- 693 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇER Mİ BU BAŞ AĞRISI?
Boğazımda bir yanma, burnumda bir tıkanıklıkla uyandım. Başım da diyor ki, “Çok geçmeden ağrımaya başlayacağım.” Anlaşıldı, bu durumu her yıl bir kere yaşadığım için “Hoş geldin grip!” dedim. Çok geçmedi o tıkanık burundan su akmaya başladı. İki kaşın arasında da bir ağırlık.
Evden çıkamayacağıma göre “Ne yapmalıyım?” dedim kendi kendime. “Ha babam, ne yapabilirsin ki; yazıp çizmekten başka ne geliyor ki elinden?” diye de yine kendim yanıtladım. Kafamı dik tutamaz duruma gelmeden, baş ağrısına teslim olmadan “Yazmaya başla bakalım, arkası gelir nasıl olsa…” Geçtim klavyenin başına. Devir değişti kardeşim, artık “Aldım kalemi elime.” demiyoruz, “Geçtim klavyenin başına.” diyoruz.
Devir değişti de o bilime, akla, çağdaşlaşmaya karşı çıkan yobaz hiç değişmedi. İstedikleri ortamı bulunca da kafalarını çıkardılar deliklerinden. Yıllardır biriktirdikleri kini, düşmanlığı, bağnazlığı, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” diyen aydınlanmanın önderi Mustafa Kemal Atatürk’e karşı kusmaya başladılar.
Milyonlar; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü’nde Anıtkabir’e çıkarken, Aslanlı Yol onlarla dolup taşarken Atatürk’ün kurduğu, din öğretisi yolundan saptırılmasın, en doğru şekliyle yapılsın diye kurdurduğu kuruluşun başkanı 9 Kasım’da Atatürk düşmanı “fesli yobaz”ı ziyaret ediyor. Daha önceden de bu “Üstat” bozuntusu hakkında biraz bilgim vardı; ama yine de bir araştırayım şu adamı dedim. İşte feslinin kepazelikleri:
(Aşağıdaki iki paragraf Sami Menteş adlı yazardan alıntıdır.)
…………….
Şeyh Said’den "Milletin imanını kurtaran kahraman" diye bahsetmiş, hızını alamayıp “Şeyh Said Kürt, Cumhuriyet tarihinin en büyük adamı, en saygı duyduğum adam. Çünkü Allah nizam-ı namına karşı, küfre karşı yiğitçe çıkmış.” diyebilmişti. Milli Mücadele düşmanlığını ise hiç dizginleyemeyip "Beni tefe koyarlar; ama keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat yıkılırdı, ne medreseler lağvedilirdi, ne hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı.” sözlerini kullanmıştı.
10 Kasımlarda ise haddini aşıyor, "10 Kasım’da saat 09:05’te kenefe (tuvalete) gidin." ifadelerinin yer aldığı afişi paylaşabiliyor, "Hangi ülkede biri ölünce sokakta insanları bir dakika durduruyorlar? İnsan hakkına aykırı değil mi bu?” diyebiliyor.
…………….
Ayrıca bu devrim artığı yobazın başka marifetleri de var. Bir ilahiyat profesörü hac organizasyonu yapan şirket kurar 1960’lı yıllarda. Kendisi hac kafilesi ile gider, şirketi buna emanet eder. O yıllarda hac ziyareti uzun sürüyor. Bizimki şirket kurucusu dönünceye kadar paraları iç eder. İlahiyatçı, mahkemede kazansa da paraları alamaz, “Belanı Allah’tan bul!” der ve sonra vefat eder.
Fesli yobaz; on beş yaşında ortaokulda iken Atatürk düşmanlığı nedeniyle bir hafta okuldan uzaklaştırma alır, Trabzon Lisesi’nde okurken de Mustafa Kemal’in bir fotoğrafını yırtması nedeniyle okuldan atılır, liseyi başka okullarda bitirir.
“Gençlere davayı öğretmenin en iyi yeri yurtlardır.” anlamındaki sözüyle, kurduğu yurtlarla, bir bakıma bu ülkenin başına bela olan, temeline dinamit koyan Fetöcülerin “yurt propagandası” yönünden temelini oluşturmuştur.
İstiklal Marşı şairine de ağır sözlerle hakaretleri vardır.
Ben, o pek çok saçma düşüncenin de sahibi olan yobazın saçmalıklarını tam olarak yazmadım. İnsanı üzen nokta anlamlı bir günün öncesinde bu adamın resmi kıyafetle ziyaret edilmesidir. Asıl üzücü olan da şu anda ülkeyi yönetenlerin buna arka çıkmaları; hatta daha önceleri kendilerinin de böyle ziyaretlerde bulunmalarıdır.
“Canım ne olmuş, yaşlı, hasta bir adam ziyaret edildiyse…” diyenlere şunu diyebiliriz. Kişi olarak gidersiniz, ziyaret edersiniz (O adam ona da değmez ya…) olabilir; ama Mustafa Kemal Atatürk’ün kurdurduğu bir kurumun başı olarak resmi kıyafetinizle giderseniz bunun anlamı “Ey fesli, ben de senin gibi düşünüyorum.” demektir. Ötesi yok.
Ne diyelim, konferans verdiği salonlara binlerce hayranını toplayan Cüppeli’nin, Atatürk’e küfreden bir Fesli’nin, dahası irili ufaklı bir sürü kanalda bu ülkenin yasalarını hiçe sayarak her şeyi şeriat kurallarıyla çözmeyi öğretmeye çalışan bir sürü dilli düdüğün olduğu ülkede Atatürk’ün “yol gösterici” olarak tanımladığı “bilim”den nasıl söz edebiliriz. Ben, bilime, akılcılığa, tekniğe önem vermeden kalkınan ülke hiç görmedim. Dinin doğru öğretilmesi, hurafelerden arındırılması için kurulan bir kuruluşun başına kimler gelmiş?
………………
Saf insanlara, her anlatılana inananlara
Yanmaz kefen satanlar
Mustafa Kemal’e
Bu ülkenin kurucusu, önderine
Kin kusanlar
Kafalarını yere eğip gözlerini yere dikerek
“Bu dünyada evlenmemiş kızlar öbür dünyada ne olacak?” sorusuna
“Onlar, doğrudan cennete gidecekler
İstediği erkeği seçecekler” diyen
Prof. unvanı taşıyıp bu çaresiz insanları
Safsatalarla kandıranlar
Din, sizin neyinize
Sizin tek düşünceniz
Aksın paralar aksın cebimize
Fazıl Hüsnü Dağlarca, dilimin büyük şairi
Der ki “Kubilay Destanı”nda
“Allah Allah diye içti şehit Kubilay’ın kanını
Allahsızlar”
İşte bunlar
Aydınlanmayı kör bıçakla doğrayanlar
Bulunca ortamını
Hep ortadalar
“Ahlaklı olmak, doğru yolda olmak, temiz, dürüst olmak” diye
Öğrettiler bizi dini
Böyle insanlardı “dini bütün” olanlar
Oysa dini de paramparça etmekte bu hokkabazlar
…………………..
Ben grip oldum, baş ağrısı da geldi yazı bitinceye kadar. İki gün dinlenirim, geçer gider. Türkiye’min baş ağrısı her devirde var. Fırsat bekliyor karanlıkta. O ağrıyı geçirecek ilacı bulmak gerek.
……………………………………………………………………
Numan Kurt
17 Kasım 2018
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.