- 1485 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Düşersen Ben Tutarım Seni
Akşam, avuçlarıma düşen gecenin haberini verirken, alıp giderim gecenin sessizliğinde içimdeki boşluğa düşen seni. Ya da sen düş, ben tutarım – tutarlıca! Ne zaman kendimi rüzgara versem, boşluğum o saçlarının dalgalarıyla vurur dalgın bakışlarına …
Alfabe susmaz, başlar bütün harfler konuşmaya, yazmaya gücü yetmez kalemlerin içimdeki boşluğu doldurmaya! Eğer sen düşmeseydin omuzlarıma …
Yoldayım, yürüyorum!
Eve gelmek için, çoğalarak boşlukları doldurmak için!
Sen düşüyorsun habersizce …
Bana güç vere vere!
Tutuyorum seni, titreyen bedenimle
Perdelerin erken indiği şehir evlerinde,
Önünden geçiyorum
Şehir içime akarken!
Günlüğümün kapağını açıyorum esen rüzgara yönümü ters dönerek,
Uçmasın içimdeki boşluk diye
Bir köşeye!
Dışarıda bahar havası var desem abartmam.
Oysa bu gün 6 Ekim İkibinonsekiz,
Mevsim yağmursuz ve bereketsiz,
Düşler uzak içimizden, yaz kavurganlığında,
Düşsüzlük almış gider başını,
sayıklayan bir bedenin arkasında,
Hiç bir ses yetişmez,
sallanan görüntüsüz karanlıklarda
Geçip gider zaman, bırakır beni,
İçimdeki sensiz boşluğa …
Aklımı başımdan alan kanacaklarıma,
Çıkıyorum, senin gittiğin doğru yola!
Aldırmadan, yalpalayan sağa sola
Hayat sürüklüyor beni senli yollara,
Soğuklar devralıyor geceyi koynuna,
Sıcaklık sen de kalıyor gelen çağrıyla,
Hayır diyemiyor, diyemiyor kalemimin ucu,
Hissetmenin ağır yükü altında … Suçlu
Bedenim konuşuyor kendi diliyle sana!
Gel diyor gönlüm, gel ve sarıl bakışlarınla
Sen, düş, ben tutarım seni omuzlarımda,
Tutunacak bir dal ararsan,
bırak kendini zincirsiz zamana
Ve çatırdayan sert adımlarla …
Uğursuz sesler kalsın arkada
Sevgiliye isyan yazmaz bizim kitabımızda,
Biz, sadece isyan ederiz yazılmış fermanlara …
Sultana, padişaha, despota, tirana, vurana kırana,
Gaddara, gambaza …
Zahmetli sesler arasında,
Yoksulluğun çürütüyor sadece beni,
Eski bir duvar gibi …
Tetikte bekliyorum, pusu kurmuş zaman,
Düş içimdeki boşluğa
Sarıl cankurtaran felikama
Vazgeçemeyeceğim kestane bakışlarınla …
Ya düşeceğim, ya da karışıp gideceğim kokuna,
Kurtar beni, bakışlarınla …
Saatleri bilmem ben,
Gelirse gelsin, kaç kilometre hızla
Sen, düş içimdeki boşluğa …
Yazı mürekkebim tükenmeden
Sen doldur, ben yazayım doya doya …
Elimde değil, ne söyleyip yazdığım. Huysuzlanıp bakışlarından yabancı bir misafirliğe doğru gidiyorum, seni sakladığım o en derin yerinden bulup çıkarmak için. Radyo da nostaljik şarkılar söylüyor, bir sanatçı tiz sesiyle, sana ihtiyacım olduğunu bilircesine … Sesini kısıyorum, rahatsız olmasın kimse diye! Çürük raporu veriyorum ellerime, ikide bir yorulup yazamıyor diye … Erken gitmişcesine teskereye …
Kaç asır yaşadım, ben de bilmiyorum.
Hatıralarımı da silmiyorum,
Gözlerimi kapayıp seni düşünüyorum,
Coşkun bir ruhla …
kaç deniz geçtim buusulca! Korka korka!
Bir savan gölgeliğinde dinlenmek uğruna,
kaç nehirde yüzdüm, durmayan akan suyla,
dinlenmeden vakitsiz,
ağırlıklar asılı dururken boynumda …
Bir künye gibi taşıdım izbe duygularımla,
Sağır ve çelik gibi sulanmış bir demir ayarında
Çiğnedim, zamanı senden önce ayaklarım altında
Ölümü yenerek geldim yanına …
Çalışıyorum; geceyle nöbetleşe
Saatleri hesaplamıyorum ben vurgunum karanlığa,
Zamanı terkederek seni alırken kollarıma,
Şerit şerit hızla gidiyorum düştüğüm yolllarda
Çelik bir irde sarılı bir tarafımda,
Bir tarafımsa dökülmüş hurda
Sonbahar layık görüyor beni senin susuşlarına,
Yağıyorsun başıma damla damla
Ay sonu gibi çekiliyorum sınırıma …
Toprak beni seninle damıtmakta
Ay çıkmış şimdi bakıyor sana …
H. Hüseyin Arslan - 6. November/ 6 Ekim 2018
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.