- 863 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
CESETLER BİRİKTİRİYORUM...
Zaman birimi ve insan denen nesne…
Vakıf olunası gerçekler: yalıtılmışlığın iz düşümü ya da hazan makamında besteler…
Örtülü ödenek gibi dolanıyoruz: ruhumuz çok karanlık; baldırlarımız giyinik bile değil ve örtündüğümüz kadar da örüyoruz düş misali.
Yaltaklanmadığım cihanın en gerici kuşuyum ben: kanatları geri geri giden hani nerede ise uçmayı unutmuş.
O V denen düzenek ve ben kül rengi tüylerimle sürünün en arkasındayım: ha düştüm ha düşeceğim. Düşünmesi bile olay. Düşünenler mutlu. Düşmüşlüğü varlığın bir hezeyan ve Tanrı’nın göz yummadığı gerçeği.
Uçmak. Aslında asılı kalmak.
Ve askıntı olan ne çok rüzgâr adına insan denen ve ahretliğim kim ise gocunmadan teselli bulduğum.
Parantezlerin içi hep dolu yine de lal hecelerden üreyen sessizliğin tentesinde ansızın peyda olan bir renk.
Siyah desen değil; beyaz hiç değil.
Tanrının gözünü alamadığı o alâmetifarika.
Bir sürüye dâhil olmak ve mutluluk arayışı.
Perde.
Oyun başlasın.
Kelimelerin dürttüğü bir boşluk ve işte kanat çırpmaya başladım. Konuya vakıf bile değilken hissediyorum o cereyanı.
Üşümekle üşütmek arasındayım.
Üşüyorum.
Bağrı açık yazılarda yarı saydam gölgelerin neşriyatı.
Öl deseler öleceğim sanki… demek bile akla zarar.
Ve yaşamak.
Tükenişin meali.
Gün bitiminde hayata bir ara verdiğimiz gerçeği… kabullenmiyorum zira gün bitiminde eksilen sadece zamana dair bir bulgu ya içimizde yeşerenler?
Hayatın külliyatında yalın bir tanımlama mevzubahis.
Sevdiğin kadar insansın.
Sevildiğini ne san ne de bekle.
Yörüngemde turlar atan pervaneler var: benim gibi değiller ne de olsa: onlar ışığa öykünüyor ben ise karanlığın cehaletinden faydalanıp anılar biriktiriyorum gün boyu ve geceye serpiyorum dahası da var.
Nifak sokan kimi şiir benimle hayat arama ve yazıp da beğenmediğim yüzlerce şiir.
Soluduğum havada kelimeler cirit atıyor oysaki kimse farkında değil gördüklerime nail olacaklarını hissetsem de zaman zaman biliyorum ki; bu, bir yanılgı.
Teras katındayım şimdi de ömrün. Geniş bir alan kuşların mealiymişçesine ben cesetler biriktiriyorum. Ölülerle kurduğum diyalog.
Geçmişten gelenler.
Rahmet isteyen kim ise davetine icabet ediyorum ve mutluyum.
Mutlu olduğum kadar karamsar.
Karamsar olduğum kadar geleceğe yaptığım yükleme tıpkı düş kontörlerim bitmeden eklediğim gidiş geliş hikâyelerim.
Nereye gidiyorum peki? Meçhul kimliğin muazzam yolculuğu ve burun kıvıran nice insan.
İçlerinde derlediklerini dertleşme babında paylaşıyorlar birbirleri ile oysaki asla kendilerinden bahsetmiyorlar. Gerici güçlerin örselediği geniş hayaller ve kuramlara yenilerinin eklendiği günlük bildirgelerim tıpkı baskıya verilen gazete gibiyim. İçim şerbetlendikçe ben tuzağına düştüğüm kadar tuzağıma düşürüyorum yine içimdeki birikim belki de çoğuna göre gereksizlikle iştigal ettiğim o yansıma/yanılsama.
Gürül gürül akan kelime deryam zamanla tahsil ettiğim aslında dün menşeli öykümü bitirmek adına asla çaba sarf etmeden yeni eklentiler yapıyorum.
Kuruyan hecelerine şiirlerimin su sürüyorum imge yerine ve tadına doyamadığım günlük telaşımın ertesi çöken yorgunluğun ihlali ve güneş benim geceme doğuyor.
Doğurgan tabiatı içimizdeki saklı evrenin ve patırtıların eksik olmadığı dünyanın enkaza dönüşmüş masumiyet çıkmazı.
Masum nidalar yerine şehvetli çığlıklar.
Aşk yerine meyleden cinsel içerikli ve doyumsuz mecralar ve insan hüviyetleri.
İçkiye banıp hüznü, kafaları beyinden soyutlanmış ne çok genç insan ve yüklenmişler içki şişelerini.
Metazori olamaz ki hidayet ve kurallara uyma gerçeği.
Ben de kural/sızım çünkü içimdeki sızıyı yazarak yok ediyorum.
Çağlayanın ayaklarında üç beş somurtuk mizaç sanki içimdeki hezeyan, kanayan hücrelerini doğanın iyi ediyor oysaki ne büyücüyüm ne de bir düş simsarı.
Gökdelenlerden geldiğim günleri düşünüyorum. Plazaların geniş ölçekli hayatlarında ve sunumunda bunca fırsatın… sahiplenmem gereken ne ise.
Aidiyet duygum. Ve de aczi yet.
Haşmetli yalnızlığımın kundaklanmasına nasıl razı olabilirim ki?
Sözü özü bir insan olmak varken ben yalnızlığı seçtim madem…
Rüzgârın yönü değişiyor ve yazının akışı.
Varlık katsayımda yeknesak bir yokluk: bir varım bir yoğum.
Kardeşimin kulaklarını çınlatıyorum ve gözlerindeki parıltı eşlik ediyor göğün lacivertine.
Dolunay çıkmış meğer ve ben onu yeni fark etmişim. Sokak lambalarında kayıtsız cesetler asılı: zavallı feri sönmüş pervaneler.
Aşka düşkünüm belki de.
Belki de içimdeki ikram sadece hidayetin ilk basamağı.
Olamaz bazı şeyler mesela ben asla benzeyemem başkalarına lakin bana öykünen üç beş hayalet geçiyor yan odadan. Kovuyorum her birini.
İçimdeki kırmızı rugan ayakkabılı küçük kızı da kovuyorum. Düşmedi gitti yakamdan.
Ne dünü ne öykündüğü ne de ördüğü saçları eksik oldu içimdeki elemden.
Kuyudan su çeker gibi duygular hücum ediyor yüzüme ve şekilden şekle filan da girmiyor.
Az sonra çekeceğim fişimi yoksa nereye kadar?
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Sevmek, nedensiz...
Herhangi bir karşılığı olmadan...
Değeri ancak o zaman anlaşılan...
Sevilmeyi de beklemeden, beklesen de bilemezsin ya..
Aşka düşmek ise bambaşka...
Düşkünlük yine başka..
Hidayete ermekle alakası her zaman var...
İnsandan Yaradana doğrudur çünkü, gerçek aşk...
Tebrikler Gülüm Hanım.
Gülüm Çamlısoy
Hele ki; sevgi ve türevi duygular...
Çok teşekkür ediyorum değerli hocam.
Eksik olmayın.
Saygı ve selamlarımla.
ZEYBEK HOCA
Saygıyla, muhabbetle...