- 378 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EGE ADALARI SORUNU.
EGE ADALARI SORUNU.
Ege adaları sorunu ve bunun Güney Arnavutluk sınırları sorunu ile bağlanılması
Ege denizindeki Osmanlı adaları sorununu ikiye ayırmak gerekir: a) İtalya’nın Trablusgarp Savaşı sırasında ele geçirmiş olduğu Rodos ve onun dolaylarındaki 11 ada (Dode kanez = 12 ada); b) Balkan Savaşı sırasında Yunanistan’ın ele geçirmiş olduğu kalan adalar.
İtalya Uşi (2) antlaşmasının (15.10.1912) 4’üncü ekinin 2’nci maddesiyle (3) Trablusgarp’taki Türk subay ve erleri çekilince 12 adayı boşaltmayı üstlenmişti. Osmanlı hükümeti Trablusgarp’ı boşaltırsa da İtalyanlar kendilerine karşı koyan Sünusiler arasında Türklerin de bulunduğunu ileri sürerek adaları boşaltmakta gecikeceklerdir; ancak Yunan donanması Ege denizinde egemen olduğundan eğer İtalya bu 12 adayı Balkan Savaşı sürerken boşaltacak olursa bunların Yunan eline geçmesi doğal idi; dolayısıyla bunu ne İtalya, ne de Osmanlı hükümeti istemediğinden arada altık (zımni) bir anlaşma ile savaş boyunca İtalya bu adalarda kalır.
Bazı önemli ayrıntılar, daha aşağıda verilmek üzere bu 12 ada sorununun gelişmesine genel olarak bakarsak şunları görürüz:
İtalyan hükümeti Osmanlı ile Balkanlılar arasında barış olduktan sonra da 12 adadan çıkmamak ve ayak sürümek için bir sürü bahane ortaya atacaktır; bunların başlıca ikisi aşağıdadır: a) Trablus’ta daha Türk subay ve eri kalmıştır (yerlilerin İtalyanlara karşı dayanadurdukları ve İtalyan ordusunun onları bir türlü yenememesi ve aralarında birkaç Türk’ün kalmış olması dolayısıyla b) İtalya, Balkan Savaşı boyunca bu adaları Yunanlılara karşı korumuştur, dolasıyla kendisine bu yüzden bir öden (ödün) verilmelidir, bu da Antalya bölgesinde birtakım bırakılar olabilir (1).
Bundan başka İtalyanlar işbu adaların yerlilerinde, orada artık yerleşmiş oldukları duygusunu uyandırmaya çalışırlar; onlara Trablus’ta Türk subay ve eri kalmasa da Osmanlı hükümeti kendilerinin adalara ettikleri masrafları ödemedikçe oradan çıkmayacaklarını, ve Osmanlı’nın da bu masrafları ödeyebilecek bir durumda olmadığını ve olamayacağını söyleyedururlar. Öbür büyük devletlere karşı ise İtalyanlar hiç olmazsa başta, Uşi-Lozan anlaşması gereğince Osmanlı hükümeti Trablus’ta bütün ilgilerini kesince adaları boşaltacaklarını söylemişlerdir.
Bu İtalyan davranışı karşısında başlıca üç davacı vardır:
a) Osmanlı hükümeti: O, İtalya ile olan antlaşmaya dayanarak 12 adanın kendisine geri verilmesini istemektedir. Ancak Londra antlaşmasından sonra da işbu antlaşma ile çözülenmemiş olan genel adalar sorunu üzerinde Osmanlı ve Yunan hükümetleri arasında bir anlaşmaya varılamayacağı ve bu durum 1914 Genel Savaşı’na kadar böyle kalacağı için Osmanlı hükümeti, oraları Yunanlılar ele geçirirler diye İtalyanların işbu adaları çarçabuk boşaltmalarında pek direnmez; Osmanlı hükümeti İngiltere’de yapılmakta olan iki büyük zırhlısı bitip gelinceye kadar, yani Ege denizinde Yunan’dan üstün bir duruma geçinceye kadar bu işin sürüncemede kalmasını daha uygun bulmaktadır.
b) Yunan hükümeti: O, işbu 12 adayı yerlilerin çoğunluğunun Rum olduğu için istediği gibi Londra Antlaşması’ndan sonra adalar işinin çözülenmesi büyük devletlere bırakılınca şu savı da ileri sürmüştür: Eğer İtalya üstenmiş olduğu gibi Balkan Savaşı sırasında oraları boşaltmış olsaydı ben öbür adalarla birlikte bu 12 adayı da alırdım ve bütün adalar bugün elimde olurdu.
c) Üçlü Anlaşma devletleri: Bunlar Doğu Akdeniz’de üs olabilecek bir veya birkaç adanın Üçlü Bağlaşma devletlerinden birinin elinde kalmaması düşüncesiyle Yunan’a yardımcıdırlar. Bu yön yukarıda da görülmüştü. Bu işte en ileri giden Fransa’dır, o bu 12 adanın Yunan’a katılmasında direnecek, İngiltere ise İtalya’nın oralardan çıkmasını en önemli nokta sayacaktır. Rusya’nın bu 12 ada işiyle ilgisi azdır. Almanya ve Avusturya ise bağlaşıkları olan İtalya’nın bu 12 ada işindeki isteklerine altık (kapalı) olarak olsun onaşmışlardır (yanaşmışlardır).
Yunanlıların elinde bulunan adalara geçelim. Buraların Birinci Londra Konferansı sırasındaki durumlarını ve büyük devletlerin her birinin onlar üzerinde ne düşündüklerini yukarda gördük; özet olarak Üçlü Anlaşma bunların, Boğazlara yakın olanlar -Rusya öyle istediği için- Osmanlı’da kalmak üzere, toptan Yunan’a geçmesini, Üçlü Bağlaşma ise hiç olmazsa Anadolu’ya pek yakın olanların Osmanlı’da kalmasını istemişlerdi.
Balkan Savaşı’nın ikinci evresinde ve İkinci Londra Konferansı sırasında ise Almanya durumunu değiştirir. 18 Mart 1913’te Yunan Kralı Jorj, Selânik’te öldürülmüş ve yerine Kayser’in eniştesi olan büyük oğlu Konstantin geçmişti. Bu uzkişi çarçabuk Almanya’ya eygin (yakın) bir siyasa gütmeye koyulacaktır.
Nisan 1913 başından bu yana Almanya, Yunan’ı ilgilendiren iki ana sorunda, Ege adaları ve Yunan-Arnavut sınırları işlerinde (ve daha sonra, Bulgaristan’la eski bağlaşıkları arasında savaş çıkınca, Kavala işinde) Yunanistan’ı tutmaya koyulur.
Nabi Bey’in 9.4.1913’te Roma’dan çektiği bir telde:
Kayser’in eniştesine eyginliği (yatkınlığı) dolayısıyla İtalya’ya Arnavutluk işinde daha uysal olma öğüdünü vermektedir. Almanya adalar işinde de bunu yapabilir,
denilmektedir.
Yine Nabi Bey 10.4.1913 tarihiyle:
Kayser, Kral Konstantin’i ve Yunanistan’ı kazanma hususunu boyuna maiyetine telkin ediyor,
demektedir.
Rifat Paşa da Paris’ten 14.4.1913’te:
Konstantin tahta çıkalı Almanya’nın adalar işinde Yunan’ı tutmaya başladığını Fransız olmayan güvenilir bir kaynaktan öğrendiğini, bildirmektedir. Bu ve bu gibi yollardan Almanya’nın bu işte görüşünü değiştirdiğini bildiren haberleri aldıkça Osmanlı hükümeti umkırıya (hayal kırıklığı) uğramakta ve Almanya’ya kızmaktadır.
Mayıs ayının sonlarına doğru Alman hükümeti, adalar işinde Yunan’a karşı uysal davranması için doğrudan doğruya Osmanlı hükümeti üzerinde etkide bulunmaya da koyulur (1).
Mahmut Muhtar Paşa’nın Berlin’den 21.5.1913 tarihli bir telle bildirdikleri bu yönden, çok önemlidir, ona göre Yagov kendisine demiş ki: Yunanlılar adalara bir Osmanlı komiserini kabule eygin (yatkın) olmakla Türkiye’ye karşı dostçasına durum almak ister görünüyorlar. Bundan sonra durluk (stabilité) olur ve bir Türk-Yunan anlaşması kurulmuş bulunur.
Yine Mahmut Muhtar Paşa’nın teline göre müsteşar Tsimmerman kendisine şunları demiştir:
Kayser, Türkiye-Yunanistan-Romanya bağlaşmasını istiyor; Almanya bu adalar işi için bir savaşa giremez. Bugün Vangenhaym’den alınan bir tele göre Sait Halim Paşa ona demiş ki: eğer Almanya adalar işinde Türkiye’ye yardım etmezse bütün Osmanlı vilayetleri için İngiliz işyarları getirterek böylelikle İngiltere’nin yardımını sağlayacağım. Bunu dedikten sonra Tsimmerman şunları eklemiş: İngiltere’nin herkesi sürükledikten sonra birden bire durumunu değiştirerek Türkiye’den yana dönecek kadar çifteli (perfide=hilekâr ve hain) olacağına inanamam. Ancak eğer Türkiye Bağdat demiryolunun geçtiği vilayetlere İngilizleri çağırırsa Almanya’yı kendi karşınları (adversaires) arasına atmış olur.
Alman Dışişleri Bakanlığı müsteşarının bu sözleri büyük devletlerin demiryolu gibi kendi tutumsal (ekonomik) girişitleri bulunan Osmanlı vilayetlerini benimsediklerini ve oralarda başka ulustan işyarların (memurların) bulunmasına dayanamadıklarını gösermesi dolayısıyla da önemlidir (1).
Bu adalar işinde havanın gitgide kendisine daha karşı estiğini gören Babıâli büyükelçiliklerine yolladığı 21.5.1913 tarihli bir genelge ile bu sorun üzerindeki görüşünü büyük devletlere bildirir; bunda Hem Boğazların, hem de Anadolu’nun güven ve baysallığı (huzuru) bakımından adalardan vazgeçemeyeceğini, İtalyanların elindeki adalara gelince bunların Uşi antlaşmasına göre kendisine geri verilmesi gerekeceğini bildirir.
Bu genelgeye gelen karşılıklar hep ümit kırıcıdır.
Sazonof: Adalar Yunan’ın elinde, denize o egemen, onları geri alamazsınız, der (25.5.1913 teli).
Avusturya’dan da bu biçimde karşılık gelir (2.6.1913 teli).
İtalya, Yunanlıların elinde bulunan adalarda Türk görüşünü tutar (22.5.1913) teli), kendi elindeki adalar için Giolitti, Nabi Bey’e der ki: üstenmiş olduğumuz gibi elimizdeki adaları eğer Avrupa buna karşı olmazsa (2) size geri vereceğiz. Her ne olursa olsun biz bunları kendimiz için alıkoymak düşüncesinde değiliz. (30.5.1913 teli).
Almanya, adalar işi üzerinde Yunanlılarla anlaşın, der. (31.5.1913 teli).
İngiltere bu iş daha görüşülmeye başlanılmadı, der. (22.5.1913 teli).
Pişon, Rifat Paşa’ya der ki: Bu başvurmanız barışı geciktirir -Daha adalar işi görüşülmedi- Londra’ca Büyükelçiler Konferansı’nın düşüncesine göre, İtalya’nın elindeki adaların keskilini de (yazgısını) kendisi saptayacaktır (22.5.1913) teli). Bu tele Rifat Paşa şu düşünceyi eklemiştir: Bu işte bizi tutan tek devlet İtalya idi. Şimdi o da Yunan-Arnavut sınırı dolayısıyla ve Rodos’u kendisi için alıkoymak ümidiyle yumuşuyor.
Bu belgeler İkinci Londra Konferansı ve Londra’da Osmanlı ile Balkanlılar arasında yapılan barış sırasında adalar sorununun durumunu gösterir; bildiğimiz gibi işbu antlaşmaya göre adaların keskili (yazgısı) büyük devletlerce saptanılacaktır.
O sıralarda İtalyan hükümeti bu adalar sorununu Arnavutluk’un güney ve doğu-güney sınırları işine bağlayacaktır. İşbu Arnavut-Yunan sınırları işinin en çok İtalya ve ondan daha az ölçüde Avusturya için önemi şu yönlerdedir:
Korfu adasıyla onun karşısındaki Balkan kıyısı arasındaki Boğaz çok güçlü bir deniz üssü olabilecek bir özdedir; oraya yerleşecek büyük bir donanma Adriyatik denizini abluka edebileceği gibi, işbu denize egemen olmak ve onun kıyılarını sürekli bir tehdit altında tutmak için çok kolaylıklar elde etmiş olur. Böyle bir olasılıkla hem Avusturya, hem İtalya için büyük bir tehlike doğurmakta ise de bu son devlet, denizle ilgisi ve ona gerekçesi daha çok büyük olduğu ve kıyıları basık ve daha uzun ve durum ve yapılışları bakımından korunmaları daha çok güç bulunduğu için böyle bir tehlikeden daha çok korkmakta idi (1). Bu yüzden İtalya büyük bir yeğinlikle (yatkınlıkla) ve Avusturya da ona yardımcı olarak Korfu adasının karşısındaki Balkan kıyısının hiç olmazsa boğazın daraldığı kuzey kısmının da Arnavutluk’ta kalmasını isteyecekler ve bunda direneceklerdir. Böylelikle bütün bu boğaz tek bir devletin elinde kalmayıp, her iki kıyısı berkitilemeyecek (silahlandırılmayacak) ve orada bir deniz üssü kurulamayacaktır ve Yunanistan’ı hep ellerinde tutan İngiltere veya Fransa’ca Adriyatik devletlerine karşı kullanılamayacaktır. Bu konu üzerinde bir de Avusturya-İtalya önürdeşliği (işbirliği) de yok değildir (bak yukarda sözü geçen I. B.’sine).
Bu işte Almanya iki bağlaşığını baştan başa tutmayıp yukarıda da gördüğümüz gibi Kayser, eniştesi Konstantin Yunan tahtına oturduktan sonra Yunanistan’a eyginlik (yakınlık) gösterecektir. Doğaldı ki Alman İmparatoru bunu yaparken yalnızcana soy duygusu ile davranmıyordu; o Almanya’da yetişmiş ve Alman güç ve ordusuna inanı (güveni) olan Konstantin yolu ile Yunanistan’ı İngiltere ve Fransa’nın elinden alıp Almanya ve dolayısıyla Üçlü Bağlaşmaya doğru çekmeyi umuyordu. İlerde 1914-18 Genel Savaşı sırasında Yunanistan’ın, Almanya’ya eygin (yakın) olan Kral Konstantin siyasasıyla İngiltere ve Fransa ile işbirliği yapmak isteyen Venizelos siyasası arasında bocalaması Kayser’in bu işte baştan başa değilse de yarı yarıya doğru görmüş olduğunu açıklamıştır (1).
Arnavut-Yunan sınırı sorununun yukarıda anlattığımız gibi ana önemi Adriyatik denizinde egemenlik işi idiyse de diplomaside yapılageldiği gibi bu, o kadar açık ileri sürülmeyip Korfu’nun karşısındaki yerlilerin çoğunluğu Arnavut mudur, Rum mudur? Savı üzerinde sonu gelmeyen aytışmalar (tartışmalar) ve incelemelere girişilir ve her iki yan isteklerinin seykülceyşî (pratik) düşüncelere değil, ulusal haklara dayandığını acuna (dünyaya) göstermeye uğraşır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.