- 623 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Güzel yerlerde 'eskimeye' bakmalı insan
“Gençlerinizin en iyisi ihtiyarlarınıza benzeyenlerdir. İhtiyarlarınızın en kötüsü de gençlerinize benzeyenlerdir.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, X/270; İbn Hacer, el-Metalibu’l-Aliye, III/3; Feyzü’-l Kadîr, 15:776.)
Bizde eskimek hep kötü anılıyor. Modernizmin dayattığı “Ancak yeni olan iyidir!” dogmasının bir etkisi bu. Fakat eskimek aslında uyum sağlamaktır. Gelenek uyumludur. Kalabildiğini, onaylandığını, kabul edildiğini ve hatta istifade edildiğini gösterir. Varolan her nesne, bir fıtrî temayül gibi, içinde varolduğu şeyler dünyasıyla uyum sağlamaya çalışır. Etkilenir. Etkiler. Ait olmaya gayret eder.
İstediğiniz kadar sıradışı yapılar inşa edin. Onları sıradışı renklere boyayın. Sıradışı kılıflar giydirin biçimlerine. Bir süre sonra çevrelerine göre büküldüklerini görürsünüz bu nüansların. ‘Bükülmek’ derken sadece bedensel bir eğilmeyi kastetmiyorum. Her açıdan bir bükülmektir bu.
Mesela: Boyadığınız en parlak renkler solar. Yavaş yavaş çevresindeki renklere karışır. Grileşir. Sıradanlaşır. Kibri gider. Tevazusu kalır. “Bana bakın!” demekten vazgeçer. Alışılmadığın sesi kısılır. (Tevazu da bir uyum değil midir?) Eserinize verdiğiniz en keskin hatlar, biraz da kullanılmaktan gelen bir yıpranmayla, o keskinliklerini yitirirler. Bazen çukurlaşır, bazen yuvarlaklaşır, bazen kırılırlar. Civarlarındaki sair nesnelerin/hatların devamı gibi olmaya başlarlar. Gözleriniz bile onlara alışır. Sıradanlaştırır. ’Hep oradaymış’ muamelesi yapmaya başlar.
Etraftaki bitkiler, herşeyin üstünü kapladıkları gibi, o nesnenin de üstünü sararlar yavaş yavaş. Ağır ağır kendileştirir çevre sıradışıyı. Böcekleri, kuşları, kokuları, sesleri, tatları… Ve daha nice tür eskimeler var ki, aslında, hepsi bir tür uyumun ifadesi. Herşey, biz ne kadar onu sıradışı müdahalelerimizle bozmaya çalışırsak çalışalım, kevnî şeriata uyum sağlamaya çalışıyor. Tevhidin bir parçası olmaya gayret ediyor. Zaman, küllî iradenin hâkimiyetini, cüz’î irademizin üzerindeki silgisiyle gösteriyor.
Öyle ya! Yaşlanmak bile bir uyumdur. Yaşlılara biz neden olgun diyoruz? Çevreyle daha uyumlu/mantıklı kararlar verebildikleri için değil mi? Demek ki, insan da zamanla çevresine, daha doğrusu kevnî şeriata uygun adımlar atabilmeyi öğreniyor. Kabalıkları, inşaallah, törpüleniyor. İçimizdeki kuvveler dışımızdaki fıtrat ile sulhün yollarını buluyor.
Bana öyle geliyor ki: Salt dünya için yaratılmış olsaydık, yani ki imtihan olmasaydı, en doğru formumuz yaşlılıktı. Daha az zarar verdiğimiz, daha az yokedebilir olduğumuz, daha az hırsettiğimiz bir devrimizdir çünkü yaşlılığımız. Ve bilirsin: Yaşlının değişmesi de zordur. Alışkanlıklarının üzerinde yılların izleri vardır. Dalgaları azalmıştır. Denizleri durulmuştur. Çünkü üzerine yaşayacağı kararı bulmuştur.
Mürşidim bir yerde diyor ki: “En hayırlı genç odur ki, ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesâtına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki, gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukcasına, hevesât-ı nefsaniyeye tâbi olur.”
Pekçok ahlakî öğütün mahiyeti de yine bu perspektiften bakınca anlaşılıyor. Nasıl? “İsli kazana yaklaşma isi sana bulaşır…” veya “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim…” gibi atasözleri bizim ’iradesiz’ veya ’akılsız’ oluşumuza değil, içimizde varolduğumuz dünyayla uyum arayışımıza işaret ediyor. Evet. En çılgınca seçimlerimizde bile kendi nirvanamızı kovalıyoruz. Bir huzur arıyoruz. İnkâr etmeyelim. Çoğu genç, bu sözleri duyduğu anda, aptallıkla veya iradesizlikle suçlandığını sanır. Fakat eskimek/uyum sağlamak insanda bir fıtrî temayül olarak hep varolmuştur. Bunu yaparken yaptığınızı bile farketmezsiniz çoğu zaman. Coğrafyanın/kültürün karakter üzerinde yaptığı etkiler de bu nevidendir.
Sık rastlanan ’uzun boyluların kamburlaşması’ biraz da çevrelerindeki kısalarla sağlamak istedikleri uyumun neticesidir. Eğilerek konuşurlar. O kadar sık yaparlar ki bunu sonunda vücutları da uyum sağlar. Buradan seni bir ayete de götürmek istiyorum arkadaşım. Nisa sûresinin 140. ayet-i celilesi diyor ki: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar, kafirlerle beraber oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.”
Belki bu nuranî emir de söylemek istediklerime bir karine oluşturur. Arkadaşım! Neyin içinde eskiyorsan, hem onu normalleştiriyor, hem de ona uyum sağlıyorsun. Çünkü eskimek uyum sağlamaktır. Zaman, bizi, içinde bulunduğumuz ortamın rengine boyayan bir mürekkep gibi. Ve içinde bulunmak da bir tür ’boyanma’ duası gibi. Kimlerle berabersen resmin sahibinden onların boyasını dileniyorsun. O rengin fırçasının altına yatıyorsun. O halde yalnız kendi rengimize değil onlara da dikkat etmemiz gerek. “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” hem bir ümit hem bir tehdit değil mi?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.