- 795 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EMANET
Alaca karanlıkta, sabah ezanı okunmuş, güneş ışıklarını yeryüzüne daha yeni emanet etmeye
başlamıştı. Güne daha zinde ve huzurlu başlamak, temiz havayı ciğerlerime çekmek için
bahçeye çıktım. Bahçede rengârenk çiçek açan bitkileri incelemeye başladım, içimde huzur
ve mutluluk kırıntıları vardı. Kırmızı, beyaz, pembe, turuncu gülleri kokluyor, begonvilinin,
ortancanın, berberisin, gavuranın, oya ağacının, alev çalısının, Japon akça ağacının
çiçeklerini, renklerini incelemeye başladım. Yaratanın varlığı her zerre bitki üzerinde sırdı.
Onların özelliklerini öğrendikçe yaratanın varlığı daha iyi anlaşılıyordu. Kendi kendime
insanoğlunun ne kadar barbar olduğunu, geçici hevesleri için doğayı ne kadar da zalim
kullandığını iç sesimle seslendiriyordum. Yavaş yavaş doğayla birlikte İnsanlar da uyanmıştı.
Arabaların kontakları çevriliyor, acı motor gürültüleri atmosfere karışıyordu. Çalışanlar günlük
yaşamına başlamak için zamanla mücadele veriyordu. Çevreme alıcı gözle baktım,
yemyeşildi, ilkbahar olmasına rağmen sonbahar sıcaklığı vardı. Dünya nimetlerinden yaralanan
gözlerimin ermiş olduğu rahatlığı ciğerlerime de yaşatmak istedim. Kollarımı iki yana doğru
açtım, temiz olduğunu düşündüğüm havayı tüm kuvvetimle içime çektim, içime çektiğim
hava göğüs kafesimi şişirdi, ciğerlerime dolmaya başladı. Temiz havayla bayram etmesi
gereken ciğerlerim rahatlatması gerekirken, ciğerlerim sızlamaya, boğazım ve genzim
yanmaya başladı. Havada keskin odun talaşı kokusu vardı. Bu kokunun varlığı yetmezmiş
gibi birde tavuk yemlerinin üretildiği fabrikanın filtreleri kapatılmış olmalı ki, fabrika
bacasından küspenin olanca kokusu dışarıya verilmişti. Odun telaşı kokusuna tavuk yemi
kokusu karışmıştı. Az önce doğal güzelliklerinden nasiplenen gözlerim hava kirliliğinden
kaynaklı yanmaya başlamıştı, dışarıya çıktığıma pişman olmuştum. İnsanların içindeki para
hırsı duygularımı burkmuştu. Allah’ın verdiği bu çevreyi kim hangi hakla kirletiyordu,
bunu kendime sordum, cevabını da kendim verdim, ‘Para hırsı.’ Oysa varlıklı kişiler kadar
diğer insanlar da sağlıklı, dengeli bir doğal çevrede yaşamak hakkına sahipti. Çünkü
sağlıklı yaşam, sağlıklı çevre ile oluyor. Sağlıklı çevre de çevreyi korumayla mümkün.
Atalarımız bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur dememiş mi? İnsanlar doğaya karşı
sorumluluk duymuyorlar, doğayı korumuyorlar, istisnalar hariç ama koruyanlar da
cezadan korktukları ya da menfaatleri gerektirdiği için koruyorlar.
Yaşama kültürünün temelinde saygı var. Saygı yalnızca dille söylenen sıradan bir sözcük
değil. Bireyler önce kendi öz benliğine saygı duymalı, kendine saygı duymayan bir birey
hiç bir şeyin değerini bilemez. Saygı, mutluluk, adalet çağdaş yaşam, demokratik kültür,
eğitim, temizlik bunların hepsi birbirinin için de girift. Çağdaş toplumlar ve bireyler bunu
ancak başarabiliyor. İnsanlar sanki unutmuş, doğayı korudukça, doğanın da bizi
koruduğunu. Doğa sınırsız bir düzeyde bize teslim edilmiş değil. Kızılderili Reis Seattle
‘Doğa, bize dedelerimizden kalan bir miras değil, torunlarımıza bırakacağımız bir
emanettir.’ Diyerek, doğayı sınırsız kullanma hakkımızın olmadığını çok güzel ifade
etmiş. Emaneti gerçek sahiplerine teslim edinceye kadar canımızdan daha aziz bilip
bize bırakılan emanete sahip çıkmak, bizim hem vicdani hem de insani görevimiz.
Özer YILMAZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.