- 767 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İçimde ki Hasret
“Çanakkale deniz savaşları; dünyanın gelmiş geçmiş en önemli olaylarındandır. Bunu sadece bizler değil o yılların karşı tarafı olanlar da biliyor. Hatta, olayları birebir yaşayan düşman güruhu ve onların torunları çeşitli zamanlarda belge- bilgilerle bunları yazmış ve neşretmişlerdir. Öyle ki, neresine dokunsanız bir kahramanlık ve insanüstü olayların yaşandığı topraklardır Çanakkale ve civarı...Bir avuç insanın, binlerce insana karşı koyma azmi ve inancı es geçilecek bir olay değildir. Üzerine yüzlerce, binlerce eser yazılıp sadece memleketimiz de değil tüm dünyada insanlara anlatılıp okutulacak gerçek bir tarihtir. Hele hele memleketimiz de ki tüm gençlerin o coğrafyayı gezip görmesi elzemdir. Devlet eliyle her yıl sivil ve okul turları düzenlenip o tarih canlı tutulmalıdır. Bir Milletin düştüğü İbrahimi ateşten kurtuluşun öyküsüdür bu tarih. " diyordu, Salih Öğretmen...
Seksenli yılların ilk çeyreğinde; o duyarlı öğretmenimizin belleklerimize nakşı sonrası yakinen ilgilenir oldum bu kahramanlık destanıyla. Okuduğumuz kitaplar ve anlatılan menkıbeler; her Türk genci gibi beni de derinden etkilemişti. Ezine’de öğretmenlik yapmış ve sonrasın da bizim okula tayinle gelmiş olan "Coğrafyacı" Salih Öğretmen’i ömrüm boyunca unutamadım ve inşallah unutmayacağım da. Her ders sonrası anlattığı Çanakkale hikayeleri hala belleğimdedir. O anlattıkça bizler; Mustafa Kemal, Ezineli Yahya Çavuş, Seyit Onbaşı, Memik, Ahmet, Mehmet oluyorduk. O anlatılanları heyecanla diğer sınıflarda ki yakın arkadaşlarımıza anlatır heyecanlanırdık. İçimizde öyle bir Çanakkale sevgisi oluştu ki, bıraksalar ta Erzurum’dan Çanakkale’ye yayan yürüyebilirdik. Hayallerimizin kahramanları ve onların mekanı Çanakkale. "Hey gidi Çanakkale nasip olur mu sana kavuşmak? Sana gelmek mümkün olsa keşke..." diye kendi kendime dualar ederdim. Şark’ın küçük bir kasabasında ki gencin o bölgeye kendi imkanları ile gitmesi mümkün dahilinde değildi tabi ki. Yine öylesi bir Coğrafya dersi sonrası,Salih Öğretmen Çanakkale’nin aynalı çarşısını bizlere anlatmıştı.Oradayken kendi fotoğraf makinası ile çektiği fotoğraflara bakarken nice hayaller kurdum bilemezsiniz.Dersin sonrasına doğru hep bir ağızdan Çanakkale Türküsünü söyledik.
"Çanakkale içinde aynalı çarşı,
Ana ben gidiyom düşmana karşı" hepimizin gözleri nem,ümüklerimiz boğum boğum olmuştu.Salih öğretmen, nemli gözlerle bizlere öyle bir müjde verdi ki;
-Çocuklar, sizlerin tarihinizi daha iyi anlamanız ve geleceğe daha emin adımlar atmanız çok önemlidir.Bunun için ceddimizin bin bir güçlükle mücadele ettiği toprakları yerinde görmeniz gerekir.
Bunun için okul idaresine bir teklifte bulundum.Onlar da sağ olsunlar, bakarız dediler. Sonrasın da,Okul Müdürü ve idare; kasabanın ileri gelen öğrenci velileriyle görüşmüş, yapılan müzakereler sonrası; Belediyeye ait bir otobüs ayarlamışlar. Okuldan imkanı olan öğrenciler Çanakkale’ye gidebilecekler.
Sınıfta bu müjde sonrası havaya zıplayanlar olduğu kadar, benim gibi buruk sevinci içinde yaşayanlar da vardı. Dokunsalar ağlayacaktım. Öğretmenin sözü beynimde yankılanıyordu.
"İmkanı olanlar, imkanı olanlar, imkanı olanlar" gözlerimde ki yaşlara engel olmak için dişlerimi sıkıyordum.
"Yok işte yok,yok !!!" diye bağırmışım.
Sınıf ve öğretmenin bana hayretle bakışlarını gördüm ve iliklerime kadar dondum. Bu sesli düşünüş bana pahalıya mal olmuştu. Öğretmene ve arkadaşlarıma karşı nasıl mahcup oldum anlatamam.Öğretmenimiz yanıma geldi ve sevecen bakışlarla;
-Ne oldu Selim? Bu habere sevinmedin galiba. Halbuki bu habere en çok sevinenlerden biri sen olursun diye düşünmüştüm.
İçimde kaynayan volkandan haberi yoktu.Gözlerimi nereye çevireceğim, ellerimi nereye koyacağım bilemedim. Yaşlar sel olup yığılmıştı gözlerime...Kuracağı son bir cümleye patlayacak gibiydim. "Selim" dediğini biliyorum.Artık, kendime hakim olamıyor; hıçkırıyor bir yanda da konuşmaya çalışıyordum.
-Öğretmenim benim oraya gelme gibi bir durumum yok. Biz fakiriz. Bir gün aç bir tok yaşıyoruz."İmkanı olanlar " dediniz. Ya olmayanlar ne yapacak? Bu hak mı, adalet mi? dedikten sonra; ağlıyor,ağlıyordum. Öğretmen, müşfik elleriyle omuzlarımdan tutup kendine bakmamı istedi.
-Selim,lütfen gözlerimin içine bak!
Bakamıyordum.Aslında, bakmaya cesaret edemiyordum. Çünkü, içimde ki volkan hiç ama hiç dinecek gibi değildi. Benimle beraber, sınıfta aynı kaderi paylaşanlar da ağlıyordu.Hatta, sınıfın tamamı hüzne gark oldu desem yalan olmaz. Salih Öğretmen, tahtaya doğru yürüdü. Bir iki öksürük sonrası konuşmaya başladı.
-Çocuklar,sizinle ne kadar gurur duysam azdır.Atalarımızın yaptığı kahramanlıkları yerinde görmek için böylesi duygulu ve istekli olmanız beni ziyadesiyle memnun etti. Hele, Selim’in bu davranışı beni de çok etkiledi. Bakın çocuklar ! Bu geziye sadece imkanı olanlar değil, biraz da şanslı olanlar gidecek. dedi.
Bu son cümle, beni epey rahatlattı.Ani bir refleksle fırlayıp;
-Öğretmenim, nasıl yani? dedim.
Biraz önce ki hüzünlü bakışlarına tebessümü ekleyerek; bana ve tüm sınıfa munis bir şekilde cevap verdi.
-Şöyle ki, otobüs ancak elli kişilik. Bunun beşini çıkın, kaldı kırk beş . Bu durumda her parası olanın gelmesi mümkün değil sonucu ortaya çıkıyor. Peki nasıl olacak? der gibi bakıyorsunuz. Onu da şöyle anlatayım; her sınıftan beş kişi gelecek.Dolayısıyla gelmek isteyenler arasında kura çekeceğiz. Şanslı olanlar bu geziye katılabilecekler. Biraz olsun rahatlamıştım. Zil çaldı ve teneffüse çıktık. Salih öğretmen, yanıma doğru gelerek,
-Selim,biraz dur konuşalım! dedi.
Ben de, biraz mahcup, biraz üzgün, daha doğrusu karışık duygular içinde debelenirken;
-Buyurun, öğretmenim dedim.
-Bak Selim! Sana bir teklifim var.
-Nedir öğretmenim?
-Sen de sizin sınıftan kuraya katıl.Eğer çıkarsan senin paranı ben ödeyeceğim.
İçten içe çok sevindim.Ama bunu kabul edemezdim.Aslında bu teklif, hayatım boyunca aldığım en güzel tekliflerden biriydi.Acı ve keder volkanı, yerini sevinç volkanına terk etmişti. İçten içe seviniyordum. Ancak, buruk bir şekilde cevap verdim.
-Hayır olmaz öğretmenim! Bunu kabul edemem.Çünkü, ailem de kabul etmez.dedim.
Salih Öğretmen, daha bir yumuşak konuşmayı tercih ederek, şöyle dedi;
-Bak yavrum! Sen kuraya katıl, gerisini ben hallederim.Gerekirse ailenle de konuşurum,Yeter ki, şansın senden yana olsun. İçimde ki mutluluğu anlatmam mümkün dahilinde değildi. En azından kurada çıkmazsam üzülmem."Nasip değilmiş "der geçerim. Çıkarsam da, bakalım inşallah....
Hayaller ve ümitler insanı var eden en yüce duygulardır.Sırf bu yüzden,erişilmez denilen nice nice diyarlar, öteler, öteler ötesi insanın ayakları altına serilmiştir.Nice hayallerim oldu olmazlara dair.Ama bu hayalim kadar ulvisini hiç kurmamıştım.Çünkü,dedemin kardeşi ve adaşım olan Selim dede o topraklarda şehit düşmüştü.Dedemin kardeşinin ve diğer tüm şehitlerimizin bu topraklar uğruna verdiği mücadelenin yerinde görülmesi benim için çok büyük bir hayaldi.Ve o hayal artık ayaklarımıza kadar gelmişti.O günün gecesi sabaha kadar bir o tarafa bir tarafa dönüp durdum.İçim içime sığmaz oldu.Ayrıca,çekilecek kuranın bana çıkması kasabadan öteye gitmemiş bir gencin en büyük hayalinin gerçekleşmiş olması demekti.Lakin, gönlümde bir taraftan çıkmasın diyor; çünkü, paramız olmadığı için öğretmenin bana yapacağı yardımı ailemin kabul etmeyeceğini adım gibi biliyordum. "Allah’ım sen yardım et. Hangisi hayırlısı ise o olsun." dedim.
Bildiğim bütün duaları okuyup gönül huzuru içinde yattım.Kasabamıza hakim dağın yamacında ki evimiz; tek katlı,çatısız ve iki odalıydı.Her yağmur ve kar yağışı sonrası eziyet çekilmez olurdu.Toprak dama önce naylon serer,sonra üzerine ağır taşlar dizerdik.Biraz olsun yağmurun akmasına önlerdi bu durum.Hayallerimden biri de buydu.Anneme ve babama layık bir ev yapmak veya almak.Canım anam,canım babam yedi kardeşe bakmak kolay değildi.Ama bizler de evlat olarak onları hiç üzmezdik. Üç kız kardeş hariç, kimimiz ayakkabı boyar, kimimiz hamallık yapar,kimimiz davar otlatırdık. Sabah okula gittiğimde içimde ki heyecan doruğa ulaşmıştı.İlk iki ders matematik,diğer iki ders coğrafya idi. Coğrafya dersinde yapılacak kuranın heyecanı tüm sınıfı sarmıştı. Matematik dersleri geçmez olmuştu.Sanki,zaman durmuştu.Ve beklenen an geldi.Coğrafyacı Salih Öğretmen, sınıftan içeri girip;
-Günaydın çocuklar dedi.Hepimiz son ses bağırarak;
-Günayyydınnn!Dedik
Salih Öğretmen’in elinde cam bir kavanoz ve içinde bir sürü kağıt parçaları vardı.Kavanozu masanın üstüne koyarak;
-Evet,çocuklar!Biraz sonra kura çekimi yapacağım.Şanslı beş kişi Çanakkale gezisine katılacak dedi.
Tüm arkadaşlar, birbirimizin yüzüne heyecanla bakmaya başladık.Salih Öğretmen,kavanozu eline aldı.Sınıfa doğru yöneldi.Eliyle kağıtları epeyce karıştırdı. Sonra, peş peşe beş defa bu işlemi yaptı. İsmi okunanlar,adeta havalara uçuyordu.
Maalesef, ismim okunmamıştı.Yüreğime bir köz oturdu sanki.Salih Öğretmen, yüzüme doğru hüzün dolu baktı. Boynunu büker gibi yaparak; bana doğru geldi.Elini omzuma attı.Kimselerin duymayacağı şekilde;
-Nasip dedi.
Gözlerimde ki yaşları içime attım.Bu sefer ağlamayacaktım.Ne yapalım nasip değilmiş dedim.En yakın arkadaşlarımdan Metin kurada çıkmıştı.Onu ve diğer arkadaşlarımızı tebrik ettim.O gece Allah’ıma çokça dualar ettim.
"Allah’ım ne olur ,şimdi olmadı ama bana o toprakları görmeyi nasip et." Aradan yıllar geçti. Üniversite, iş, evlilik ve ilk çocuk...Askerlik biraz tehire kalmıştı.Sonrasın da askerlik geldi çattı.Askerlik şubesine gidip sülüsümü aldım.Zarfı açtığımda gözlerime inanamadım."Çanakkale 116.Jandarma Er Eğitim taburu" yazıyordu.Gözümde ki yaşlar sel olmuştu."Allah’ım sen ne yücesin.Sen,nelere kadirsin." diye haykırdım. İş yerinden aldığım izin sonrası yol hazırlıkları yapıldı.Eşim ve çocuğumu annemlere teslim edip yola koyuldum.Heyecanım şimdi biraz daha farklıydı.Çünkü,eşimi ve oğlumu şimdiden özlemiştim. Aklıma o topraklara savaşa gidenleri,daha doğrusu gidip gelmeyeceğini bilenleri hatırlayınca "Kendine gel Selim" dedim.
Çanakkale’ye yirmi iki saatlik yolculuk sonrası vardık.Garajda taksi durağına giderek;sülüsümü gösterdim.Taksici;
"Atla gidelim" dedi.
Çantamı bagaja koydu ve yola çıktık.Çanakkale,hayalimden daha küçük bir yer çıktı. Çok daha gelişmiş,bir yer hayal ediyordum.Ancak, sevimli bir yerdi. Şubat ayı olmasına rağmen ortalık yemyeşildi.İçimden"Bizim oralar şimdi bir metre karın altındadır." diye geçirdim. Yalnız, ayazı çok yakıcıydı. Soğuk, adamın ciğerlerine işliyordu.
Yolculuğumuz yaklaşık on dakika sürdü. Bayağı bir yokuş çıktıktan sonra şehre hakim bir tepeye kurulu 116.Er Eğitim Taburuna gelmiştik. Nizamiye’de beklemeye başladık.Benim gibi onlarca asker adayı orada toplanmıştı.Ayak üstü bir kaç kişiyle tanışıp sohbet ettik.Kimi Malatya’dan, kimi İzmir’den,kimi Trabzon’dan gelmişti.Bizleri büyükçe bir alana topladılar.İsimlerimizi okuyarak bölük bölük ayırdılar.Bana 9.bölük düşmüştü.Acemi birliğimiz üç ay sürecekti.Üç ay boyunca sıkı eğitimden geçtik. Bu süre içinde henüz Gelibolu yarım adasına gidememiştik.Usta birliğin kuraları çekildi.Ben yerimde kalmıştım.Artık,çavuş olarak eğitim verecektim.Bir gün bölük komutanımız beklediğim müjdeyi verdi.Bölük içinde isteyenler, Gelibolu’ya yapılacak geziye katılabilecekti.Hemen kendimi listeye yazdırdım.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.