- 565 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Ayetin kamerasına yakalanmak
İstanbul’a ilk taşındığımız dönemde en ağırıma giden şeylerden birisi de ’adres sormak’tı. Memleketinde yaşarken insan böyle birşeye hiç muhtaç olmadığı için, yeni bir ihtiyacı sahiplenmek/edinmek, sahiden ağır geliyordu. Herkese böyle olur mu bilmem. Fakat benim "İlle de kendim bulacağım!" diye epeyce vakit kaybettiğim, yol kaybettiğim, hatta kaybolduğum vâkidir. Yardım almamak insana kaybettirir.
Elbette başka türlü olamazdı ama yine de söylemeden edemeyeceğim: Bazen Kur’an’ı okurken ’kameralara yakalanmış’ gibi hissediyorum. Ne demek bu? Belki biraz şu demek: O kudsî kelamın sahibinin aynı zamanda benim de sahibim olduğunu, yani beni yaratan olduğunu, iliklerime kadar keşfediyorum. Mesela: Âlak sûresinde geçen şu mealdeki ayet: "Gerçek şu ki, insan, kendini kendine yeterli görerek azar." İşte! İçinde geçtiği mushafa el basarak yemin edebilirim ki: Bu benim. Evet. Kesinlikle. Benim. Bu kelamı buyuran kesinlikle ’benlik haritamı’ görerek konuşmuş. Teşhis etmiş. Hakkımda buyurmuş. Arkasına bakamadığım (belki de bakmaya korktuğum) problemlerimin en dibine kadar inip "İşte sorun burada!" demiş. O kadar ortadayım. Netim. Bende ’kameralara yakalanmışlık’ hissi oluşturan şey de bu zaten.
Irvin Yalom’un Bugünü Yaşama Arzusu kitabında bir cümlesi vardır. Aynen nakledemeyeceğim. Manaca şöyle birşeydir: "Tedavi, suçlamanın bitip, sorumluluğun kabul edildiği noktada başlar." İşte, yukarıdaki mübarek cümle de, ben’deki (hatta tüm ben’lerdeki) bu problemi teşhis ediyor. Biz neden hasta oluyoruz? Bir şekilde yardım almayı bıraktığımızdan. Yardımsızlık bizi hasta ediyor.
Hakikaten tüm sorunlarımızın kökeninde bu var. Ruhsal olsun, bedensel olsun, hepsinin özündeki ’sorunlar öncesi sorun’ bu. Soğuk havalarda kalın giysilerinden yardım almayı bırakan grip olur. Sarsıcı olaylarda kalbi yumuşak arkadaşlarından destek almayan depresyona girer. İnsan iyilik üzerine yaratılmıştır fakat iyiliğin kendisine ulaşması için izin vermelidir. Evet. Bunu yapmalıdır. Çünkü kalbine cennetin dolması için iradesine bırakılan pay budur. İzin vermek. Engel olmamak. Yolunu açmak. Güneş öylece parlarken gönlünü ısıtması için gömleğinin düğmelerini çözmek. Bunu da en çok ’acz’ yapar.
Acz ne demek? Acz ’güç yetiremezlik’tir. Bizi çevremizle etkileşim içine sokan en çok budur. Neden köşedeki fırına gidiyoruz? Neden sokağın sonundaki markete muhtacız? Neden bir işte çalışıyoruz? Neden kuzenlerimizi ziyaret etmeyi severiz? Bütün bunların arkasında aczimiz yatıyor. Biz bu davranışlara istediğimiz ismi verelim, istediğimiz kaşeyi basalım, istediğimiz gerekçeyi dayatalım. Aslında muhtaçlığımızdan dolayı dünyayı gönlümüzde misafir ediyoruz. Üstgeçitteki dilenciye para vermemizin bir sebebi dilenciyse diğeri de biziz. Zor durumdaki birine yardım ederek kalbimizin ısındığını hissetmek istiyoruz. Isınıyor da.
Dua etmek bize neden iyi geliyor? Duanın kabul olup-olmadığı, sonuçlarını görüp-görmediğimiz, doğru edip-etmediğimiz konusunu bir kenara bırakalım. Daha eder etmez dua neden bize iyi geliyor? Belki de yukarıdaki ayet-i kerimenin işaret ettiği şekilde fıtratımıza/doğamıza döndüğümüz için olabilir mi? Evet. Nasıl içindeki hava ağırlaşmış bir oda pencereleri/perdeleri açılmakla kendine gelir, neşelenir, teneffüs eder. (O odanın içindeki insan da bu değişimi ruhunda hisseder.)
Aynen öyle de ’yardıma açık olmakla’ biz de ruhumuzun pencerelerini açmış oluruz/oluyoruz. Tevhid ile yaratılan bir âlemde hiçbirşeyin ’tek başına’ olmadığını, herşeyin herşeyle birlikte ’şey’ olduğunu, varolmanın doğasının ’birlik’ üzerine kurulu olduğunu sezdiğimizden belki, birlikte yapınca, birlikte yapmaya açık olunca, göğsümüzün genişlediğini hissediyoruz. Azgınlaşmak bir yönüyle ’haddi aşmayı’ ifade etse de diğer bir anlamı da ’kaybolmak.’ Yardım almayı bıraktığımızda biz de kayboluyoruz. Aslında olduğumuz şey, kendimizi sandığımız şeyler içinde, kayboluyor. İşte, ben de, İstanbul’da her kayboluşumda bu ayetin kamerasına yakalanıyorum.
YORUMLAR
Hem ebedi olmak hem de ebedi oldugunu bilmek mumkun degildir,boyle Tanri olunamiyorsa demek ki Tanri olmak mumkun degildir.
Tanri kavrami keyfi onkabuller yapilmadiginda kendi icinde celisiktir ,
duaların tanrıya ulaşması,tasarımın değişmesi anlamına gelir tasarım kendi kondisyonuna tabidir,ezeli bilgisini kendisinin bilemediği bir durum başkasının bilgisine müdahale ettiğini de bilemez,
duanın kabulü, bilginin kırılmasına yol açar teknik olarak,ya da senin özgür iradenin olmadığına,
senin edeceğin duanın içeriği sen duayı etmeden onun bilgisi dahilinde edilmiştir,
peki soruyorum duayı sen mi ettin ?
yoksa senin dua edileceğin yaratıldı mı ?
yaratıldıysa özgür iraden nerede, varsa o zaman tanrı senin dua etmeni bekleyecek ve belirsizliğie göre sonradan mı haraket edecek ?
Hawking 'in bir lafı bu konuyu çok iyi açıklar, biz bütün geçmişlerin toplamında özgür irademizin olup olmadıgını daha dogrusu hangi konularda seçim yapıp hangi konularda özgür oldugumuzu asla bilemeyiz,fizik kurallarının önermelerine göre hep özgür irademiz var ayarak yaşarız.
Dua'nın teknik olarak psikolojik rahatlama dışında mantıksal bir açıklaması yoktur.
Demircioğlu
Dua aslında bir tür geleceği şekillendirme gayretidir. İnsan aczini kabul eder ve Rabbinden geleceğine dair, kendisine göre, güzel şeyler ister. Eğer bu istek samimi ise gerçekleşir. Ben inanıyorum ki Allah kuluna samimi şekilde, istemesini bilerek istediği herşeyi verir. Tabi bu isteğin düşünce, duygu, söylem ve davranışlarda sık sık tekrar edilerek gayretle desteklenmesi gerekir. Kolay iş değil.
belkibirharfimben
Cliff Burton
gerçekler basit ve gördüğün gibi yalındır, hezeyan ve totolojik önermelerle yine de devam etmek istiyorsan buyur devam et, heyacanını kaybetmeden
belkibirharfimben
Ah bu Nöronlardaki proses :)))
Sanırım vücudumuzda bir milyar gen var bir hücrede de 40 bin civarında gen çalışıyor. Ölümü kontrol eden ise ne kadar yüksek egoya sahip olursa olsun hep yanındaki hücre oluyor ve ." Sakın ölme, benim için var olmalısın" ilgisini ve ümidini alırsa ölmüyor.
Her hücremizin sevgiye, ümide ve ilgiye ihtiyacı var. Hücrelerimiz bile bu şartla yaşarken Dünya üzerinde herşeyi tek başına yapamamanın eksiklik olduğunu düşünerek hayatla savaşarak varlığımızı devam ettirmeye çalışmak biz'leri yavaş yavaş yok eden olacaktır sanırım. Herşeyi bilmek gerekmiyor bileni, destek olanı, tamamlayanı doğru tespit edip yaşamı sevgi, ilgi ve ümit üçgeninde sürdürmek gerekiyor. Sevgisizlik, ötekileştirme, küçümseme, her şeyi çok bilen olduğunu savunma, başka görüşlere tahammülsüzlük basit davranış bozuklukları kendisini geliştirmemiş hücre ile bağıntılı :))) diyorum ya hep nöronlardaki proses, biz insanların hiç suçu yok :)))
Kur'an okuyunca ben şöyle okkalı bir aşağı çekilme hissediyorum, diyorum ki çok miniciğim. Çok şey var daha ukalalığa meyil vermeden öğrenmeliyim.
Güzel paylaşım için teşekkürler
Saygılar