- 1657 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
''DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN VUR BELİNE KAZMAYI'' DEYİMİ NASIL DOĞDU?
Padişah II. Abdülhamit genel olarak sakin tabiatlı bir insan olmasına karşılık o gün oldukça asabiydi. Çenesini kaplayan simsiyah sakallarını bir müddet çekiştirdikten sonra öfkeyle konuştu:
-Boşuna dememişler ’’ Kim ki bodur, Allah’ın belası odur ’’
Sır katibi ve baş mabeynci Tahsin Paşa merakla sordu:
-Afedersiniz Hünkarım. Kimden bahsediyorsunuz?
II. Abdülhamit cevapladı:
-Kimden olacak Paşa ! İngiltere Kraliçesi olacak Victoria denen mendeburdan bahsediyorum. Bir karış boyuyla dünyayı parmağında oynatıyor. Biz halife-i rûy-i zemin olarak Hindistan Müslümanlarını sancağımız altında toplamaya uğraşırken karı kendisini Hindistan İmparatoriçesi ilan etti.
Gerçekten de İngiltere Kraliçesi Victoria sadece ve sadece 1.52 boyunda bir hatun olup padişahın dediği gibi tam bir Allah’ın belasıydı.
Tahsin Paşa ateşe benzinle gider gibi cevap verdi padişaha:
-Hünkarım, Bu Osmanlı zaten ne çektiyse hep bu kadın hükümdarlardan çekti. Yüzyıllarca dize getirilemeyen Devlet-i Âliye’yi bir avrat olan Rus çariçesi II. Katherina dize getirmemiş miydi? Dedelerinizden Mustafa-i Salis ( III. Mustafa ) 180.000 Kişilik ordumuzun 30.000 kişilik Rus ordusu önünde perişan olması sebebiyle kahrından şak diye ölmemiş miydi? Zât-ı şahanenizin adını taşıyan cennetmekan Sultan Abdülhamit, tarihimizin en kötü antlaşmasını bu karıyla imzalamak zorunda kalmamış mıydı? Çariçe Katherina nasıl ki Abdulhamid-i Evvel’in ( I. Abdülhamit ) başına bela idiyse korkarım Kraliçe Victoria da Abdulhamid-i Sâni’nin( II. Abdülhamit ) başına bela olacak.
Padişah II. Abdülhamit sitemkar bir ifadeyle payladı Tahsin Paşayı:
- Yahu Paşa iyi adamsın hoş adamsın da hem patavatsız hem de şom ağızlısın.
Tahsin Paşa hiiiç tınmadı.
-Yalan mı padişahım? İki karı, resmen Devlet-i Âliyenin ağzına..
Padişah sözünü tamamlatmadı.
-Höööössst. Destur de..
Tahsin Paşa irkildi. Bu padişah kısmının ne yapacağı belli olmazdı. Düşünün ki bu padişah, yani II. Abdülhamit bir af çıkaracağı zaman hapishanelerdeki tüm mahkumların fotoğraflarını önüne koyuyor daha sonra ’’ Bunun suratından mel’anet akıyor, içeride kalmaya devam etsin. Bak şu bayağı nur yüzlü biri, bunu affedelim’’ diyordu. Öylesine acayip bir adamdı. Taif zindanlarına sürülmek hiç de hoş bir şey olmasa gerekti lakin can çıkar huy çıkmaz ya, işte o hesap yine duramadı.
-Hünkarım. Katherina geberdi gitti. Peki Bu Victoria’yı ne yapacağız? Casuslarımız vasıtasıyla yemeğine müshil katsak nasıl olur?
II. Abdülhamit başladı gülmeye.
-Allah iyiliğini versin paşa. Karının yemeğine kadar ulaşabildikten sonra ne diye müshil katıyoruz ki? Kat zehiri gebersin gitsin.
Tahsin Paşa yeni bir fikir üretmek için kara kara düşünürken II. Abdülhamit hemen emri patlattı:
-Bana acele Yıldız Hafiye Teşkilatından Ahmet Tosun Paşa’yı çağır. Tez huzuruma gelsin.
Tosun Paşa adını duyan Tahsin Paşa sevinçle havaya zıpladı.
-Ha ha haa. Onun adı Tosun, Victoria’ya kosun. Bu işi yapsa yapsa Tosun Paşa yapar.
Padişah ’’ Ne yapacağım ben bu zıpır herifle? Gözünün kılları ağardı, hâla padişah huzurunda nasıl konuşması gerektiğini öğrenemedi. Ama yine de seviyorum onu ’’ diye düşünürken Tahsin Paşa çoktan huzurundan çıkmış ve Ahmet Tosun Paşa’yı bir kaç dakika sonra padişahın huzuruna çıkartmıştı.
Tosun Paşa Yıldız Hafiye Teşkilatında ’’ Zırdeli Tosun Paşa ’’ olarak da bilinirdi. Çünkü onun yaptıkları akıllı bir insanın yapabileceği şeyler değildi. Ayrıca Padişaha son derece bağlıydı.
II. Abdülhamit, Bülent İnal’a tıpatıp benzeyen bir ses tonuyla tane tane konuşmaya başladı:
-Bak evladım. Senden çok önemli bir hizmet bekliyorum. O İngiltere Kraliçesi var ya?
Tahsin Paşa atıldı:
-Mına godumun karısı.
Padişah ’’ Hasbinallah veni’mel vekil ’’ dedikten sonra parladı:
-Paşa ! Sen çık. Biz evladımla baş başa konuşacağız.
Tahsin Paşa ’’ İyi valla, olayın en heyecanlı yerinde Tahsin Paşa sen çık... İyi madem, bundan sonra birini çağırman icap ederse ’’ Tahsin Paşa bana falancayı çağır’’ deme. ’’ diye söylenerek dışarı çıktı.
O çıkar çıkmaz padişah, Tosun Paşa’ya planını anlatmaya başladı:
-Bak evladım. Senin görevin öncelikle bir yolunu bulup İngiliz sarayına girmek. Daha sonra da bir yolunu bulup Kraliçe Victoria’nın kocası Albert’i öldürmek. Ancak bu işi ben sana bildirdiğim anda ve benim belirttiğim şekilde yapacaksın.
Tosun Paşa merakla sordu?
-Padişahım ! İngiltere sarayına girmek, kraliçenin kocasını öldürmek kolay da niçin Kraliçeyi değil de kocasını öldürüyoruz? Hem bu işi ne zaman yapacağımı bana nasıl bildireceksiniz?
II. Abdülhamit bir baba şefkatiyle Tosun Paşa’nın omuzlarına koydu ellerini.
- Kraliçeyi değil kocasını öldüreceğiz. Çünkü korkmuş bir kraliçe ölü bir kraliçeden daha fazla işimize yarar. Bu olayı ne zaman yapacağına gelince: Ben sana özel telgraf hattımdan ’’ DAM ÜSTÜNDE SAKSAĞAN VUR BELİNE KAZMAYI ’’ diye bir mesaj gönderdiğim anda bu suikastı gerçekleştireceksin.
Padişah huzurunda geğirmek, esnemek, gülmek gibi davranışlar oldukça ayıp olmakla beraber Tosun Paşa dayanamadı güldü.
-Padişahım emir ferman baş üstüne ama bu mesajı anlamadım. Dam ne? Saksağan kim? Kazma ne alaka?
Padişah II. Abdülhamit tek tek açıkladı :
- Dam=Madam= Yani Kraliçe Victoria
Saksağan = Sürekli frak giydiği için aynen saksağan kuşuna benzeyen kocası Albert
Kazma= Hançer.
’’Şimdi hepsini toparlayalım. Sen ne yapacaksın? Saksağan madamın üstüne çıktığında tam sırtına hançeri geçireceksin. Yani Kraliçe, kocasıyla cim’a eylerken, herif karının üstündeyken onu geberteceksin ki Kraliçe Devlet-i Âliye’nin elinin kolunun nerelere kadar uzandığını görsün. Hem tam ’’İnlet beni Albert ’’ dediği anda Albert’i inim inim inletirsen Victoria’nın korkusu daha fazla olur, bir daha da Hindistan’a burnunu sokmaz.’’
Tosun Paşa olayı anlamıştı. ’’ Emir ferman şevketlu hünkarımındır. Albert geliyor muydu, gidiyor muydu farkına varmadan geberecek. Hiç merak etmeyin. ’’ Diyerek padişahın işaretiyle huzurdan çıktı.
Dışarıda Tahsin Paşa merakla onun çıkmasını bekliyordu. Çıkar çıkmaz sordu:
-Hünkarım sana ne dedi?
Tosun Paşa gülümseyerek cevap verdi: ’’Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı’’ dedi.
Tosun paşa başka bir şey demeden yoluna devam edince Tahsin Paşa kendi kendine söylenmeye başladı. ’’ Namussuz karı hünkarımıza da kafayı yedirtti. ’’ Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı ’’ da ne ulan? Vah zavallı hünkarım vah. Abisi Murat gibi bu da tırlattı sonunda ’’ diye dövünmeye başladı.
*****
Aradan aylar geçti. Kraliçe Victoria, Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’in Hindistan Müslümanlarını İngiltere aleyhine kışkırttığını görünce onlar üzerindeki baskılarını arttırdı. Victoria baskıları arttırınca da padişah, Tosun Paşa’ya beklediği telgrafı gönderdi : Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı ’’
Yıldız Hafiye teşkilatı oldukça sağlam bir casusluk örgütü olmakla birlikte İngilizlerin ’’intelligence service’’i de dünya çapında müthiş bir casusluk, haber alma ve propaganda örgütüydü. Padişahın mesajı maalesef Tosun Paşa’ya ulaşmadan ele geçirmişlerdi. Ele geçirmesine geçirmişlerdi ama bu mesajın anlamını bir türlü çözemiyorlardı. Ne demekti ’’Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı?’’
Mesaj elden ele Kraliçe Victoria’ya kadar ulaştırıldı. Kraliçe günlerce hem kendisi, hem danışmanları, hem kripto ve şifre uzmanlarıyla bu mesajın anlamını çözmeye çalıştı fakat çözemedi doğal olarak.
Sonunda Victoria, Padişah II. Abdülhamit’e bir mektup yazdı ve casusları için gönderdiği özel mesajı ele geçirdiğini, ancak bu mesajla ne demek istediğini anlamadığını belirttikten sonra ’’ Mesajın casuslarına ulaşamadığına göre lütfen bu mesajın ne anlama geldiğini bize bildirir misin?’ diye sordu.
Padişah II. Abdülhamit ’’ Battı balık yan gider ’’ dedi Kraliçenin mektubunu alınca ve kısaca yazdı cevabını:
’’ Majesteleri kraliçe Hazretleri.
O mesaj tabiyetiniz altında yaşayan Müslümanlara bir uyarıdır. Kısaca onlara diyorum ki: ’’ Kimin ki g.tü yere yakın, kendini ondan sakın ’’
Kraliçe, padişahın mektubunu alınca küplere bindi. ’’ Ne alaka? Saksağanla, damla, kazmayla benim g.tümün yere yakın olmasının ilgisi ne?’’ dedi.
Rivayet olunur ki işte o gün bu gündür bazı konulara konuyla hiç alakası olmayan yorumlar yapanlar için, abuk sabuk konuşan ve yazanlar için kullanırmış bu ’’ Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı ’’ deyimi. Ayrıca yine rivayet olunur ki İngiltere dahil tüm Avrupa ve hatta Amerika ’’ Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı ’’ deyiminin sırrını çözmeye çalışıyorlarmış yüz seneyi aşkın bir zamandır. Neden saksağan? Saksağanı neden tüfekle değil de beline kazma vurarak öldürüyor bu Türkler? Genelde yerde ya da ağaç dallarında gezen saksağanın damda işi ne? Daha da doğrusu dam ne? Saksağanın suçu günahı ne? Hatta Türkler bu deyimin plağını bile yapmışlar. Neden?
Evet ’’ Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı’’ deyiminin taş plağını bile yapmıştır milletimiz. İnanmayan şu linke bakabilir:
www.youtube.com/watch?v=IuXxjkhdOBI
NOT: Hakiki Tosun Paşa, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Ahmed Tosun Paşa’dır. Hicaz’da çıkan Vahabi ayaklanmalarını sert müdahaleler ile bastırıp Mekke’yi geri kazanarak nam salmasıyla bilinir.
YORUMLAR
mizah tarzınız çok akıcı ve güzel
atasözlerinin zamanla kelime değişimi ve anlam düşmelerini göz önüne almazsak cürmün ve cirmin atasözünde olduğu gibi mutlaka öğretici ve ders verici bir içeriği vardır çoğu eksik bilinir mesela konuyu uzatmadan ve dağıtmadan
'köylerde otlamaya meraya gidemeyecek kadar hasta ve zayıf olan büyük ve küçükbaş hayvanlar avlunun önünde ayak damı denilen yerde muhafaza edilirler.
Larva bırakan bir çeşit sinek gelir bu hayvanların sırtına yapışır; bir delik açarak yumurtlar.
İlk yaza doğru bu deliklerden birçok sinek çıkarak uçuşur.
Çok zayıf ve dermansız olan bu hayvanların sırtındaki yumurta keselerine dadanan saksağanlar, hayvanın sırtına konarlar, gagalarıyla yumurtalığı delerek bulduklarını yerler.
Zaten zayıf ve hasta olan hayvanlar saksağanları kovamazlar. Deride yer yer bir çok yaralar açılır. Ayak damına ait olan evde ikamet eden ve bu hayvanların sahibi olan insanlar ellerine geçirdikleri bir sopayla bunlar genelde ya kazma sapı ya keser sapıdır en kolayda ve açıkta bulunur, dam başına konmuş olan saksağanları kovarlar.'
Bu söz oradan kalmıştır.
Diğer konu saksağanların çok gürültücü ve biraz da ağaçlara özellikle köylerde belki bilirsiniz çatı yani dam olarak kullanılan ağaçları oymak suretiyle zarar vermelerinden dolayı damdan kovulmaları hasebiyle söylenmiş bir atasözüdür saksağan gelir ve dam üstüne konarak orada ki ağaçlara verir yine hazırda ki kazma ile yani kazma sapı ile kovalanmalıdır zamanla alakasız bir olaya dair söylenir hale gelmiştir ki bu da "Galat-ı meşhur, lügat-ı fasihten evlâdır" sözüne daha çok uyuyor her hali güzel çünkü atalar sözüdür özlüdür ve yol göstericidir.
anlatımınız çok güzeldi
emeğinize sağlık saygılar ve esenlik dileklerimle
sami biberoğulları
''Dam üstündesaksağan, vur beline kazmayı'' deyiminin hikayesi elbette sizin aktardığınız gibidir. Ben mizahi bir hikaye çıkarabilir miyim diye düşündüm ve ortaya bu çıktı. Ayrıca bu yazımla insanların oturdukları yerden bir takım hikayeler uydurup bunu da tarih diye servis edebileceklerine dikkat çekmek istemiştim. Umarım maksat hasıl olmuştur.
Selam ve saygılar.
Hay Allah...
Değerli abim asıl sen yanlış anlamışsın sanırım.
Ben reyting rekorları kıracağımı sanıyordum bu yazı ile. Sadece sen yorum yapmışsın. Başka da uğrayan olmamış. Senden Allah razı olsun. Çok sağ ol var ol, yalnız başka da kimsenin uğramamasına kızdım doğrusu. Yorumuna cevap yazmayı o sebeple unutmuşum anlaşılan.
Selam ve sevgilerimle.