YERDEN GÖĞE ÖLENLER
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Sustum anne, müebbeden sustum;
Her taraf sis… Boğuldu bak ruhum…”
Şükûfe Nihal Başar
Böyle yağmurlu havalarda her zaman kilitlenen trafik yine yapacağını yapmıştı. Bir sağa, bir sola hareketiyle camı temizleyen sileceklerden gözünü ayırmadan radyo kanallarını değiştirmeye çalışıyordu. Sileceklerin görüşü bir çırpıda düzeltmesi yerine yağan yağmur damlaları ile yeniden temizlemesini tıpkı hayatına benzetti. Sürekli olarak hayatına yağmur gibi yağan sorunların sileceği olmaktan bitkin düşmüş hissediyordu. Bir çocukla, çalışan yalnız bir anne olmanın ne demek olduğunu ancak yaşayan bilirdi.
Otomatik kanal araması bir kanalda durdu. Radyo da konuşan kadının sesini tanımıştı. ‘’Feminizmin en ateşli savunucularından olan bu yazarı sesinden dahi olsa tanımayacak pek az kadın vardır’’ diye geçirdi içinden. Zengin bir aileden gelip paranın ve gücün tüm imkanlarından faydalanarak en iyi okullarda okumuş olan bu kadının ‘’bir kadın hareketi’’ savunucusu olmasını komik buluyordu. Yine de bir süre onu dinlemeye karar verdi. Radyonun sesini biraz daha açtı. Yazar bir soruya yanıt veriyordu.
- Bakın bu soru gerçekten güzeldi. Cumhuriyete geçişle birlikte ülkemizde yaratılan ‘’yeni kadın’’ bize özgürlüğün yüzü gibi görünüyor. Ancak bu bile bir dayatmadır. Çarşaftan, ötekileştirilmekten, evinin sınırları içinde dahi mecbur bırakıldığı köle yaşamından kurtulmuş gibi görünse de yeni imajımızı bize yine erkekler çizmiştir. ‘’vatansever, özverili, iffetli’’ kadınlar Halide Edip ile yeni bir portre çizmiştir. Seçme ve seçilme hakkımızın bize verilmiş olması elbette ki bir nimettir. Ancak iş dünyasında bize her işi yapabileceğimiz söylense de hemşirelik, öğretmenlik, sekreterlik gibi işlerin işaret edilmiş olması kendi içinde koca bir yalanın aynası olarak doğan ‘’yeni kadın’’ dan bahsedilmelidir. Başında şapkası, korsesi, usturuplu konuşma ve davranma mecburiyeti sunulan kadının cinsel kimliği silinmiştir. Cinsel bir obje olmak ve cinselliğinin yok sayılması arasında iki seçim hakkına sahip bir yaşam dayatılmıştır. Türkçülük, vatanseverlik, ulus bilinci taşıyan, kocasının yanında ve yardımcı, iffetli bir eş ve her şeyden önce fedakar anne rolü verilen ‘’yeni kadın’’ oldukça sade olsun istenmiştir. Cinselliğini asla ön plana çıkarmasın diye makyajsız, edepli kadınlarımız özgürlüğün tadını çıkardıklarını düşünmekteydi.
Öğrendikçe gücünün farkına varan kadın sınırları zorlamaya başladığında gerçeği görmüştür. Dünya erkeklerindi ve onların bize sunduğu imkânlar ve roller dışında tavır almamız bizlerin rahatını bozacak işlere kalkışmamız anlamına geliyordu. Düzenin işleyişi içinde hem çalışıyor, hem seçilip seçiyorduk. Artık eskisi gibi evlerine mahkum edilmiş ikinci sınıf insan muamelesi görmüyorduk. Bize verilenden fazlasını istemek te ne demek oluyordu?
Ataerkil düzenin şeklen özgürleşen kadınlarının ‘’zihinsel devrimi’’ bugün bile gerçekleşememiştir. Cinsellikten bahsedemeyen bir toplumun ürünleri olarak biz yeni kadınlarda ne yazık ki özgür birer birey olmanın ne demek olduğunu hala bilmiyoruz. Cinselliğin, seks objesi olmaktan öteye gitmediğini düşünen bir duvarın önündeyiz. Gönlümüzce sevmek, sevişmek, eş dışında da partnerlerimiz olması hakkına sahip olmak ahlaksızlık olarak görülüyor. Elbette bunun dinsel tema üzerinde de kabul görmeyişi oldukça etkendir. Ancak tüm dünyada ne tesadüftür ki kadın, hem sadece cinsel arzunun tezahürü hem de cinsellikle aynı cümle içinde kullanılamayacak kutsal bir hurafe. Sadece ‘’insan’’ olabildiğimiz gün özgür olacağız. Nezihe Muhittin 1931’de yayımladığı Türk Kadını isimli kitabını tüm kadın ve erkeklere öneririm. ‘’Ev kadını’’, ‘’eş’’, ‘’anne’’ olmak dışında kabul görülmeyen rollerimize eklenen ‘’iş kadını’’ kimliği ancak diğer görevlerimizi tam ve eksizsiz yerine getirdiğimizde takdirle karşılanan bir görevdir. Hal böyle olduğundan kadının iş hayatına girmesi onu özgürleştirmiş gibi dursa da boynuna yeni bir halka eklenmiştir sadece. Sadakat göstermek her zaman ve daima kadının birinci görevidir. Oysa cinsel kimliklere ayrılmadan sadık olmanın insanca bir vazife olması gerekmez mi?
İyi bir kadın tanımında illa ki ağırbaşlı ve alçakgönüllü sıfatları olmak zorunda ise biz hangi özgürlükten bahsediyoruz? Ayrıca sahip olunduğu kadarı ile kadın özgürlüğünün hayat içinde işleyişinin yasalar ile doğru orantılı ilerletilmesi devletlerin görevleri değil midir? Kadına şiddetin bunca kanıksandığı, artarak çoğalan cinayetlerin normalleştirildiği bir düzenin içinde hangi kadın haklarından bahsediyorsunuz? Kadına yönelik şiddete dikkat çekmek isteyen kadınlara yine devletin kendisi şiddet uyguluyor, gözaltına alıyor. Otobüste, dolmuşta, sokakta gündüz ya da gece hiç güvende değiliz. Bırakın ailemizden olan erkekleri artık hiç tanımadığımız adamlar tarafından şiddet görüyoruz. Her tecavüzü meşrulaştıracak nedenler buluyoruz. Çocuk gelinleri kendi düzeni içinde normal kabul ediyoruz. Sakallarını sıvayarak gezen matruşka imamlar tarafından yeniden ve daha aşağılık şekilde cinsel meta haline dönüştürülüyoruz. Özgür dünyaya yüzümüzü çevirmek istersek kırmızı ruj, meme ve vajinadan ibaret bir tanımla erkeklerin beyninde geziniyoruz. İstediğimiz sadece demokrasinin gereklerinin uygulanması oysa. Demek ki demokrasi bizim değil anglosakson sosyal topluluklarının ciddiye aldığı bir kavram. Biz artık yalanlarla uyutulmak istemiyoruz. Kocamız tarafından dövülmek bizim suçumuzmuş gibi saklanmak zorunda kalmayacağımız, devletin ve yasaların gerçek anlamda bizleri koruduğu bir yaşam istiyoruz.
Osmanlıdan beri sadece üst düzey ailelerin kızlarının nimetlerinden faydalandığı bir özgürlükler dünyası istemiyoruz. Her ne kadar salon takımının da sahip olduğu şeye pek özgürlük denmese de Anadolu da yaşanan eşitsizlik ile kıyas edilince bir nebze daha iyi durumda olduklarını söyleyebiliriz. İşin ilginç yanı da pastanın kreması yiyen Cumhuriyetin salon kadınlarından başka da yaşanan çarpıklıklara karşı çıkan, savaşan başkaca bir kesimin olmayışı.
Olamaz da zaten! Çünkü bir dağ köyünde kendisinin bir kişi olduğu ona öğretilmeyen bir kız çocuğunun her hangi bir hakka sahip olması gerektiği bilincinin gelişmesi düşünülemez. Hal böyle olunca o kız çocuğunun hem şiddete maruz kalması hem de bir cinayete kurban gitmesi beklenen bir sondur. Tanrının cezası namus kavramınız yerin dibine batsın. Her öldürülen kadının katili devlettir. Devletler kanlı elleri ile para sayıp yoluna bakarken biz ölüyoruz! BİZ ÖLÜYORUZ!
Sessiz kalan tüm kadın ve erkekler öldürülen her kadın ve çocuğun kanlarını içiyorsunuz. Her biriniz yetiştirdiğiniz çocuklar ile topluma ne yaptığınıza bir bakın. Bu insafsız döngünün sorumlusu her birinizsiniz. Kadın katillerini başka bir yerden getirmediler. Onlar sizlerin arasında büyüdüler. Her katilin azmettiricisi sizlersiniz. İnsanları cinsiyetlere, dinlere, etnik kimliklerine ayırırken en büyük vicdansızlığı kadına yaptınız. Bir kadın hem etnik kökeni, hem dini hem de cinsiyeti nedeni ile toplu halde ötekileştiriliyor yahut baskı altına alınıyor. Siz öyle istiyorsunuz diye yaşıyor her ne yaşıyorsa. Kadınların koruyucusu olmayı gücün simgesi olarak görüyorsunuz. Sahip olduğunuz fiziksel üstünlük ile bir kadının her hakkını yönetiyorsunuz. Ondan sonra yetişen neslin sorumlusu olarak yine kadınları gösteriyorsunuz. Siz erkekler! Evet, sizler baylar toplum içinde mağdur edilmiş tüm kadınların başına gelen her şeyin sorumlususunuz. Ataerkil düzeniniz içinde sınırsız özgürlüklerinizin bedeli olan bu cinayetler, katliamlar, şiddet, taciz ve tecavüzlerin sizin eseriniz olduğunu da kabul edeceksiniz.
Kadın yazarın ateşli konuşması radyodan yankılanırken trafik açılmıştı. Ağır ağır ilerliyor olsa bile artık en azından hareket edebilen bir araç zinciri vardı. Elif otobana çıkabildiğinde aracını güvenlik şeridine çekip dörtlüleri yaktı. Bütün camları açmış olmasına rağmen nefes alamıyordu. Yağmura rağmen aracından indi. Aracın kapısına yaslanarak otururken görüntüler akmaya devam ediyordu. Başını dizlerinin arasına alarak görmemeye çalışıyordu ama hayaletler dirilmişti bir kere.
Sabaha karşı eve gelen adamın ayak seslerinin yatağa doğru yaklaştığını şimdi bile duyuyordu. Yattığı yerde uyuyormuş gibi yapan Elif yaprak gibi titremesine engel olamamıştı. Üzerine eğilen adamın iğrenç ağız kokusu midesini bulandırmıştı. Saçlarından kavrayıp yüzünü kendine doğru çevirince gözyaşlarını durduramamıştı.
- Sevgili karıcığım uyumayıp beni beklemiş demek ki. Neden kocanı kapıda karşılamıyorsun sevgilim? Gözlerini aç ve yüzüme bak! Elif sen bir haşeresin biliyorsun değil mi? Seni evimde besliyorum ve sen buna karşılık hiç minnet duymuyorsun.
Bunları söylerken bir yandan da direnmesine rağmen kadının üzerindeki kıyafetleri zorla çıkarıyordu. Önce yüzüne bir tokat atıyor, ardından tokatladığı yeri emerek öpüyordu. Kadın onu üzerinden atmaya çalıştıkça daha çok üzerine abanıyordu. Kadının bedenini kendi bedeni altında hapsederken bir yandan da aşağılık cümleler kuruyordu. Isırıyor, tokatlıyor ve hırpalıyordu. Kadın kendisini bırakması için ağlayarak yalvarırken ağzını eliyle kapatıp memelerini dişleyerek canını yakıyordu.
Kadın kocası tarafında hem dövülüyor hem de tecavüze uğruyordu. Bu işkence daha fazla dayanamayıp adamın bacak arasına diziyle bir darbe indirince adam acı ile doğrulmuştu. Bunu fırsat bilip adamın elinden kurtulup kaçan kadını koridorda yeniden yakalayan kocası bir elini boğazına dayayıp diğer eli ile bedenini duvara sabitlemeye uğraşıyordu. Göz göze geldiklerinden adamın iğrenç ve sinsi bir gülümseme ile kendisine baktığını gören Elif yeniden yalvarmaya başlamıştı. ‘’Bana acımıyorsan bebeğimize acı’’ dediğinde adam bir an durmuştu. Sonra kadının karnına attığı yumruk ile hem Elif’in hem de karnındaki bebeğin katili olmuştu. Durdurulamayan kanama ile günlerce yoğun bakımda yatan kadın fiziksel olarak yeniden yaşama dönse de bir kan pıhtısı olarak bedeninden sızan kızıyla beraber ruhunun da öldüğünü kimselere söyleyememişti.
Şimdilerde nerede birileri sesini yükseltse nefessiz kalıyordu. Yolda ya da iş ortamında bir kavgaya şahit olsa bir adım daha atamıyordu. Bedenen tam bir iyilik halinde görülen Elif’in ruhunun katili ise elini kolunu sallaya sallaya geziyordu. Aynı anda iki hayatı yok eden bir canavar toplumsal kabul görmede hiçbir sorun yaşamamıştı. Bulunduğu mevkii nedeni ile yaşanan her şey kılıfına uydurulmuştu. Boşanmaya çalışırken bile bebeğinin katili durmamış ona yapılabilecek tüm kötülükleri yapmıştı. Yine de ayakta kalmayı başardığı için çevresindeki herkes tarafından ‘’güçlü kadın’’ olmak beratı ile ödüllendirilmiş Elif artık asla normal biri gibi davranamadığını pek az insana anlatabiliyordu.
Elif o günde aracının yanında yol kenarında bayılıp kalmıştı. Yanından geçen araçlardan bazıları durup ambulans ile onun hastaneye götürülmesine yardımcı olmuşlardı.
Gözlerini açtığında başında annesi ve bir doktor duruyordu. Doktor ona olup biteni kısaca anlatıp bir nöroloji ve psikiyatri doktoruna görünmesi gerektiğini anlatmıştı. Çalışan, statüsü olan bir kadın olarak Elif’in bunları atlamayacağından emin olduğunu söyleyen doktor onun ellerine dokunarak güven ve sevgisini sunmaya çalışmıştı.
Olan biteni uğuldayan kulakları ile duymaya çalışırken tüm bunlar onun başına gelmemiş gibi yabancılaşmıştı. Doktor gülümseyerek sordu.
- Elif hanım başınızda bir travma izi yok. Bayılmanız hakkında bize söyleyecek bir şeyiniz var mı?
- Travma çok daha derinde doktor. Müebbet ölüyüm ben.
Şukufe Nihal aşk ile damgalanıp tarih sayfasında yerini alırken yalnız bir kadın olarak bir huzurevinde nihayete erdi. Elif çevresindeki onca kalabalık ve omuzunda apolet gibi tenine zımbalanmış türlü mevkiler ile yine yalnızdı. Biri müebbet susarken diğeri müebbet ölüyordu. Hepsinin sorumlusu sizce kim?
’Zavallı sevgili arkadaşım, onun hazin ve feci akıbeti, o vakitler düşünülebilir
miydi? Ne kadar güzel, ne kadar zarif, ne kadar iyi kalpli, ne kadar şairdi. Herkes
tarafından sevilir, sayılırdı. Asil ailesi içinde küçük yaşından beri böyle sevilmiş,
şımartılmıştı. Etrafında daima bir hayranlar halkası bulunurdu; refah içindeydi,
fakat Şükûfe Nihal hiçbir gün mesut olmadı, olamadı. Onu kimse tanımadı,
tanıyamadı.’’
Halide Nusret Zorlutuna (Bir Devrin Romanı 126)
Deniz...
YORUMLAR
Kadın Erkek eşitliği diye bir kavram atıldıysa ortaya, yine kadına" kendinden alt sırada " olduğunu söyleyen erkekler tarafından atılmıştır. Böyle bir bir söylevi asla kabul etmiyorum. Yaradanın yarattığına o hazretler mi değer biçecekler?!
Gerçekten artık şiddet ve ölümler tavan yaptı ancak bunun müsebbibi kim, kimlerdir ve neden gerçek önlem alınmaz, neden ceza uygulanmaz, neden kadın öldüğü, kendini savunamayacak olduğu halde bir kılıf uydururlar.
Bir de şu çelişki var: o hazretler kendini dünyaya getirenin kadın olduğunu âdetâ inkârdalar.
Bak cahil kardeşim senin annen, karın,kızın,teyzen,halan vb hepsi " K A D I N " ve sizler onlar sayesinde bu dünyada soluk alıyorsunuz.
Haaa bir de bana erkek evlat doğurmadın diye boşayan cahiller var:
"Kadınlar ebeveynlerinden gelen toplam iki X kromozomuna (XX) sahipken, erkekler annelerinden gelen bir X, babalarından gelen bir Y kromozomuna (XY) sahiptir. X ve Y kromozomları birbirlerinden oldukça farklıdırlar."
Şimdi bu duruma göre o hazretler babalarından aldıkları gibi annelerinden de bir kromozom alıyor ki, bu da erkekten gelen kromozomla cinsiyet belirleniyor. Yani hazretler bebeğin erkek ya da kız olması sizden gelen kromozomla belirleniyor. Öğrenmezler, ondan sonra kadına yüklenirler.
Vallahi hızımı alamadım arkadaşım, daha yazardım da e yazıyı da geçmesin değil mi?
Teşekkürler ediyorum paylaşımına.
Sağlıkla kal
TEK AYAKLI TOPLUM
İ.Ö. Tomris Hatun, ilk kadın komutan.
Doğa Hatun, Türklerde ilk Vali,
Mısır da, Hatice Hatun ikincisi,
Başka, başka da yok gerisi.
Ana erkil di, Türkler halbuki.
Ta ki Atatürk ve Cumhuriyet döneminde,
Buraya kadar, kadının adı yok, çünkü karanlık dehlizlerde
Göreceli de olsa kadın, ancak gösterebiliyor kendini,
Aradaki zamanda, kilitli kafeslerde.
Halide EDİP, Afet İNAN, Behice BORAN…
Halkımızca ayakta alkışlanan,
İlmiye ÇIĞ, İdil BİRET, Suna KAN…
Bizden dünyaya armağan.
Cumhuriyetin ilk ve son kadın Valisi AYTAMAN,
ÇİLLER; İyisiyle- kötüsüyle tek Kadın Başbakan.
Kadınla erkeğin yan yana yürüyebildiği zaman;
Madam CURİE ile başlayan, otuz sekiz kadın Nobel alan.
1963’de Ruslar, melek gibi uçuruyorken,
Bayan kozmonotu uzaya, dünyadan,
Biz hala söz ediyorduk, öküzün boynuzundan.
Yıl 2013 de, Suudi Arabistan;
Kadının otomobil kullanmasını yasaklayan.
Cennete girecektik hani, Anaların ayağı altından?
Bizde de, geri dönüşle, yeniden;
Çocuk doğuran, hamur yoğuran,
İnanç özgürlüğü kamuflajıyla,
Örtünme ve korunma adı altında, saklanan.
Kadınsız toplum;
Tek ayakla yürümeye çalışan.
09.10.2013
Ömer KIYAK
Haklar hediye ve lütuf ile alınmaz, mücadele ile alınırsa değerli ve anlamlıdır. Korunur, kollanır, sahiplenilir. Ülkemizde kadın özgürlüğü bir çok ulkeden önce, mücadelesiz hediye edilerek verilmiş ama yaşayarak gördüğümüz gibi, birileri kadınların eline birer kutsal elma şekeri verdiği için kadınlar, zevkle, iştahla o elma şekerlerini yalarken, yeniden kutsal kafeslerin, karanlık dehlizlerine içine sokulup, gündelik hayattan çekilerek, verilen haklarını kaybetmekteler.
Ömer Kıyak
Ömer KIYAK tarafından 11/27/2018 1:32:27 AM zamanında düzenlenmiştir.
Sevgili Deniz Hanım
Kadın olmadan kadını anlamak kolay değil elbet ama kadın olup da kadını tanımayan daha açık ifadeyle hayatı anlamayan sayısız kadın örneği verebilirim. Bunu bir erkek olarak az ya da çok kazanılmış kadın haklarını sabote etmek için söylemiyorum. Ve bütün samimiyetimle ifade edeyim. Kadınların yaşadığı tüm trajedilere derin bir üzüntü ve utanç duyarak bakıyorum.
Kadın ve erkek eşit midir? Ya da eşitlik kavramı neye göre tanımlanmalıdır? Bu ve benzeri kavramlar yalnızca günümüzün tartışma konusu değil emin olun insanlığın var oluş sürecinden bu güne gelen dramatik bir konudur.
Muhtemelen bu kavramların tartışıldığı her dönem kendi içinde sahip olduğu değer yargıları ve kültürel yapı üzerinden tartışılmıştır. Ve yine muhtemelen bundan iki yüzyıl, üç yüz yıl sonra da o dönemin değişen veya değişmeyen değer yargısı ve kültürel yapısı üzerinden tartışılacaktır.
Özetle kadınlarımızın haklarını savunurken beğenelim ya da beğenmeyelim toplumun eğitim seviyesini, değer yargılarını ve kültürel yapısını da göz önünde tutmamız gerekir bunu bir kenara atamayız. Bakmayın siz o toplumun kalbur üstü ülkenin genel nüfusunun içerisinde, atıyorum %0,bilmem kaç oranındaki tuzu kuru marjinal kadın guruplarının akıl dışı ütopik söylemlerine, hayatın gerçekleri hiçte onların atıp tuttukları gibi değil. Öyle bir dünya yok. Yalnız ülkemiz için değil dünyanın hiçbir ülkesinde o söylemlerin bir karşılığı yok. Ne muhafazakar kesimlerde ne de sosyal demokrat kesimlerde o marjinal gurupların kadın hakları adı altında ortaya attıkları ayağı yere basmayan toplumun değer yargılarına ters düşen ve gerçekçilikten uzak o içi boş kavramların hiçbir anlamı yok.
Kadın haklarını savunurken temel kural gerçekçilik olmalıdır. Aksi halde kadın ve erkek arasında ki çatışma hali ne yazık ki, nice hayatların söndüğü trajik olaylarla sonuçlanmaya devam edecektir. Ve bunun sorumlusu yalnızca erkekler değildir.
Söylenecek çok şey var ve bu konu başlı başına tartışılacak çok önemli ve çok boyutlu bir konudur. Çünkü ve maalesef olay kadının haklarından kadının can güvenliğine evrildi.
Günün yazını ve çok kıymetli yazarını gönülden kutlarım.
Kaleminize sağlık
Saygı ve sevgilerimle.
Serhat BİNGÖL tarafından 11/27/2018 8:45:46 PM zamanında düzenlenmiştir.
İnsanın ilk icadı insanı sömürmektir. Zaman içinde şekil değiştirse de sömürgeciler bir yolunu bulmaktadır.
Ya din şemsiyesi içinde ya tüketim objesi olarak ya da cinselliği sömürge aracı Ve amacı taşır.
Oysa kadın anadır yardır yarındır yarımızdır
Paylaştığınız için teşekkürler saygılarımla
denilecek ne var ki, peki bilemiyorum ama deneyelim bir
hep şunu düşündüm, ne kadar; ezilen, sömürülen, hor görülüp, hoyratça kullanılan değer ve kavram varsa ona dair illaki bir gün kutlama, anma vb. için bir gün tertip edilir ve takvimin bir sayfası ona ayrılır günü gelince ortalık toz duman içinde kalacak şekilde o günün hakkı verilir
kadına şiddete hayır diye toplanıp yürümek isteyen kadınları biber gazıyla copla dağıtırlar
sonrada kadın kimliğinden haberin yok diye cümle kurabilirler
güçlü kadınlara aşık olurlar, minnetsiz diye nankörlüğünden dem vurular
langur lungur bir yaşam işte be erkekleri yetiştirenler de kadınlar
neresinden tutsak elimizde kalan eğreti bir iskelet
"kadının adı yok Duygu Asena/ ben seni tanıyamadım ama nur içinde yat maviş kadın
""sömürülmeyen kaç kadın var
işgal edilmeyen, taarruz yemeyen kaç kadın var
kaç kadın önce beyniyle karşılanır
kaç kadına ne istediği sorulmuş samimiyetle
kadınım ben
asırlardır sırtlamışım dünyayı
hayatın ta kendisiyim
kadınım ben
doğurduğum can, gün olur çarmıhta kurutur beni
kadınım ben
acının ta kendisi
aşk sunan gözlerim ölümleri pay eder
ellerimde silahlar
savaşırım inanmışsam eğer, uğrunda bedel de öderim
kadınım ben """( kendi emeğimden dizeler getirdim)
kadınık, haklıyık, kazanacayık :-)
ha bu arada
kadın ve erkek eşittir, hiç kimse kelimeyle oynayıp kimseye masal anlatmaya kalmasın/
fiziki farklılıkları gösterip eşit değildir demek de kadına şiddetin başka bir türüdür.
KADIN VE ERKEK EŞİTTİR. İNSANLAR ARASINDA AYIRIM YAPAMAZSINIZ, CİNSLER ARASINDA DA AYIRIM YAPAMAZSINIZ/ İddia sahipleri LÜTFEN CEHALETİNİZİ ORTAYA SERMEYİN.
Filiz Şahin. tarafından 11/26/2018 5:41:12 PM zamanında düzenlenmiştir.