’i de beklenen Mehdi veya Hz. İsa oldu. Ne olacak? Gerçek İslam mı gelmiş olacak?
Belki bir yüz yıl, bilemedin iki yüz yıl sürer bu. Sonra?
Sonra o gelen kurtarıcı sayesinde muazzam bir bilim, sanat ve refah düzeyi patlaması yaşanır. Daha sonra da aynen Avrupa’da olduğu gibi biz de ’’ Amaaan ya ne dini, ne tanrısı, ne peygamberi ’’ der deist veya ateist oluruz. Çünkü refah ile insan nefsi arasında doğru bir orantı vardır. Refah yükseldikçe insanın nefsi de yükselmiştir her zaman.
Yani netice olarak İslam dünyası gerçek İslam denen ve ne olduğunu henüz hiç birimizin bilmediği o şeye önümüzdeki bir kaç yıl içinde ulaşamaz. Bir kaç yüz yıl içinde ulaşsa da biz görmeyiz. Görenlerin de uzun süre onunla yaşamayacağı neredeyse kesindir. Bu döngü böyle işliyor maalesef. Hem diyelim ki hemen yarın geldi. Nereden bileceğiz o gelenin gerçek İslam olduğunu? Çünkü İslam artık herkesin farklı anlattığı bir şey. Örneğini hiç yaşamamışız, nasıl bir şey olduğunu hiç görmemişiz ve ’’ Bize gerçek İslamı kim anlatıyor?’’ diye sorduğumuzda ’’ İşte şu anlatıyor’’ diye parmakla gösterilebilecek bir tek insan yok ( Ya da ben bilmiyorum ) ülkemizde şu an itibariyle. ( Varsa lütfen ismini yazın ) Binlerce mürşidimiz(!) var ama bir tek irşad edebilenimiz yok. Müslüman için acı. Müslüman olmayanın zaten umrunda değil...
Şimdi resimlere geçebiliriz: Soldaki resim yazımda bahsettiğim Luther’in 95 maddelik bildirisi... O bidiride kısaca ’’ Allahla kul arasına hiç kimse giremez’’ diyor. (Wittenberg Kilisesi- Almanya...)
Sağdaki resim ise bizden... Şeyh Seyyid Sıbgatullah Arvasî’nin yazdığı Minah adlı kitap...Ülkemizdeki en büyük tarikatlardan birinin öğretileri de o kitapta şöyle dile getirilmiş:
.....sanırım, ihlasın en güzeli kendini zorlayarak değil, rıza ve zevkle olan teslimiyet, olduğuna işareten gavs (k.s.) dedi: “şeyhimizin etba’ından ( Şeyhe bağlanmış ) iki alim konuşuyordu, birisi diğerine dedi: ’’ eğer şeyh sana namaz kılmamanı emretse ne yaparsın?’’ öbürü dedi: ’’emre kerhen( İstemeye istemeye ) uyarım.’’ Soruyu soran alim dedi : ’’Ben gönüllü ve kalb hoşluluğu ile uyarım.’’ ( Seyyid Sıbgatullah Arvasi, Minah -Sayfa 143 Menzil yayınları 1996 )
Evet, şeyh o kadar önemli ki o namaz kılmamamızı emretse ona bağlılığımızdan Allah’a bağlılığımızı bir tarafa atıp gönüllü olarak namazı bırakmamız gerekiyor (!) Kerhen kabul etmek bile çok ayıp(!) çok günah (!)
Size iki tercih bırakıyorlar: Ya kula kul olacaksınız ve bunun adı gerçek İslam(!) olacak ya da ’’ Sokarım lan böyle dine ’’ deyip deist veya ateist olacaksınız.
Üçüncü bir tercih de var: ’’ Git camiye, kıl namazı, tut orucu, kes kurbanı, ver fitreyi,yap camiye bağışını, elin etlisine sütlüsüne karışma’’ türü bir Müslümanlık. Ki çoğunluğun Müslümanlığı böyle zamanımızda.
4. Tercih ise " Allah ile kul arasına kimse giremez. Günahları ancak Allah bağışlayabilir. Müslümanlar bir şeyhe kapılanarak, rüyada peygamberi gösteren terlik satın alarak günahlarından arınamazlar. Öbür dünyada mutluluğa ermek için şeyhe değil Allaha iman yeterlidir. Tarikatları düzeltmek için, onun elindeki serveti almak gereklidir. Ancak o zaman tarikatlar kendilerine düşen dinsel görevleriyle uğraşır. " diyecek. Bunu Ayasofya’nın, Sultanahmet Camiinin, Kocatepe Camiinin ama özellikle tarikatların, dergahların kapılarına yapıştıracak birilerini beklemek ki o da ufukta görünmüyor maalesef.
YORUMLAR
Sahabeler Peygamberimize sormuşlar ki müslim kime, mümin kime denir?
''Müslim elinden ve dilinden bütün müslümanların emin olduğu kimsedir. MÜMİN ise herkesin(dini, ırkı, mezhebi ne olursa olsun) elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.'' demiş.
Bir defasında ise ,
-Bize müslümanlığı öyle tarif etki bir daha sormayalım demiş bir sahabe.
-''ALLAH İNAN, DOSDOĞRU OL'' müslüman budur, demiştir.
Müslümanların kılıçtan keskin kıldan ince sirat köprüleri budur.
Müslümanlık iddasında bulunanların kendilerini bu terazide tartmaları gerekir bence. Gerisi bu hedeflere ulaşmak için yapılan rituellerdir. Hedefe varmadıktan sonra bir anlamı olmaz.Kimi bu hedefe bir günde varır kim 100 yılda kimide hiç. Samimiyet varsa hedef kısadır.Yoksa uzadıkça uzar. Hele takiye girmişse içine imkansızlaşır.
Ne demiş Ziya Paşa. ''KİŞİNİN AYNASI İŞTİR LAFA BAKILMAZ'' vesselam.
Akmetin tarafından 12/1/2018 1:03:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
İslam Dünyası bir bocalama içinde, bu doğrudur. Bizler kul olarak kendimizi kurtarmaya bakacağız. İşte Kur'an ortada, işte Sünnetullah... Öyle televizyonda da gördüğümüz sahte din tüccarlarına kulak asmayacağız. Yok yanmaz kefen imiş, yok rüyada gösteren terlik imiş, akıl ve mantıkla bunların saçmalığını ve anlamsızlığını bulmak o kadar zor olmasa gerek. Evlatlarımızı Teizm ve Ateizm pisliğinden koruyabilirsek ne mutlu bizlere... Tarikatlar da debelenip dursunlar ''Allah'ın bölük bölük bölünmeyin'' ayetini unutarak, kafalarına göre din uydursunlar... Yine güzel bir yazı kutlarım...
Anlattığınız olaylar,verdiğiniz örnekler yanlış değil.Duyduğumuz,okuduğumuz,bazen şahit olduğumuz hadiseler.
Bunlar maalesef İslamı öğretiyor gözükenlerin işi.İslam gönüllülerinin işi değil.
Bu Ülke insanları,bilhassa geleceğimiz olan gençler, İslamı doğru olarak nereden öğrenecekler?
Hiç mi doğru bir yer yok?
Varsa neresi?
Aileler bilmiyor ki,çocuklarına öğretsin.
Din sadece devletin eliyle öğretilirse,Siyasi eğilimler bu öğretileri etkiler mi?
İslam Dünyasının gerçek İslam ile buluşamaması kaderi mi?
Tüm tarikatların elinden servetlerini almak,onları işlevsiz bırakmak, işi çözer mi?
Dinsel görevler parasız mı yapılıyor?
Yeme, içme,ısınma,yıkanma,aydınlanma,haberleşme,temizlik,tedrisat nasıl halledilecek?
azımsanamayacak miktarda Üniversite öğrencisi,aynı zamanda manevi eğitim alıyorlar.
Bunların hepsi geleceğin pürüzleri mi?
Bunlar aklıma takılanlar.
Siz araştırmacısınız. Ben ve benim gibileri lütfen aydınlatınız.
Selamlar.