YARIN HEP OLUR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kasabanın ortasında kurulmuş darağacı tüm dehşetiyle kurbanını bekliyordu. Ellerim arkamdan bağlanmış itile kakıla yağlı ilmeğe doru hızla yaklaşıyorum. Mehmet’in son anlarında neler hissettiğini hiç öğrenemedim. Mesela beni düşünmüş müydü?Bir sevmek yüzünden ölüme yürümenin ne kadar aptalca olduğu fikrini bir kenara atıp beni,beni,bizi düşünmüş müydü Mehmet?
- Öldürün bu kahpeyi, kasabanın namusunu ayaklar altına alan bu sürtüğü sallandırın.
- Bana verin onu! Ellerimle yolayım günaha davet eden o simsiyah saçlarını. Sonra o şehvet saçan güzel gözlerini oyayım tırnaklarımla.
Toplanan kalabalık için benim az sonra asılacak olmam yeterli değil. Onlar bedenimdeki her bir parçayı elleri ile söküp almak istiyorlar. Bunca öfke ve kin için ne yapmıştım ben? Yüzüme taş,elma, domates fırlatıyorlar,aralarında olduğum askerlere rağmen bir yolunu bulunca saçlarımı koparıp bedenime darbeler indiriyorlar. Bir adamı sevmenin bir bedeli olması, hem de böyle bir bedeli olması çok acımasızca. Yok! Bu düpedüz saçmalık.
Bir çılgınlığın uzağından, hayalet olmuş, dolanıyordu aklım. Dünya dev bir zebani gibi cezalandırıyor hepimizi ve arayıp durduğumuz cehennem içimizden eritip duruyor ruhumuzu. Bir mum gibi eridikçe damla damla yayılan ruhlarımız, pelte gibi şeklini kaybederek uzayıp gidiyor. Her biri diğerinin üzerini örterek aşınmış temellerimizi örtüyor.
Sakince adımlıyorum sonumu .Sessizliğimin derinliğinden taş kesmiş bir trans, sağırlığına inat, en keskin bakışıyla delip geçti duvarlarını kalabalığın. Hüzün dolu bir patırtı ile indi tuğlalar ve toz bulutunun içinde yine aynı bakış.Görebildiği ne varsa yıkıyor bir bir.Ta ki Mehmet sislerin arasından görününceye dek uzadı bakışlarım. Gözlerimizle seviyoruz birbirimizi bunca karmaşa arasında. Yüzümden yayılan tebessüm daha çok kışkırttı çirkef insan yığınını. Ama artık hiçbir darbeyi hissetmiyorum. Mehmet beni bekliyor…
Aklımın en derininde oluşan kavrayış kalabalığı alıp götürdü görüşümden. Mehmet! Her bir dokunuşun tüm bunlara değdiğini mi soruyorsun karşıma dikilmiş? Evet! İki inci tanesinin bir kabuğu paylaşması kadar olanaksız bir ev arayışıydı ruhlarımızın yolculuğu. Aynı zorlukla oluşan her bir yağmur tanesinin tenimizi ıslattığı o gün olanlar bize bahşedilmiş bir cennet yolculuğu idi. Şimdi karnımda gizlenen bir kum tanesi var ve benim bir istiridye olduğumdan onların haberi yok. Senden bir parça ile yürüyorum son adımlarımı. İnci tanemizi onların eline bırakıp gidecekkadar delirmedim, merak etme.
Biz her şeyi geride bırakıp gidiyorken, bir anıda gece, lacivert giysisini giymiş, derin dekoltesinden gösteriyordu yıldızlarını. Siyah gölgeden saçlarını savurmuştu sokaklara, topukların sesleri tarafından çiğnensin diye.Buna engel olamadığımız için mi saçlarımın her bir teli onların elinde? Biz gerçek bir aşka muhtaç çaresizlerden başka bir şey değildik. Onların kurallarına uymak bile istemiştik üstelik. Evlenmesek bile bir olmuş yüreklerimize bir isim vermelerine izin verecektik. Gecenin siyah saçlarını güneşin koynundan neden alıyorlar? Gece ve gündüz kadar ayrı olabiliriz. Ama yine gece ve gündüz kadar birbirimize mecbur olduğumuzu göremediler. Biz, dinlerin dışında bir güne uyanıyorduk. Biz, onların bakamadığı bir gün doğumuyduk. Tam gece ve gündüzün öpüştüğü andık biz.
Yüzlerin her birinden fışkıran öfke ve nefretin soğuk nefesi yüreğimi buz kesti. Kanım damarlarımdan çekilmiş, tenim hissini kaybetti artık. Kana acıkmış,şiddete doyamamış bu insan kalabalığı benim kadar zararsız, sıradan bir varlığı yok etmek için derin bir susuzluk çekiyor. Bir an için onlara karşı aynı nefreti hissettim. O an kendimden utandım. Değdikleri her şeyi kendilerine benzetiyorlar.’’ İçime ektiğiniz nefret tohumundan sizler sorumlusun’’ dedim sessizce. Başımı kaldırınca yerden bir an içlerinden biri ile göz göze geldim.’’Ben gölgelerinizle konuşuyorum siz bilmezken,’’ dedim bakışlarımla ona. An da burnumu yakan koku çok tanıdık. Bakışlarımın buluştuğu tüccar,sinsice gülümseyerek bir balta gibi kesti sözcüklerimi. Aç gözlülüğün kokusunu neden sadece ben duyuyorum? Bir ceset kokusu kadar keskin bir şekilde öylece,havada asılı duruyor oysa. Ona istediğini vermediğimden beri tüm kasabalıyı bana düşman etmesi yetmemişti ona. Dokunamadığı bedenimin işkence çekerek ölmesini istiyor. Onlar her zaman kazanır!
Sadece birkaç adım kalmışken dar ağacının merdivenlerine, ruhum hava kadar şeffaf,bedenim toprak kadar ağır. Yüreğim onlarca tedirginlik yığıyor boşluğuma. Merdivenin başında duran Belediye Başkanının yüzüne takındığı ifade çok komik. İçi bomboş olan bu adamın takındığı bu ifade onun çok bilgili ve önemli biri olduğunu sanmanıza yol açıyor. Oysa biraz konuşunca size böyle bir ifade ile bir yanılsama sunduğunu anlıyorsunuz. Defalarca kez onu halkı bu şekilde dolandırmaması konusunda uyarmıştım. Bu çevremde toplanan halkın demokrasi adı altında soyulup,tüm haklarına tecavüz edilmemesi için ciddi savaşlar vermiştim. Şimdi aynı halk, ona alkış tutarken beni asmak için büyük bir arzu duyuyorlar.Yanından geçip merdivenleri çıkarken durdum.
- Yalan ve hile kadar bir insanı ölümlü yapan bir şey yoktur sayın Başkan. Sizin gibi yaşamak ağız dolusu kurtçuk yemek kadar tiksindirici olsa da açlığınıza dayanamayıp onu çiğnemeye devam ediyorsunuz. Ben ise ölümsüzüm!
- Götürün şu pisliği gözümün önünden. Hadi! Asker ne duruyorsun, çıkar şunu merdivenlerden.
Askerlerin canımı yakarak, zorlayarak çıkardığı dört basamak boyunca gözümü bir insanlık suçu olan başkandan hiç ayırmadım. Ben ölecektim ama onun yüzüne kilitlediğim bakışlarım onu her aynaya baktığında yeniden karşılayacaktı. Yine de, onlar her zaman kazanır!
Bulunduğum yükseklikten kasabanın çıkışındaki manzarayı görebiliyorum. Son bir kez bu güzelliği içime doldurmak için bakabildiğim kadar çok ayrıntıyı görmeye çalıştım. Ruhumun gölgesini,tek bir yaprağı bile incitmeden güçlükle ve yavaşça sürükledim dağların tepesine. İşte dağların krallığı! Bitki örtüsü selam duruyordu, başı dumanlı,en yüce olanına.
Yemyeşil bu doğanın koynuna sonsuza dek gömülmek belki de o kadar kötü bir şey değildir. Güneş öyle yakıyor ki terleyen kara hemen yanındaki denizden bir yudum su dileniyor gibi. Deniz ve doğanın buluştuğu o keskin çizgi tıpkı Mehmet ve benim gibi kavuşmakla kavuşamamak arasında öylece duruyor. Tekneler ve kıyı, önümde öykü karakterleri gibi duruyor. Huzursuz, kasvetli, davetkar, dilsiz, asık suratlı ve isyankarlar. Gel de bizi keşfet yeniden diyorlar. Burnumdan ciğerlerime dolan tuz ve yosun kokusu içimde oynaşan kum tanesini öpüyor. An, beni artık doğanın ve denizin kollarına götürmüştü nasılsa. Ne olacaksa olsun bedenime,ben artık aranızda değilim.
Karşı ki yamaçta bir yara izi gibi duran yanık alan canımı yakınca ayıldım düşümden. ‘’Evimi bile yakmışlar,’’ dedim yine sessizce. Demek ki nehrin bunca uykusuz görünmesi bu yüzden. Uykusuz ve yorgun bir şarkı çalıyor süzüldükçe denize doğru. Gözlerimden akan yaşları Mehmet’in gölgeden elleri sildi. Gülümsüyor bana!
Onlar boynuma ilmeği takmaya hazırlanırken bir fırtına çıktı aniden. Tüm kalabalık şaşkın… Fırtına büyük bir hızla denizden karaya doğru ilerliyor. Dalgalar azgın birer köpek gibi ardı arkasına karayı ısırıyor. Kıyı şefkatli bir anne gibi kollarını azgın dalgalara açmış olsa da tıpkı buradaki kalabalık gibi öfkeli dalgalar an ben an büyüyüp devleşiyorlar. Doğa bunca haksızlık karşısında uykusundan uyandı. Kendisini rahatsız edenleri artık başından savıyor. Fırtına koca ağzını açmış bir dinazor gibi saldırıyor toprağa. İçinde bulunduğumuz sahil kasabası artık doğanın nefreti karşısında çaresizce aman diliyor,doğa ona hiç aldırmıyor.
Deprem ve fırtına el ele vermiş öfke kusuyor üzerimize. Halk sağa sola kaçışsa da beni bırakmıyor.’’Bu kadın bir büyücü.Bize bir felaket gönderdi. Bunun yüzünden hepimiz helak olacağız. Bir an önce asın bu cadıyı!’’ demekten vaz geçmiyor.Ben ölürsem felaket son bulacak sanıyorlar. Cellad çaresiz, ayakta zor durmasına rağmen boynuma ipi geçirdiği şu anda artık dalgalar bulunduğumuz yere kadar geldi ve görünen o ki bugün ölecek olan sadece ben değilim. Boynumda bir ip, ellerim bağlı halde sulara gömüldüm.
Mehmet’in suyun içinde, balıkların arasında yürüdüğü yolu takip ediyorum. Geriye dönüp bana bir kez daha gülümsedi.Yine evim işte bu gülümseme…
Katliamların oncası arasında herhangi bir geceyi, gündüzü katletmenin bir hükmü olmuyor ‘’yarın’’ olunca…
Bugün onlar kazanır. Yarın yeniden doğulur…
[ /kalin ]
Deniz...
YORUMLAR
Merhaba Deniz,
Güne getirilen öykünü kutluyorum. Kelimeleri güzel kullandığın özlü cümlelerle dolu.
Kötü ve iyi arasındaki acımasızlığı da ortaya koymuşsun. "Revenge is a dish eaten cold"Yani İntikam soğuk yenen bir yemektir.
dünya da da bu deyim var.
Reddedilen mevki sahibi bir adamın acımasızlığı kahramanı ölüme götürüyor. "Bana
yar olmadın, hadi yallah! kara toprağa misali."Günümüzde çokça yaşanan güçlünün güçsüzü ezme durumu. Aşağılık komplekslerinin dışa vurumu.
Bazı yerlerde şimdiki zaman ve geçmiş zaman dili kullansan da bütünüyle sardı beni hikaye. Her yeni
Yazın leval atlayarak gidiyor kesinlikle, yüreğine sağlık.
Sevgiler,
Öyküme gösterdiğiniz ilgi ve değerli yorumlarınız için teşekkür ederim. Genelde zamanım olmuyor yorumlara cevap vermeye ama sizler yine de beni yanlız bırakmıyorsunuz. Bunun için ayrıca teşekkür ederim. Özellikle son iki yazımda aldığım birbirinden değerli ve güzel yorumlar arasında etkili yorum seçemedim :)) Bu kadar özenli yorumlar aldığım için çok ama çok mutlu oldum. Bunun için ayrıca yeniden teşekkür ederim.
Seçki kuruluna selamlar :))
Sevgilerimle...
Sevgili Deniz hanım,yazınızın güne gelişini kutlamakla birlikte adına eleştiri demeyelim ama konu içerisinde algı bütünlüğünü oluşturmakta zorlandığımı itiraf etmek isterim. Dolayısıyla eksikliğin kendimde olduğunu düşünerek sayfa dostlarının yaptığı yorumları da okudum belki benim zihnimde oluşturamadığım konu bütünlüğünü algısal anlamda oluşturabilmiş bir yoruma rastlarım diye ama maalesef yine olmadı. Dediğim gibi belki eksiklik bendedir.
Neyse sonuçta yazarın kendi kafasında konu bütünlüğü oluşmuşsa okuyucu açısından içerik ve nicelik farklığı her yazıda olan ve olabilecek olağan bir durumdur.
Günün seçkisine saygı, yazarınaysa sevgilerimi sunarım.
Den(iz)
Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Bakış açınızı biraz eğip bükseniz sanki benim eksiklerimi de es geçersek daha anlaşılır bir yazı okumuş olursunuz.
Orwel 1984'ü yazarken hiç aklına gelir miydi kitabının hüzünlü bir aşk hikayesi gibi okunacağı. Oluyor böyle şeyler
:))
Sevgilerimle...
Sevgili Deniz;
Senin öykü ve denemelerinde beni en çok etkileyen şey şu; aslında günümüz sorunlarına mercek tutuyorsun, elini taşın altına sokuyorsun resmen, ama bunu öyle ustalıkla gizleyip, öyle şık bir ambalaj yaparak sunuyorsun ki, sadece görmek isteyenler görüyor, anlamak isteyenler anlıyor aslında neye dikkat çekmek istediğini. Bunu özellikle son iki yazında fazlasıyla hissettim.
Kötüler kazanıyor gibi görünse de ''Yarın hep olur'' ve kaybedilen iyiler hatrına, yaşayan iyiler için güneş daima doğacaktır.
Hayranlıkla okudum, alkışlar eşliğinde, gönül dolusu tebriklerimi bırakıyorum.
Sevgiler çokça.
Sembollerin kişileştirilmesiyle fikirlerin yaşamdaki izlerini takip eden yine felsefik değeri yüksek bir çalışma...
Düşünceler o kadar sıradan bir aşk öyküsü gibi anlatılmış ki... verilmek istenen mesajlar ustaca onların üzerinden sözcüklerin arasından yine de anlamak isteyene sızdırılmış...
Masallarla iyi - kötü ayırmını çok da adını koymadan aktarmak gibi... 'akıllı olana lafın tamamı söylenmez misali.'
Doğruları düşünenler her zaman az olacak, yanlışı savunanlar da her zaman daha çok... Ve üstelik bu çoğunluğun çıkardığı 'yüksek ses' zamanla o grubun doğrusu olarak kabullenilecek...ki öyle olduğu dünya ve Türk tarihinde birçok örnekle de açıklanabilir...
Azınlık olsa da hatta tek başına kalsa da kişi doğrusunu yüreklilikle savunabiliyorsa... verilecek cezaların karşısında boyun eğmiyorsa kayda değer olan budur...
Sonu hüsranla biten bu yaşanmışlığın insanlığın gelişmesine katkısı oldu dersek!.. Çok hızla değil... Kültürel genetik şifremize katkı sağlayarak kozmik alemde yerini alacak ve sonraki kuşaklar 'neden böye düşündüklerini' çok açıklayamasalar da zincir devam ediyor olacaktır... Belki küçük ama sağlam!...
Düşüncelerini öyküleştirerek aktarmanı çok seviyorum Sevgili Deniz... Daha çok kişiye ulaşabildiğini düşünüyorum...ve içtenlikle kutluyorum....
Farklı yüreğin ve güçlü kalemin var olsun... Sevgilerimle....
Kadınlar ve Adamlar ve hatta insanlar çoğrafya ve din fark etmeksizin hep asıldı cadı oldular kurban edildiler iffetsiz ilan edildiler. İdam bir tür toplu histeridir suç adledilenler dışında suçu toplumun kimliğinden olmamak olan binlerce yüzbinlerce milyonlarca insan herhangi bir gün birilerinin gözünde idamlık zaten. Ölümcül günahlara sahip varlıklar çünkü genelde değiller.
İyi öykü idi
İçsel düzenlerinde kendilerini kaosa mahkum edenler, içsel duzenlerinde kozmosu yaşayanların yaşam enerjisini tetikleyen kaosu bahane ederek ilkel hayvani bir güdü ile onları yok etmek isterler. Oysa yok ettikleri kendi yaşamlarıdır. "Yol"yürünürken bile rahatsız etmiş onları, burasına hayran kaldım yazının.
İstedikleri kadar çarmıha gersinler, stigması olan umutlar hep doğacaktır ve yeniden doğacaktır.
Çatışma derinlestirilse, harislik daha bi gün yüzüne çıkardı.
Önce yazıyı sonra sizi selamlıyorum. Sağolun...
Bir önceki yazınızın haksızlığına uğramaz inşallah.
Bir ben değil...
Benzer kişiler sürekli düşünüyoruz demek ki..:
"Nasıl olur da geriye düşer, aydınlanma çağından hızla karanlığa gömülür, dünü nasıl bu kadar çabuk unutur, ilkel bir yaşamı, baskıyı, şiddeti, zulmü, işkenceyi sineye çeker bir topluluk...
Köleliğin yeniden hortlaması, insanlığın sürüleşmesi mümkün müdür?"
Aklıma, Jean Calvin ve "Kalvinizmin" Cenevre'yi ne hale getirdiğinin öyküsü geldi denemeyi okurken...
"İnsan özgür değildir! Doğduğu anda bellidir günahkar olup olmadığı!"
Yani, boşuna yaşayacaktır, her doğan!
Umut ne anlamsız bir sözcüktür! Baştan çizilmişse kader, o umudun kıymeti harbiyesi nasıl olur?
İşin kabul edilemez yanı, "İNSANIN GÜNAHKAR, YETERSİZ VE YOZLAŞMIŞ OLARAK DÜNYAYA GELDİĞİDİR!"
Peki nasıl kurtulacaktır o insan/lık?
"Tamamen inzivaya çekilerek! Sadece Tanrı için yaşayarak.. Zevklerinden arınarak, gösterişsiz bir hayatı baştan kabullenerek..."
Aksi halde... "YAKILARAK, İŞKENCEYLE ÖLDÜRÜLECEKTİR!"
Nasıl da benzeşiyor öyküyle...
Yoksa gidiş oraya mı!
Hani... Kalvinizm sayesinde "disipline, çalışmaya, üretmeye" mecbur kalan Almanya... İsviçre... Oradan Fransa, İngiltere derken... Avrupa'ya yayılan bu yaşam biçimi tam da "KAPİTALİZMİN" doğuşu değil midir?
Eksiğimiz bu mu yoksa!
Nereden, nereye....
Öykünüz, düşündürdü Den(iz) Hanım...
Düşünmeye çok gereksinim var, aslında...Okumaya, kıyaslamaya...
"Özgür müyüz", değil miyiz? İstiyor muyuz hepsinden önce, özgürce yaşamayı, irademizi kullanmayı, baskı ve şiddetten uzak kalmayı?
Sözle olmuyor bunlar!
Yoksa "sahte demokratlar", demagoglar, söz cambazları bizi boğacak!
Sevgisizlik alabildiğine artacak, aşkların hayalini bile kurmaya cesaretimiz olmayacak...
Etkileyici bir öykü/deneme...
Kutlarım, samimiyetle...
O güçlü, benzetmeleri emsalsiz cümlelerin büyüsüne o kadar kaptırdım ki kendimi
olay ne? Ne anlatılıyor? Anlamak için tekrar okudum.
Bir ara Deniz Halide Edip Adıvar'ın Aliye'sini mi anlatıyor acaba dedim.
Öyle ya da böyle...
Herkesin kolay kolay kuramayacağı cümlelerle bezenmiş böyle bir öyküyü uzun zamandır
okumamıştım.
Çok güzeldi... Çok güzel.
Selamlarımla.
Kim demiş iyiler her zaman kazanır diye tarihin başından beri ve tarih boyunca kötüler hep kazandı ve iyiler umut yüklenip yeniden doğdu bu döngü sanırım sonsuza dek sürecek biz mavi diyeceğiz onlar kazanacak...
Tebrik ederim deniz yazı çok güzeldi bir solukta nefes almadan keyif alarak okudum
Emeğine yüreğine sağlık