PİNYON ÇARKI
Saat altı civarı tren bir istasyonda durdu. Bu kadar küçük bir taşradaki tren istasyonu için oldukça kalabalık bir yerdi. İlginç olan şey, camdan görebildiğim kadarı ile onca kalabalığın içinden sadece bir kişinin trene binmiş olması idi. Peronda bulunan diğer insanların sanki çok daha önemli bir işi vardı ve bu iş sanırım o istasyonla ilgili idi. Biraz eğilip istasyonun ismini görmeye çalıştım. ‘’ Astapovo’’ dedim sesimi yükselterek. Sonra bulunduğum kompartımanda tek başıma olduğumu hatırladım.
Yerime sakince otururken kompartımanın kapısı açıldı. Uzun parmaklı, düzgün elleri ilk dikkatimi çeken şey olmuştu. Başındaki şapkayı çıkarıp selam veren kibar beye baş selamı ile karşılık verdim. ‘’ Rahatsız etmeyeceksem burayı sizinle paylaşabilir miyim?’’ dedi büyük bir nezaketle. ‘’Elbette’’ dedim aynı şekilde. Karşıma oturduğunda ondaki başkalığın uzun beyaz sakalları ile ilgili olmadığını ilk anda hissetmiştim. Gözlerindeki derinlik hemen insanı içine çeken cinsinden idi. Eğer bu kadar yaşlı bir adam olmasa ilk görüşte aşka düştüğümü bile düşünebilirdim. Sanki uzun zamandır tanıdığım bir yüze bakıyordum. Onu öyle büyük bir coşku ile sevdim ki bu saçma duyguma bir anlam veremedim. Onunla konuşarak bu coşkulu hislerimden kurtulabileceğimi düşündüm.
- Yolculuk nereye?
- İçimize … Her gittiğimiz yerde sadece kendimize varıyoruz aslında.
- Felsefe seviyorsunuz sanırım.
- Siz de seviyorsunuz.
- Beni tanıyor musunuz?
- Daha çok siz beni tanıyorsunuz aslına.
- Ben… Bir şey anlamadığımı söylesem…
- Her şeyin bittiği yerden alıp beni getirip karşınıza oturtan siz olduğunuza göre anlamış olduğunuz bazı şeyler olmalı.Hayatın rastlantısal olduğuna inanıyorsanız ikimizin bu kompartıman da var olmasını da açıklamış olursunuz.
- Var oluşumuzun bile rastlantısal olduğuna inanıyor muyum? Bundan henüz emin değilim. Her şey mükemmel bir düzen içinde oluşup yok oluyor. Bunca tesadüf… Bilemiyorum.
- Ben size inançlarınızı terk edin demiyorum. Şiddetten temizlenmiş tüm dinleri kabul edebilirim aslında. ‘’ ’Sezar’ın hakkı, Sezar’a... Allah’ın hakkı, Allah’a...’ demişliğim bile vardır. İyelik korunsun diye din pazarlarının açılıp din temsilcileri tarafından satışa sunulduğu ortamlarda hava pusludur. Yönünü bulmak oldukça zordur. Bu temsili ret etmek benim seçimimdi.
- Ben bu sözü hatırlıyorum. İsa’nın bu sözü üzerine şiddet karşıtı bir din şekillenmeli, dinleri sömürüden kurtarmalı diyen…
Yok! Daha neler o siz olamazsınız. Siz...?
- Benim kim olduğumun bir önemi yok. Ben hayatı boyunca kendisini öğretmeye ve bilmeye adamış bir adamdan başka bir şey değilim. Geldiğimiz bir yer var ise de gideceğimiz bir yer olmadığına inanıyorum. Ölüm hayatın en basit gerçeği. Ölüme yüklenen onca anlamın anlamsızlığı açıklanabilir bir durum değil aslında.
- Bilgeliğiniz her kelimeniz de ışık saçıyor. Sözleriniz çok eski bir dostun sesi kadar tanıdık ve samimi. Ben hala büyüme ağrıları çeken bir belleğe sahibim. Nereye ve ne kadar daha gideceğimi bile bilmiyorum. İçinde olduğumuz bu trenin bir güzergahı var. Ne yapacağını biliyor, gidebileceği yol belli. Rayların dışında hareketi mümkün değil. İşte ben de kendi hayatım içinde bu durumdayım. Bu durumu değiştirmek ve gidebileceğim başka yönler için de seçim şansım olsun istiyorum. Kendi ruhumda sıkışıp kalmış bir başkası var ve artık öyle büyüdü ki onu hapsettiğim yerde daha fazla kalmak istemiyor.
- ‘’Gelişim aşamalarının bazı bölümlerinde ilerleme yanlış yönde gelişebilir.’’ Cümlesini kurduğumda böyle bir şeyi anlatmak istemiştim. Yön! Neden var olduğumuzu bulmaya gidecek her yönü doğru kabul edebilirim. ‘’Benim için tek olan gerçek insanın kendisidir’’ derken senin gerçek olduğunu sana zaten söylemiştim. Mesele, bir şeyi niçin yaptığınla ilgili. Bunu bilmek önemlidir.
Her şeyin tekamül ettiğini savundum ben. Her şeyin kültür yolu ile tekamül etmesinden bahsettim. Sahip olduğum güce ve unvanlara itiraz etmeden kendi doğrularımı yine de savundum. Karşı çıktığım sistemin ekmeği ve suyu ile beslenerek büyütülüp eğitildiğim halde onlara kendi kelimeleri ile karşı çıktım. Bunun sonucundan önce nedenine bakacak olursak kültürü göreceğiz.
- Yaptığım ve yapacağım şeylerin önemsizleştiğini düşünüyorum artık. Etrafımda olup biten pek çok şeyi saçma buluyorum ve tahammül etmekte zorlanıyorum. Tıpkı şu içinde bulunduğumuz ve hızla giden tren gibi hayat. Bu örneği az önce de verdiğimin farkındayım ama tam da durum bu. Bunca hızına aldırmadan şimdi bile gidip trenin kapısını açıp kendimi boşluğa bırakabilirim. Bunu düşünmek bile beni rahatlatıyor. Garip bir şekilde tüm saçmalıkları kabullenip kalmaya devam ediyorum. Gelecek planları yapmanın bir yok oluşa gidiliyorken hiçbir özgül ağırlığı kalmıyor.
- Öz yıkım düşüncesi! Bu benim itirafımdı. Bir devinimin aksi yöne hareketi. Eski yaşama çabasına benzeyenin tam zıttı. Hayattan korkuyorken yine ondan bir şeyler beklemek neden anlamlı olsun? Eğer eşimle evliliğimi yapmamış olsa idim o yaşadığım dönemi çok çok daha önce yaşayacak olduğumu biliyorum.
Hayatımın ölümü yok etmeyeceği bir anlamı olup olmadığını aradığım dönemlerde bilimin bile buna bir cevabının olmadığını gördüm. Hayatın anlamsızlığı bilimle kanıtlanmıştır. Bilim sadece varoluşa cevap verebilmiştir. Aslında soru: Niçin yaşayayım?
Deneysel ve soyut bilimlerin tamamı hakkında yaşamım boyunca araştırma yaptım ve sonuç koca bir hiç! Hepsi sadece kendi alanları ile ilgili konuşuyorlar.Sonsuz gelişim yasası diye bir şey yok. ‘’Ne için yaşıyorum?’’ sorusuna bir cevap aramadığım yer kalmadı. Sonsuz gelişme yasası diye bir şey yok. Sonsuzlukta’’ben kimim’’ sorusuna verilebilecek bir cevap yok.
Deneysel bilimlere bakınca sonsuz uzayda ve sonsuz zamanda sonsuz derecede ‘’ne için varız?’’ sorusuna bir yanıt bulamazsınız. Var oluşun bir çözümü yok ve elimizde bir soru ile öylece kalakalıyoruz.
Soyut bilim insanı nihai sonuca gitmelidir. ‘’Ben kimim’’, ‘’evren nedir?’’ soruları Sokrates’e dek dayanır. Adını ne koyarsanız koyun bir öz vardır. Ben bu özden var oldum. Bu özün neden var olduğunu felsefe söylemez. İşte sana koca bir boşluk. Evren;her şey ,her şey ve hiçbir şeydir.
- Mükemmel evrende her şeyin bir denge halinde olmasının neden bozulmadan duracağına inanıldığını bende anlamış değilim. Siz bayım, mucizelere zerrece inanmayan benim gibi birinin karşısında tüm mükemmelliğinizle oturup evren yasalarını yok saymamı istiyorsunuz. İsminizi burada telaffuz edecek olsam kendi deliliğim kanıtlamış olacağım. Hani demiştiniz ya,’’ hayatım aptalca bir şaka,elimde olmadan beni buraya birinin koyması bir şaka’’ Kim gülüyor bize? Bir şakanın içinden siz böyle karşımda durdukça başka bir şaka doğmuş oluyor.
Bir hayvandan kaçan adamın öyküsünde yaşıyorum ben. Bazen dalı kemiren farelerle,bazen dalın kendisi ile,bazen kuyunun dibindeki ejderha ile,bazen kurumuş o kuyu ile, bazen de yukarıda beni bekleyen vahşi hayvan ile yer değiştiriyorum. Empati koca bir saçmalık. İnsanı eriten bir eylem. Sizi defalarca kez,yüzlerce kelimeniz den okudum. Yine de varoluşun içindeki savaşınızı lüks bir malikane, ihtişamlı bir yaşam içinden vermiş olmanıza bir anlam veremedim. Bunu eleştirme hakkımın olmadığını düşünebilirsiniz. Siz Süleyman’a atıfla bu durumunuzu kotaracak olsanız bile ben bu empati de yokum.
- Artık gerçek anlamda tanışmış olduğumuza göre böyle sert bir yumruk atmak hakkınız olduğunu düşündünüz küçük hanım. Bunu itiraf etmiştim ‘’ Şunu kabul ediyorum ki, bizimkisi hayatın kendisi değil bir taklidiydi’’ sözlerimle. Yine de hakkımda bunca şey biliyor olmanızdan memnunum. Ancak itirafımın sizin tarifinize cevap olacak kadar sığ olmadığını kavramış olmanızı umuyorum. Burada çok daha fazlasını demek istemiştim. Yaşanan hayatın tamamı hakkında bir görüştü o.
Yaptığım onca akıl yürütmelerin sonunda edindiğim şey; Hiçbir şey! ‘’Güç güçtür, madde maddedir, irade iradedir, sonsuz sonsuzdur, hiçbir şey hiçbir şeydir. Elde edebileceğim tüm sonuç buydu’’ derken sadece kendi hayatıma değil tüm olan bitene bakarak konuşmuştum.
- Biz sıradan insanların sizi anlamaya çalışması bile sizin için bir teselli olamadı değil mi? Önce kendinize,sonra tüm hepimize dargın ayrıldınız aramızdan. Geride bıraktığınız çözümlerin aslında cevabını bulmamız gereken sorular olduğunu okudukça anlıyorum. Sonlu ve sonsuzu karşılaştırmak yerine uç uca eklemeye çalışan felsefe bilginlerinin bize yaşadığımızdan daha mükemmel bir dünya olmayacağını söylemeleri bile aklımızı karıştırmaya yetiyordu oysa. Siz ölümün tek gerçek olduğunu söylediğinizden beri pek çoğumuz hayatın anlamsız olduğuna inanmayı seçtik. Şimdi mutlu musunuz? Hayatın anlamı nedir? Bana,’’sen hayatım dediğin şeysin’’ demiştiniz kitaplarınızda. Madem ki bizler rastlantısal varlıklar isek,parçacıkların tesadüfen bir araya gelmesi ile var olunmuş isek bu hayatımız dediğimiz şey de neden söz hakkımız olsun? Bundan sonra olacak olan şeylerde rastlantısal değil mi? Seçimlerimizin yön belirleyici olması gerek mezmi? Aksini düşünmek kaderci bir yaklaşımdır. Siz ise tam da böyle birisiniz. Kaderciliğinizin karşısında olduğunuz dinler için vaz geçilmez bir unsur olduğunu görmemiş olamazsınız.
- Benim inandığım Tanrının sizinki ile aynısı olması gerekmez. Burada hatanız var. Evrenin özü iradedir. Süleyman hiçliğin hiçliğini bulmak için hayattan uzaklaşmıştır. Sokrates ise bunu yıllar öncesinden salık vermiştir. Buda öğretilerine baktığınızda da aynı cümleleri görürsünüz. ‘’ Kendimizi hayattan kurtarmalıyız’’ demiştir. Schopenhauer ve benim görebildiğimizi başka kimsenin görememiş olması bazen canımı yakmıştır açıkçası.’’ Hayat anlamsızdır’’ Bazıları kendi tercihleri ile gitmeyi seçer,bazıları görmeden yaşar,bazıları ise benim gibi kalır ve acı çeker.
- Hayata sarılmak ve her şeye rağmen kalmak güçlülerin işidir denilirken siz tam tersini savundunuz. Epikürcülüğün zayıflık olduğunu düşündüğünüze inanmak istemiyorum. Mutlu olmanın bilgiye dayandırıldığı sürece ne zararı olabilir ki? Hayatın anlamının anlamsızlığından doğan bir çürümüşlük olmasına inanmak hepimizi hızla giden şu trenden atlamaya itmez mi? Süleyman mutluluğu övmedi mi? Sonra neden herşey böyle oluyor? Hayatımız dediğimiz şeyin ölümün yolculuğu olduğunu düşündükçe koca bir boşluğa bakmış olmuyor muyuz?
Evet anlıyorum sizi. İnançları olan insanlar ile olmayanlar arasında bir yaşama farkı yok. Her ikisi de yeterlilik ve bolluk içinde yaşıyorlar. Daha fazlasını istemek konusunda aynı durumdalar. İyi ama inançlı olmak zevklere ve ihtiyaçlara veda etmek demek olsa idi bunca nimet ne diye dünyaya saçılmış olsun? Anlamakta zorlandığımız dini öğretilerin arasında cinselliğin yadsınması da var tabi ki. Ürememiz istenmediği halde tüm canlılara bu iç güdü ne diye bahşedilsin ki? Kiliselerin bu saçmalığa son vermesi gerekir. Sevişmek; vermek ve almaktan ibarettir. Bu durumun tarafları her iki eylemi kendi içinde yaşar.
- Kendi çıkarımlarınızı savunmanızı takdir ediyorum. Ancak şu anlattıklarınız benim için oldukça gereksiz. Tendeki hayat büyük bir kötülük ve yalandan ibarettir. Bu yüzden bu hayatın ortadan kaldırılması bir nimettir. Bizim arzu etmemiz gereken bir şeydir. Yer yüzünde olan her şey anlamsızdır. Sonsuz Tanrı kavramı aslında insanın sonsuzluğu,hayatın sonsuzluğudur. Buna pek çok inanç ve inanıştan kılıflar uydurabiliriz.Güneşin altında yeni bir şey yok küçük hanım. Eski eskidir ve yarında eskiyecek. Sahip olduğumuz ve olacağımız sadece ‘’hiçlik’’. Sonuç olarak ne yaparsak yapalım kendimizden sonrakilere bırakıp gideceğiz. Bunun en iyi kanıtı sanattır. Sanat hayatın aynasıdır. İnsanların karanlıktan değil ışıktan korktuklarını, kötülüğün hayatın ta kendisi olduğunu pek güzel ortaya döker sanat. Gerçek ise anlatılanlarla değil yaşayarak elde edilir mi? Sanat bize bunun cevabını veremez. Cevaplar asla bulunamıyor.
- Gerçek yaşayarak elde ediliyorsa yaşadığım hayatın doğru bir hayat olduğunu nereden bileceğim ki gerçeğe ulaşacağım? O zaman sizin sözünüze temas etmiş oluyoruz değil mi? Sebepler, arayışlar ve cevapları verilememiş sorular ile kalakalmış durumdayız. Siz yelkensiz kayığınıza binip nehir boyunca devam eden yolculuğunuza çıktığınıza göre bu tren de ne işiniz var?
- Beni siz getirdiniz hanım efendi. Aklınızla beni öyle çok sorguladınız ki işte karşınızdayım.Dinlerin Tanrı inancını öldürüyor olması canınızı yakıyor ve siz tüm hırsınızı benden almak istiyorsunuz. Hızla yol alan trenden ve her şeyden sıkıldınız. Hayatın bir anlamı olsun istiyorsunuz ve bulamadıkça kalmak için nedenler aramaya devam ediyorsunuz. O cevap yok!
- ‘’Hep aynı yere düşen mürekkep damlaları gibi bir yere toplanan sorular’’ ile beni baş başa bırakıp gidemezsiniz. Benim inancım dünyevi bir amaca hizmet etmiyor. Ben arınmak istediğim için ayrılmak istemiyorum inandıklarımdan. Kendi irademizle ile burada değilsek buraya getirilmemizin bir şakadan daha fazlası olduğuna inanmak benim hakkım olmalı. Sadeleşmiş bir din yoksa kendi sadeleştirdiğim inancıma bağlı kalacağım. Ama illaki her şeyin ilk sebebi olan Tanrının olduğuna hep inanacağım. Boşlukta gezinen izotoplar gibiyiz. Bir atom çekirdeği olmak için çok mu geç kaldık?
- Sorular sizi yeni arayışlara götürecek. Ancak yolcuğumuzun bundan sonrasında yanlızsınız küçük hanım.
Geldiği anki nezaketinden zerrece ödün vermeden karşımda oturan ve ayağa kalkarken gösterdiği zarif beden hareketleri ile beni kendine bir kez daha hayran bırakan bir dahi ile bir tren kompartımanında yolculuk ettiğime kimseyi inandıramam. Kucağıma onlarca yeni soru bırakmış olmasına bile aldırmadan ayağa kalkıp ona tüm içtenliğim ile sarıldım. Çok eski bir dostu yolcu eder gibi gözlerime dolan yaşlara engel olamadım.
Uyandığımda elimde bir kitap ile odamdaki kanepemde uyuyup kaldığımı gördüm. Kitabın ön yüzünü çevirip gülümsedim. Tolstoy’un itiraflarını bizzat kendi ağzından dinlemek dünya üzerinde kaç kişiye nasip olmuştur ki?
Son soru: Sokrates gibi bir hücrede ölüme yürümenin son olduğunu bile bile bunca sorguya neden ihtiyacımız vardı ki?
Deniz…
YORUMLAR
son sorunun cevabını zaten her zaman olduğu gibi gene sokrat vermiş
"neden sakallarını kesmiyorsun?" diye sormuşlar sokrates'e.
"bilinmeyenden korkar insan. neyle karşılaşacağımı bilmiyorum"diye cevap vermiş.
eh bunca sorgulama bu bilinmeyeni bilme uğraşısı, içinde barındırdığı korku beni bağlamasada, ama beni bağlayan korkular olmadığı anlamına gelmiyor illaki.,,
Tolstoy bir şehirdir büyük boğucu yorucu kanunsuzluk dolu adalet dağıtılan yada zevk için öldürülen bir şehir. Ve bu şehrin kapılarından girip Tolstoy Dostoyevski gibi yazarları arşınlamak herkes için olası değildir.
olası olanı da aşıp olası olanın ötesinde onun son saatlerini yazmaya çalışmak cesaret ister.
Cesur bir yazıydı
ve cesareti yazıyı bozmaktan öte güzelleştirmişti
güzeldi güzelleşmişti.
Filiz Şahin.
teşekkürler ve tebrikler
Den(iz)
Okunmuş olması yetiyor.
Sevgilerimle...
Filiz Şahin.
:-)) sağ ol :-*
Bilimin cevap bulamadığı soruların,realizmden sürrealizme,fizikten metafiziğe doğru cevap aradığı günümüzde, felsefi sorgulamalarınız edebiyat defterine değer katıyor.Sorular sizi yeni arayışlara götürecek. Ancak yolculuğunuzun bundan sonrasında da yalnız değilsiniz, düşünce dünyasında küçük hanım.Sorgulanmayan hayat yaşamaya değer mi? İdraki meali bu küçük akla gerekmez,zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez demiş şair ziya paşa.Bilincimizin tartabildiği kadar…Teraziyi kırmadan düşünmeye devam etmeli.Felsefi düşüncelerin hikaye tarzında anlatımı ayrı bir yetenek.Saygılar,selamlar.
Den(iz)
Sevgilerimle...
Tolstoy'un itiraflarını kendi ağzından dinlemek?
Allah hayırlara tebdil eylesin. Güzel rüyaymış.
Yazıyla alakası var mı yok mu üzerinde durmadan bir şey anlatacağım:
Bundan yaklaşık elli sene önce Bakırköy Lisesi öğrencisiyken bir gün Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine gittim. Öylesine gittim. Bir yakınımı, tanıdığımı ziyaret için değil. Daha da çok hep lafı edilen zincire vurulmuş delileri görebilmek umuduyla. Nasıl varlıklardı ki zincire vuruluyorlardı?
Zincire vurulmuş bir deli görmedim ama hastane bahçesinde dolaşan çok deli gördüm. Biri benden bir sigara istedi. O zamanlar içimiyordum. '' Sigaram yok '' dedim. '' İyi ki yok. Eğer olsaydı da bana verseydin şu bahçedekilerin hepsi senden sigara isterlerdi.'' dedi.
Onunla yaklaşık yarım saat muhabbet ettik. Ayrılırken bir soru sordu, elli senedir o sorunun cevabını arıyorum:
Soru şuydu:
İçeridekiler mi deli yoksa dışarıdakiler mi?
Selam ve sevgilerimle.
Den(iz)
Aklımın sınırlarını ölçerken bazen kantarın topuzunu kaçırıyorum belki de :))
Sevgilerimle...
Aynı özden var olmuşuz cümleniz bana aşık Veyselin aşağıdaki dizelerini anımsattı.
Çok çok güzel bir yazı
SANAT HAYATIN AYNASIDIR
Hayata ışık tutmuş adeta aydınlatmışsınız
tebrikler
Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben sac mıyım
AŞIK VEYSEL
Den(iz)
Sevgilerimle...
Büyük bir düzeni sağlayan parçaların mükemmel uyumunu, başlık çok güzel anlatmış...
Varoluşun acımasızca sorgulamasının yapıldığı yazıda, 'hiççilik' de o kadar sık vurgulanmuş ki Nietzsche'nin de ruhu huşu ile dolmuştur diye düşündüm doğrusu...
Düşünen beyinler genellikle 'yalnız insanlar'dır... Yalnız oldukları için düşündüklerini değil de düşündükleri için yalnız olduklarını düşünüyorum...
Tren, yolculuk. hayat, istasyon... Yaşam üzerine söylenecek her söz için bolca malzemenin olduğu 'terim sözcükler' yerine bile geçebilir... Kaldı ki yaşamak istediğinden bile emin değilse kişi belki bunlara hiç gerek kalmayabilir.
Sonsuz döngüde yerimiz ne?... Neden yaratıldık?... Yaratıldık mı olduk mu?... Bizim bu çoğalmaya bilinçli katkımız var mı?... Olmasaydık olmaz mıydı?... Her şey mükemmel bir plan dahilinde mi, tesadüflere de yer var mı?... Hangisi hangi sırayla girer hayatımıza?.....
Sorular sorular....
'Sokrat'ın hücerede ölümü beklemesi kadar 'sonu bilinir' olan bir hayatı sorgulmak niye?... 'Sorusuna:
Sokrates ölüme mahkum edildiği zaman o yılların kültürü gereğince evine gelir, banyosunu yapar, tertemiz giyinir ve ölüm törenine hazırlanırken yaşadıkları sürece hiç anlaşamamış olduğu karısı dövünür ve : 'Ah!...O Otuz zalimler seni haksız olarak ölüme mahkum ettiler'.. der...
Sokrates kendinden emin eşine döner ve : "İyi ya!..." der... "Ya haklı olarak ölüme mahkum etselerdi daha mı iyiydi?!..."
Döngünün neresinde olduğumuzu bilemeyebiliriz ama filozofumuz gibi döngüye en azında 'huzurla' ve olabilecek en olumlu etkiyle dönebiliriz 'aslımıza!...'
Rüya olması daha çok etkiledi beni... Bilinç dışılığın en önemli anlatımı diye bilinen rüyaların hem doyurulamamış güdüleri tamamlamak isteyen bir işlevi var... hem de 'öncü olmak - haberci olmak' gibi bir işlevi var.... Bu, hangisiydi Sevgili Deniz?!?....:)))
Dingin bir ortamda ve birkaç kez daha okunması gereken 'özel bir yazı'... İçtenlikle kutlarım...
Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ tarafından 10/5/2018 3:18:47 PM zamanında düzenlenmiştir.
Den(iz)
Beni bu kadar iyi anlayabilen bir ikinci kişi bugüne dek olmadı. Sen benim için bir hazinesin. Sorularımız boşlukta dönerken bile saat tik takları durmuyor ve nasıl yaşamış olursak olalım bir sonumuz var. Bazıları kalıp katlanıyor,pek azı kendi erken yolcuğunu seçiyor. Tren ve diğer kelimeleri bilinçli olarak yerleştirdim. Tolstoy'un bıraktığı yerden sormaya devam ediyorum. Ancak onun bir eşi daha yok tabi ki...
Rüya olmasını gerçekliğe odaklamaya çalıştım. Eğer bu yaşanan gerçek olsa idi mistik bir tarafı olurdu ki burada anlatmaya çalıştığım şeye (kendime) tezat oluştururdum. Sadece doyurulamıyorum Serap :)))
Büyük bir açlıkla okuyorum ,okuyorum,okuyorum... Bazen çok anlamsız gelse de öğrenmeye olan merakım peşimi bırakmıyor.
Yazıma verdiğin değer için teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Samimiyetinden hiç kuşkum yok... Ben de yazı astığım zaman dönüşünü ve yorumlarını ısrarla beklediğim birkaç kalemden birisin benim için...
Düşündüklerimi yazmasan da yazacaklarının beni düşündüreceğini biliyorum ve bu bana çok şey katıyor... inan!...
Profil sayfamdaki yazımda ilişkiler için 'enerji uyumundan' söz etmiştim... Kendiliğinden olur demiştimmm : İşte ispatı!...
Tolstoy ve sen... Birinin yarım bıraktığını diğeri tamamlamalı... Kaldı ki 'karma felsefesi' bu konuda akla yakın çok şey söylüyor... Neden olmasın?... Ama sonların her zaman buz gibi bir istasyonda olması da gerekmiyor!... :)))
Bu açlığın ne zaman biteceğini en iyi sen bilirsin... Düşüncenle yol bulmayı daha kolay yaptığında artık daha az okuduğunu fark edeceksin.... Tabii bu arada türden türe atlayarak en sonunda araştırma ve düşünce kitaplarına kilitlenmiş olarak!...
İyi ki varsın Sevgili Deniz... Hep ol!...
Sevgilerimle....
Böylesi bir yazıya yorum beni aşar, çok aşar da, inandığım bir şey var " Sen bulunduğun yer/e/lere çok fazlasın Deniz, çok...
Yüreğin dert görmesin değerli kalem- umman- Den(iz) veee cingözüm
Den(iz)
Sevgilerimle...
Kendimize soramadigimiz bir çok sorunun dusuncemize gelmediğini "ihtimal"de olsa gerçek olduğunu biliyoruz. Cevapsız sorularımız ise ırmağın akışına karşın kendi yasalarımızı uyguladigimizdan zorlanıyoruz.
En basit çıkış yolu " sen ne isen ben o'yum" demekten geçmiyor mu...
Düşüncelerimizin sınırı idrakimizle sınırlıdır.
İdrak edemedigimiz şey, gerçek için "yok" değildir.
Bu sınırlama için ya Tanrı'ya sitem edersiniz ya da içinizdeki maymunu yok edersiniz.
Bu; düşüncenin yalın yasasıdır, diye düşünüyorum.
Daha geniş yazmak isterdim minicik telefondan zor oluyor.
Yazınızı begendim keşke isyanlar daha keskin olsaydı.
Selamlar
Den(iz)
Aslında vaktiniz olduğunda ben de sizinle daha uzun konuşmak isterim. daha uzun yazabilmenizi umuyorum.
Baksanıza kendi kendime konuşuyorum artık. :)))
Eleştiriniz haklı ve yerinde. Elimden gelen cesaret şimdilik bu kadar. Belki zaman içinde daha büyük harfler ile konuşabilirim. Daha açıkça eleştirebilirsiniz.Bu beni mutlu eder.
Sevgilerimle...
Bir romanın ortasında gibi hissettim yazınızı okurken.
Tebrik ederim. Saygılarımla...
Den(iz)
Sevgilerimle...