- 985 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
MİYUKİ’DEN MEKTUP VAR!...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Miyuki’den mektup vaaar!..
Bu ses, müjde gibiydi...
Genç kız sitenin köşesinden dönüp de evini gördüğünde ablası onu elinde salladığı bir zarfla bekliyor ve bir taraftan sesleniyorsa.... O gün evde Miyuki var demektir!... ))
Bir Japon kız arkadaşı vardı genç kızın, aynı yaşlardaydılar... Bir süredir dilini geliştirmek için onuna yazışıyordu. Aynı yaşlardaydılar, genç kızın bir ablası ve bir erkek kardeşi vardı. Babası serbest iş sahibi, annesi ev hanımıydı. Miyuki’nin de bir kız kardeşi vardı. Babası doktordu, annesi üniversite mezunuydu ama çalışmıyordu, sosyal etkinliklerde yer alıyordu.
Hayata bakış açıları, gelecekten beklentileri o kadar benziyordu ki birbirlerine, bazen düşünüyordu genç kız. Dünyanın bir ucunda bu kadar benzer hayatlar... İlginç!...
Genç kız zarfı eline aldığında çok şaşırdı. İpekimsi bir dokuya renksiz kabartmayla desenlerin basıldığı zarfın kapağını ışığa tuttuğunuzda da içinden çok hoş çizimler görünüyordu. Hiç böyle bir şey görmemişti!..
Şimdiye kadar gelen her mektup buna benzer ilginçliklerle bezeliydi ama bu gerçekten çok özeldi. Mektubu alırken içinden bir fotoğraf düştü. Miyuki, kimonosu ve ayağında tokyosuyla evinde bir fotoğraf çektirmişti. Kız çok heyecanlandı. Bu akşam Miyuki gerçekten evdeydi!...
Mektuba cevap yazarken o da bir fotoğrafını gönderdi!...:)))
O yıllarda bir gençlik dergisinin ‘mektuplaşmak isteyenler’ sayfasından bulmuştu arkadaşını genç kız. Kısacık bir notla ‘yetti yetmedi dili’yle kendini tanıtmıştı sadece. Sonraki yıllarda öğrendi ki Miyuki bu çağrıyı dünyanın birçok ülkesindeki gençlik dergilerine göndermiş, gelen üç yüzden fazla cevap içinden beş arkadaş belirlemişti. Türkiye’den de kendisini...
Birbirlerine ailelerinden, kültürlerine kadar birçok şey anlatıyorlardı. Japoncayla Türkçenin akraba dil oluşundan, benzer kültürlerinden dolayı iki kültürün Orta Asya kökenli geçmişlerine, kültürel benzerlik ve farklarına kadar her konuda yazışıyorlardı...
Genç kız Japon kültürünü anlatan birden çok kitap almış arkadaşının çevresini tarafsızca öğrenmek istemişti. Aile fotoğraflarına ve mektuplarıyla ilgili aile yorumlarına kadar gelişmişti ilişki. Kargoyla gönderilen hediyeler başlamıştı. Herkes çok memnundu. Üç yıl aralıksız sürdü bu yazışma...
O yıl ikisi de liseden mezun oluyorlardı. Genç kızın babası, üniversitenin birinci yılı bitince Miyuki’yi Türkiye’ye davet etmeyi ve onları çok güvendiği bir arkadaşının düzenlediği ülke turuyla geziye göndermeyi teklif etti. Büyük coşku yarattı bu teklif. Duyguları çok kontrollü Miyuki bile cevapta sevinçten çıldırdığını, ailesinin de buna çok sevindiğini, bu teklifi kabul ettiklerini ve bir sonraki yıl da kendilerinin böyle bir daveti yapmaya karar verdiklerini yazdı. Her şey harikaydı!..
Genç kız liseyi bitirdiği gibi üniversite sonuçlarını bekleyinceye kadar çalışmaya başladı... İletişim kurumunda çalışıyordu... Yıllar sonra bu kurumun içinde olup da neden bir kez Miyuki’yi aramadığını, onun sesini duymadığını, bu iletişimin yolunu açmadığı çok düşündü... Artık çok geçti tabii!...
Bir akşam üzerine masasındaki telefon ona beklemediği bir haberi ulaştırdı.... Genç kızın babası iş yerinde aniden rahatsızlanmıştı. Ona haber geldiğinde babası bir özel hastaneye yatırılmıştı bile... Yapılan kontroller ve çekimlerde her şey yolunda görünüyordu... ‘Biz de şaşkınız!...’ diyordu doktorlar. ‘geldiği tablo kalp kriziydi ama çekimler çok temiz!’.... Sporcu bir geçmişi olduğu için zaten bu yaşananları kabullenemeyen baba, ‘gördünüz mü benim bir şeyim yok, olsa bulurlardı’ diyerek imza attı ve çıktı hastaneden!..
Ama sıkıntı bitmemişti. Terlemeleri, kol uyuşmaları artarak devam ediyordu. Üç ay sürdü bu durum... Kimse onu bir doktora gitmeye ikna edemiyordu...
Bu sırada unutulan Miyuki’den bir mektup geldi. Aynı günlerde onun da babası rahatsızlanmış, beyninin bir bölümünde hasar oluştuğu için tümüyle düzelmesi mümkün görülmüyormuş. Bilinci yerinde olan baba, tıp araştırmalarına denek olarak kullanılmayı kabul etmiş. ‘Babamın bedeninin yarısına robot takıldı, sesle komut veriyor, kolu bardağı alıp ağzına götürüyor.’ diye yazıyordu arkadaşı. Yazılanları yanlış çevirdiğini düşündü genç kız. İngilizce öğretmenine ulaştı. Çeviri doğruydu!... Mektupta öyle diyordu Miyuki...
Öğretmeniyle genç kız şaşkınlıkla ve hiç konuşmadan bir süre bakıştılar!...
Cevap yazdı genç kız. Önce geçmiş olsun dedi, öyle bir teknoloji ülkesinde olmadığı için yazdıklarını tam anlayamadığını da belirtti. Ardından kendi yaşadıklarını yazdı, hâlâ devam eden olumsuzlukları da... uzun uzun...
Kızlar kendi yaşamlarının gerçeklerine ve acılarına daldılar ve yazışmanın arası uzadı!... Tam altı ay!...
Babası, rahatsızlıktan üç ay sonra iş çevresindeki arkadaşların eşleriyle katıldıkları bir Avrupa gezisine kayıtlarını yaptırdığını söyledi annesine bir akşam yemekte. Anne dondu kaldı!.. Eşinin durumun ciddiyetini kabul etmek istemediğinin farkındaydı, bu arada onu bir başka doktora götürmeye ikna etmeye çalışıyordu. Bu gezi neden çıkmıştı şimdi!... Aynı grupla bir önceki yıl farklı ülkeleri kara yoluyla gezmişler, çok da memnun dönmüşlerdi ama bu gezi uçaklaydı!.. Eşi bu basıncı kaldıramazdı!.. Program gereği hem de kısa süre içinde birkaç kez yaşanacaktı ...
Fırtına öncesi bir sessizlik vardı masada!..
Babayı vazgeçmesi için ikna etmek mümkün olmadı. Oysa çok mantıklı ve söylenen her sözü dinleyip değerlendirdikten sonra karar veren, laf olsun diye hiçbir şeyi kabul ya da reddetmeyen biriydi. Bu sefer durum çok farklıydı ve aile çok şaşkındı!.. ‘Hayatımda hiçbir şey beni bu kadar çekmedi hiçbir şeyi bu kadar istemedim’ diyordu her itirazında. Vazgeçer ümidiyle her işi yavaştan alıyordu annesi, valizleri bile son gece hazırlamıştı. Çünkü babası o gün ‘sen gelmeyeceksen, benim valizimi hazırla ben gideceğim!...’ demişti.
Sabaha karşı bir taksi geldi onları almak için... Her zaman çok hareketli, şakacı, güçlü kuvvetli babası valizleri kaldıramadı!.. Şoförden yardım istendi!.. Anneyle baba sanki geziye gitmiyorlardı da mecburi bir gidişe katlanmak zorundaymış hissini veriyorlardı. Akıl alacak gibi değildi.
Duygusal gösterileri hiç sevmeyen babası aileyle vedalaştıktan sonra eşi önde merdivenleri inmeye başladı. Kısa bir süre durdu basamaklarda... Ardında bıraktığı üç evladına ve anasına baktı. Geri döndü, bir kez daha sıkı sıkı sarıldı hepsine... Sımsıkı!... ... Genç kız, kemiklerinin birbirine geçtiğini zannetti... Baba bir daha onlara hiç bakmadı, arkasına da dönmedi... Ağlıyordu!..
O yıllarda insanlar attıkları postalardan önce geliyorlardı bazen... Bu sefer de öyle olmuştu... Babasının Fransa’dan attığı kart da bir hafta sonra geldi. O gün babasının cenazesi kaldırıldığının üçüncü günüydü!...
Onlar bu arada İngiltere’ye geçmişler ve üst üste yaşanan basınç nedeniyle babasının kalbi sıkışmıştı. Londra’ya indiklerinin ilk akşamı da tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak vefat etmişti... Daha kırk dokuz yaşında!..
O gün kendini iyi hissetmediği için tur programına katılmamış, eşine: ‘Sen git, bir kez geldik buralara bir daha da gelebilir miyiz Allah bilir!...’ demişti. Eşi kabul etmeyince ikisi nehir kenarında kısa bir gezinti yapmışlardı. Bu sürede baba çevresine hayretle bakıyor ve her seferinde dönüp eşine : “Ben buraları tanıyorum, hiç yabancı değil bana.” diyordu. Hatta tarifle veriyor, eşi önden gidip de köşeden sokağı görünce inanamayan gözlerle ona bakıyor, o da ‘ben demedim mi!..’ der gibi başını sallıyordu...
Bu büyük ve beklenmedik acı bütün aileyi, sülaleyi, sevenleri çökertti. O, herkesin derdinin dermanı gibiydi. Cenazede herkes ‘ben sensiz n’aparım’ diye kendine ağlıyordu. BABA, yoktu artık!...
Üç ay sonra Miyuki’den bir mektup geldi. Genç kız acısından arkadaşını ve ona mektup yazmayı unutmuştu. Babasını anlatıyordu. Üç ay önce (benzer günlerde) babasını kaybettiğini, o ruh haliyle mektup yazamadığını belirtiyor, ‘sen bari yazsaydın’ demeye getiriyordu.
Mektup düştü, kızın elinden. Uzun süre sadece düşündü... Dünyanın farklı bölgelerine birbirine benzer ne kadar çok yaşam vardı kim bilir... İşte bir örnek!... Devekuşu gibi kafamızı kuma gömdüğümüz için ‘kendimizi ve yaşadıklarımızı’ çok fazla önemsiyor, sadece bizim başımıza geliyor sanıyorduk!... Kurgulanmış gibi bir yaşanmışlıklar duruyordu şu anda karşısında sanki!...
Masaya geçti genç kız... ‘Sevgili Miyuki...’ diye başladı mektubuna... Uzun uzun bütün yaşananları yazdı, kaderlerinin benzerliğinden de hayretle söz ederek...
Miyuki, babam hastalandı demişti...
Genç kız ‘Benim babam da...’ diye başlayan mektup yazmıştı...
Altı ay sonra ‘babam öldü!’ demişti Miyuki.
Genç kız ‘benim babam da...! demişti...
Ya yazılanlara inanmamış ve ‘bu kadar tesadüf olmaz’ diye düşünmüştü ya da yazamayacak kadar acı şeyler yaşamıştı o da...
Miyuki’den hiç cevap gelmedi!..
Bir daha kimse genç kıza bu müjdeyi veremedi!... :
‘Miyuki’den mektup vaaar!.’
26.08.2017 Serap IRKÖRÜCÜ
’Günün Yazısı’ olarak anı/öykümü taltif eden Seçici Kurula çok teşekkür ederim... Saygılarımla...
YORUMLAR
Mektup arkadaşlığı...Hatta dostluğu yine geçmiş yılların güzelliklerinden , mektuplaşma...Kalmadı artık
Bazen sırf mektup kültürünü anımsatıyor diye aldığım kitaplar , okuduğum mektuplaşmalar oluyor. Şimdilerde insanlar kişiye özel yazmaya üşeniyor. Hatta harfleri eksik yazıp toplu mesaj artıyorlar. Hiç içinden gelmiyor onları cevaplamak.Sadece 'merhaba' dese ve o kelime sadece benim için yazılsa dediğim oluyor.
Dünya küçük ve yaşlıların dediği gibi kalp kalbe de karşı oluyor. Bazen ortak acılar sevinçler de yaşanabiliyor. Dejavu bu da zaman zaman yaşanıyor. Kızların eş zamanlı acısı bana ikiz kardeşlerin ruh durumlarını anımsattı. Aynı şeyi hisseden...
Kardeş olmak için aynı kanı taşımak da gerekmiyor diyesim de geldi.
Kutlarım Serap Hocam.Kaleminiz daim olsun.
Serap IRKÖRÜCÜ
Yazışmalar gibi konuşmalar da içtendi ve dopdoluydu... belki de insanların başka mezralarda kendilerini anlatma şansı olmadığındandı... Bu da güçlü 'insani ilişkileri' getirdi diye düşünüyorum...
Samimi değerlendirmeniz ve katılımınız için çok teşekkür ederim Hümeyra Öğretmenim... Sevgilerimle....
"mektuplaşma" dönemi, bizim okul yıllarımıza denk gelir. mektup yazmayı çok sevdiğimden midir bilmem haftada yirmiden fazla mektup alırdım. postacı şaka yollu "Uğur Dündar'a haber vereceğim" diye söylerdi çoğu zaman. İngiltere'den bir "pen friend"im vardı benim de. Evlerinin olduğu köyün resmini gönderdiği zaman köyün düzenliliğine hayran kalmış, günlerce kartpostal gibi köy resmini incelemiştim. teknoloji geliştikçe mektuplar ve mektup arkadaşlarım da unutuldu gitti kaybolan değerli diğer şeyler gibi... Paylaşım için teşekkür ederim.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bu anlamda çok seçenek olmayan dönemlerde kendimizi aşmak için biz de bu yöntemi bulmuşuz demek ki...!... :)))
Konuya eşlik eden katılımınız için çok teşekkür ederim İbrahim Bey
Saygılarımla...
Seksenli yıllarda yabancı dilimizi geliştirmek için bizler de öğretmenlerimiz aracılığı ile değişik ülkelerden mektup arkadaşları edinmiştik. İtalya, İngiltere ve Almanya'dan üç mektup arkadaşım vardı. Fotoğraflarını hala saklarım albümümde. Uzun yıllar mektuplaştıktan sonra hayat gailesinin girdabına kapılıp ihmal ettik yazışmayı. O yılları anımsattınız bana da.
Yaşanmış olmasından dolayı sanırım çok dokundu öykünüz. Babanız için çok üzüldüm, mekanı cennet olsun, Allah sabır versin sizlere.
Bu güzel paylaşım için teşekkür ediyorum, sevgiler selamlar.
Serap IRKÖRÜCÜ
Kendimizden izler bulduğumuz her paylaşım daha etkileyici olur bizim için...
Konuya yakın paylaşımınız ve beğeniniz için çok teşekkür ederim...
Sevgilerimle...
Hüzünlü bir öyküydü Serap hocam
Anlatım oldukça akıcıydı
Verilmek istenen anafikir çok net ifade edilmiş
Beğenerek okudum usta kaleminizi
Günün seçkisini kutluyorum sevgilerimi iletiyorum size
Serap IRKÖRÜCÜ
Hüzünler daha derin iz bıraktığı için mi unutulmuyorlar acaba?...
Samimi değerlendirmelerin ve beğenin için çok teşekkür ederim...
Sevgilerimle....
Çok çok etkileyici duygusal bir yazıydı
bir solukta okudum
yazının en can alıcı noktası Ortak bir gezegenin etrafındaki yaşamların ne kadar birbirine uzak olsa da
dökülen gözyaşı renginin ve de acıların ortak ve benzeşliğidir
insan onuruna yakışır yaşam dileklerimle
Saygılar sunarım
Değerli Serap Öğretmenim
Serap IRKÖRÜCÜ
'Miyuki de bana insanların uzaklıklara rağmen ne kadar yakın olduklarını öğretmek için hayatıma girdi ve görevi bitince de gitti'... gibiydi...
Beğenileriniz ve değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim Müslüm Bey...
Saygılarımla....
Doğrusu sonunda yetti gari dedim. Şu acı şeylerden kurtulsunlar. Hatta bir ara Miyuki mektuba cevap yazmazsa bile haklı diye geçirdim içimden. Birazda güzelliklerden bahset.
Mesela yıllar öncesinden beri kendisini nasıl sevdiğini yazsaydı, bakın mektup nasıl uçar gelirdi.
Tabi bu işin şakasi.Elinize sağlık konu güzeldi. Tebrik ederim.
Serap IRKÖRÜCÜ
Değerlendirmelerinizle renk kattınız... Teşekkür ederim...
Saygılarımla...
Değerli kaleminiz öylesine etkin ve okunmaya değer ki...ve güne gelen bu derin atmosfer hele ki hayattan bir kesit iken ve insanın içi okurken kavrulurken...emeğinize, yüreğinize sağlık sevgili Serap Hocam.
Teşekkürlerimi sunuyorum eşliğinde iyi dileklerimin.
Hayatın penceresinden selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
Serap IRKÖRÜCÜ
Çok güzel sözler bunlar Gülüm Hanım... İçtenlikle teşekkür ederim...
Sevgilerimle....
Bu gün çevrim dışı olarak okudum yazınızı, az önce bir kez daha okudum. Öyle akıcı güzel bir anlatım var ki yazı daha uzun olsa okurdum hiç sıkılmadan.
Mektup arkadaşınız varmış. Şimdi ise bırakın mektup arkadaşlarını mektup olayı bile tarih oldu. Teknoloji güzel olan bazı şeyleri öğütüyor maalesef.
Birbirine benzer hayatlar mutlaka vardır ve sizin de yaşadığınız gibi kim bilir dünyanın nerelerinde.
Her iki baba için de Allah'tan rahmet diliyorum. Genç bir yaşta kaybetmişsiniz Allah sabırlar versin.
Sıcacık bir yazıydı hüzünlü olmasının yanı sıra. Yazıdaki küçük kızların arasındaki dostluk belki de bu sıcaklığı veren. Yazıyı okurken düşündüm de ne dostlar bıraktık ardımızda ki hiç bitmez bir ömür devam eder sandığımız. Bazen yaşanılan acılar, bazen hayatın hızlı ve yoğun temposu. Bir şekilde araya bir takım engeller giriyor mutlaka.
Güçlü bir acıyı yaşarken insana acısı en büyük acı gibi geliyor. Bu hepimizde olan bir şey. O an düşünemiyor belki insan kendisi gibi acı çekenler olabileceğini hatta bunun yakın bir dostu olabileceğini.
Çok etkili bir yazıydı ve çok beğenerek okudum . Kutluyorum sizi.
Yalnız bir şey sormak istiyorum yazıyla ilgili, o kısım dikkatimi çekti. Babanız ve anneniz Londra'da nehir kenarında gezerken babanız nereden biliyordu oraları ? Annenize tarif vermesi ve bire bir aynı çıkması tarif olunan yerlerin. Burayı merak ettim.
Sevgilerimle
Serap IRKÖRÜCÜ
Her getirinin bir götürüsü var ne yazık ki... Teknoloji de bize birçok şey getirirken bazı şeyleri de götürdü... Yaşamın deviniminde bu şimdiye kadar böyleydi, bundan sonra da böyle olacağını düşünüyorum...
Taziyeleriniz için teşekkür ederim... İnanılmaz bir kader benzerliği... Yıllar sonra bir arkadaşımın Japon'la evlendi ve uzun yıllar orada yaşadılar... Onlar benim bu yaşanmışlığımı biliyorlardı... Oradaki bütün sanal iletişim ortamlarına girerek benim adıma arkadaşıma ya da onu tanıyanlara duyuru yapmışlar... Bir umut onu bekledim, oradan da bir sonuç çıkmadı!... Yıllar sonra da olsa yaşananların gerçekliğini bir kez daha anlatayım istedim... Olmadı!....
Sizin merak ettiğiniz konuyu biz de hâlâ çözebilmiş değiliz... Annem daha gelenekçi bir yapıdaydı bu durumları hiç kabullenmezdi... Buna rağmen yaşadıkları onu o kadar çok etkilemişti ki... uzun yıllar hep bunu sorguladı... Anlattıkları öyle sıradan detyalar da değildi...
"Bu aralıktan sağa dönünce üçüncü bina siyah çift kanatlı, metal bir kapı olmalı. Birinin ortasında büyük yuvarlak bir kabartma var, orası bir sinagog." demiş babam... Annem önden gidip bakınca tüm anlatılanların doğru olduğunu görmüş...
"İlerki aralıktan sağa dönünce bitişik nizamda yapılmış iki katlı tuğla evler var. Önleri caddeye kadar bahçeli. Kaldırımların kenarında her evin ayaklı metalden posta kutusu var. Üçüncü evinkinin üstünde bir de kuş şekli olmalı." Annem bu detayı görünce bayılacak gibi olduğunu anlatıyordu...
"Bana inanmıyorsun, ben buralarda yaşadığımı hissediyorum." demiş sık sık...
Ben dinle yaratıcı mantığını farklı değerlendirenlerdenim... Einstein ateist olmasına rağmen yaşamının son yıllarında teizm üzerine araştırmalar yapmış... Masasında bulunan yarım çalışmalarından birinde ' İnsan aklı ne kadar evrimleşirse evrimleşsin, Allah kavramını kavrayamayacaktır.' yazıyor...
İster öğreti dinlerden yaklaşın ister ilahi dinlerden... sonuç 'karma felsefesine' gidiyor... BİR KEZ YAŞAMIYORUZ... Ve her şeyi düz mantıkla açıklayamıyoruz ne yazık ki...
Babamı kaybettikten sonra ölümü ve 'neden dünyaya geldiğimizi' sorgulamama yardımcı olacak çoğunluğu çeviri çok kitap okudum... Kitab-ı Mukaddes de dahil buna...
Bizde büyükler 'toprağı çekti' derler ya... işte öyle bir şey galiba... ?!?!
Çok samimi değerlendirmeleriniz ve sorgulamanız için çok teşekkür ederim, konuya değinme şansını verdiniz bana....
İyi ki varsınız Sevgili Gamzelimm... Hep olun!...
Sevgilerimle...
Paylasiminizin devaminda yorumları da okudum..Yasanmislik olması daha da üzdü beni..
Öncelikle her iki babaya da rahmet diliyorum.
Acının içinde kıvranırken başkalarının da ne acılar çektiğini düşünemiyoruz çoğu zaman.
Hayatın ne tesadüflerle dolu bir yer olduğunu anlıyoruz öyle ya da böyle..
Değerli bir paylaşımdi..Teşekkür ederim Serap Hocam.
Saygı ve sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Aynı kaderi hiç ummadığımız coğrafyalarda kimlerle paylaşıyoruz, bilmiyoruz... Aklımıza bile gelmiyor bunu sorgulamak...
Ama yaşayınca görüyoruz ki 'bir biz değiliz'...
Kolay kolay yaşanmayacak bir tesadüftü... Yaşadım!... :(((
Samimi değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim... Sevgilerimle....
Anlamlı ve güzel bir paylaşımdı yine değerli kaleminden, her iki babaya rahmet diliyorum bende, yüreğine sağlık SerapCan....
Serap IRKÖRÜCÜ
Beğenilerin için teşekkür ederim...
Sevgilerimle....
Sanki ben de biliyorum bu hikayeyi!
Olayların ve yaşam öyküsünün "art ardalığı" o kadar tanıdık, o kadar da "dejavu" nitelik taşıyor ki..
Ta başından... "Bu buluşma gerçekleşmeyecek, sıradışı bir şeyler olacak" endişesi içe gelip yerleşti sanki!
Ya da bana öyle geldi!
Seyahatin, istenildiği ve planlandığı gibi geçmeyeceği şüphe arz etmeye başladığında iyice kuvvetlendi bu sanı ve gerçekten akla gelen başa geldi!
Nedir yazıdan çıkarılması gereken?
Galiba "bir bizim başımıza gelmiyor terslikler.. Bir biz acıyla kıvranmıyoruz en tatlı yerinde hayatın!"
Ben de ekleyeyim...
"Bizim planlarımız yanında, hayatın da vardır kendi planı..."
Ve uymak zorunda olan biziz, yaşayan biziz sonuçta...
Her iki babaya rahmet diliyorum..
Her iki genç kıza da sabır ve yaşamlarının geri kalanında "en az acı..."
Yetenekli kaleminizden sürükleyen, saran bir öykü...
Tebrikler Öğretmenim.
ZEYBEK HOCA tarafından 9/9/2018 8:54:22 AM zamanında düzenlenmiştir.
ZEYBEK HOCA tarafından 9/9/2018 8:56:15 AM zamanında düzenlenmiştir.
Serap IRKÖRÜCÜ
Sonda Murphy kuramı devreye girdi: " Her şey yolunda gidiyorsa yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir." Ve her şey yoldan çıktı...
Birinden dinleseydim bu yaşananları bir yerlerinde ekleme ya da abartı var derdim... Ama yok!... Eksiği var, fazlası yok!...
Yaşarken şimid yazıldığı kadar kolay geçmedi tabii hiçbir şey... İnsanoğlu gerçekten çok güçlü... Atlatamayacağı acı ve üstesinden gelemeyeceği zorluk yok bence...
Çok içten bir değerlendirme... Beğenileriniz ve övgüleriniz için de çok teşekkür ederim Değerli Öğretmenim... Saygılarımla....
ZEYBEK HOCA
Anladım Öğretmenim...
Zamansız büyüyoruz sözünün en gerçekçi örneği...
Bir kez daha rahmet diliyorum babanıza...
Size de sağlık ve güç, öğretmenim...
Saygı benden, her zaman...
Serap IRKÖRÜCÜ
Kabullenmem çok uzun zaman almıştı... acılar üst üste de gelince!...
Teşekkür ederim değerlendirmeniz için...
Saygılarımla....