- 826 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Düz Adamın Yalnızlığı
DÜZ ADAMIN YALNIZLIĞI
Saat altı civarı olmalıydı ki gecenin sessizliğini yırtan sabah ezanı ve başımdaki müthiş, ızdırap verici ağrı ile uyandım. Ezan sesi kafamda yankılanıyor, müezzinin yaptığı her namede sanki ağrının şiddeti daha da artıyordu.
Kendimi telkin ederek sakinleşmeye çalışırken bir yandan da komidin çekmecemdeki ilaçlarımı arıyordum. İçimden " Şimdi geçer, hele bir ilaçlarımı bulayım." diyerek loş odamda ellerimi çekmecenin içinde dolaştırıp, ilaçları bulmayı ümit ediyordum.
Ellerimi sürekli üzerinde gezdirdiğim halde fark edemediğim ilaçları sonunda fark ettim. Şimdi geriye kalan tek şey ilaçlarımı içip yeniden uykuya dalmaya çalışmaktı.
Fakat şimdide baş ucumdaki cam şişede bir yudum bile su kalmadığını farketmiştim. O an mecalim olsa komidini duvara fırlatıp parçalayacak kadar hiddeti kendimde hissettim.
Artık telkinlerimde işe yaramaz olmuştu. Belki bu sinirin nedeni sadece her şeyin üst üste gelmesi değil kos koca evde bir bardak su bile isteyebileceğim kimselerin olmayışıydı.
Yalnızlığın hüznüne karşı öfke. Ben öfke alayım zira hüzünle yollarımızı ayıralı çok oldu. Mutfaktan su almak üzre sargıdaki bacağımı bir gayret yataktan indirdim.
Duvara dayadığım kol deyneklerine uzandım, şans bu ya onlarıda tutayım derken yere düşürdüm. Önce okkalı bir küfür salladıktan sonra başıma gelen tüm bu talihsizliklere.
Başlarım böyle işe deyip kendi çabalarımla, tek ayak üstünde zıplaya zıplaya odanın kapısına kadar geldim.
Kırk beş yaşında bu hantal adam nasıl oldu da bu şekilde mutfağa kadar gidebileceğine inandı şu an aklım hiç almıyor. Her zıplamamda dehşet bir gümbürtü kopuyordu.
Koridora doğru birkaç hamle daha yapıp oturma odasının kapısına varmışken soğuk soğuk terlemeye ve kalbim sıkışmaya başlamıştı. Oturma odasının kapı krişlerine yaslandım,içimden de başımın ağrısını geçireyim derken gebericem diye düşünüyordum. Biraz soluklanıp mutfağa doğru giden bu ölümcül yoldan vazgeçtim.
Yatağıma gidecek mecalim de kalmamıştı. Kendimi son bir gayret camın önündeki koltuğa atıverdim. Ağrılarımı unutmak için camdan dışarı bakıp başka şeyler düşünmeye çalıştım ve fark ettim ki ilk kez bu koltuğa oturmuş dışarıyı izliyordum.
Uzaktaki evlerin ışıkları tek tek açılıyordu, kim bilir belki birileri namaza kalkıyor yada iş için hazırlanıyordu. Bu manzarayı ilk kez görmemin sebebi evde çok fazla vakit geçirmememdi.
Şayet kendimi o kadar işime vermiştim ki işim haricindeki her şeyi ikinci plana atıp hayatı hep çeyrek yaşadım. Ama en sonki kendimi ihmal edişim bana pahalıya patladı.
Tansiyon ilaçlarımı içmeyi unuttuğum için başım döndü ve dün iş yerinde merdivenlerden yuvarlandım.
Doktor neredeyse bir aylık bir rapor verdi, buda beni düşündükçe büyük bir boşluğa sürüklüyor. Çalışarak uyuşturduğum ruhum hiç bu kadar kendi kendine kalmamıştı çünkü.
Ben tüm bunları düşünürken gözlerimde usul usul kapanmaya başlamıştı. Düşünmek istemediğim gerçekler kafama üşüştüğünde gözlerim bunu hep yapardı.
Tam derin ve uzun bir uykuya dalacağımı düşünürken yan dairemde hareketlenmeler ve sesler başladı.
Uğultular belki o kadar rahatsız edici değildi ama mütemadiyen her şey beni sinirlendirdiği için bu uğultularda yeniden canımı sıkmayı başarmıştı sesler gittikçe artıyor, belli belirsiz çocuk sesleri uğultulardan sıyrılıp kulaklarımda çınlıyordu.
Zaten huysuz bu yaşlı adam söylenmek için bir sebep daha bulmuştu kendine. Yan komşularımı sadece bir kez görmüştüm, beş yılda sadece bir kez. Ailenin iki küçük kızı olduğunu biliyorum ama kızları hiç görmedim.
Sesler sinirlerimle beraber merakımı da arttırmıştı. Kafamı iyice duvara yaslayıp sesleri netleştirmeye çalıştım.
Bir adam "Süreyya... Süreyya..." diye sesleniyor naif mi naif bir kadın sesi de ona karşılık veriyordu. "Süreyya..." yıllar sonra bu ismi işitmek kafamda şimşekler çakmasına neden olmuştu.
Sanki bütün ev bir anda o tanıdık lavanta kokusuna boğuldu. Kulağıma eski hoş bir vals müziği gelmeye başladı ve artık onu anımsatan her şey burdaydı. Kendisi neredeydi peki?
Bir iç savaşın ortasında kalakalmıştım. Bir tarafım müthiş bir biçimde hafızamı güzel Süreyya’nın suretini hatırlamak üzre zorluyor. Bir tarafım eski hüzün dolu günlerin Süreyya’nın suretiyle birlikte aklıma geleceğini bildiğinden düşünmemek için çabalıyordu.
Ama artık çok geçti, içten sıcacık bir gülüş, ince kıvrık dudaklar ve gülüşten aralık kalan pembe dudakların altından çıka n iki beyaz öndiş.
Önce gülüşü sonra beyaz teni, neredeyse siyah düz, gür saçlar, gülünce hilal olan gözler, uzun kıvrık kirpikler ve altında her bakışı gizemli kahve gözler derken işte Süreyya burdaydı.
Karşımda zihnimde sahiden varmış gibi. Cap canlı aynı gençliğimde hatırladığım gibi. Süreyya geldi. Hoş geldi. Sonrasında bir özlem. Yıllardır hissetmediğim, unuttuğun veyahut hatırlamaktan kaçtığım bir özlem.
Yanında da özlemin kadim dostu hüzün. Bir isim yahu bir sesleniş bir insana bütü bunları hissettirebilir mi? Yıllardır emek emek işlediğim uyuşukluk gitti, ilklerime kadar hissediyorum yaşadığımı ve hep şu içime attıklarımı.
Süreyya için hissettiklerim sevdiğin biri ölünce hissedilenler gibi lakin daha acı. Çünkü Süreyya hayatta ve varlığı varlığimdan rahatsız.
Şu an anlıyorumki o beni sadece terk etmemiş, o beni sonsuz yalnızlık ve mutsuzluğa terk etmiş. Nasıl bir adam oluverdim böylebir anda sulu göz, ağlak. Neyseki ağrılarım geçmişti. Duvardan gelen sâdet dolu sesleri dinlemeye devam ettim.
Çok tanıdık geliyordu bu sesler bana. Kadın; "Babası bak Sevda kendi ördü saçlarını " diyor . Adam; "Afferin benim güzel kızıma, hadi oyalanmasın da okuluna geç kalmasın " diyordu. Hatırladım tabii... Süreyya ile kurduğum hayallerde hep böyle düşlerdim.
Sabahları ben işe giderken beni geçirmesini, çocuklarımızı sabahları okula bırakmayı, onlara nasihatler edip zihin açıklığı dilemeyi düşler dururdum.
Ne yaparsın işte düz adamların hayalleri bile dümdüz lakin mutluluk ve aşk vardı içlerinde. Tabi... bir zamanlar. Yine sesler geldi duvardan adam;" Allah’a ısmarladık.", kadın; "Güle güle" ve kapının kapanma sesi geldi.
Ardından yine hayallere dalmamak için kendimi zor tuttum. Ben kimsenin hayatını çalamazdım sonuçta.
Bu haksızlık olur. Bazı insanlar mutsuz olabilir ama en azından sahtekâr bir mutluluktan hakiki bir mutsuzluk iyidir.
Bu evcilik oyunumda buraya kadarmış. Birdaha da bu koltuğa asla oturmam. Çok denedim ama olmadı ben hayatımda bir kez sevdim, bir kez aşık oldum ve anladım ki bir ay düşündüğümden de uzun bir zaman
E. Ü.