- 471 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KUSURSUZ KURŞUN
GİRİŞ
ÖLDÜRÜLMÜŞ KALP
2 Yıl Sonra
“Abi aslında Ezgi…”
Duyduklarıma inanamıyordum. Nasıl böyle bir şeyi bana reva görebilirler anlamış değildim. Beynimde dönüp dolaşan bu haberle kendime gelememiştim. Sokakta sanki bir robot misali yürüyordum. Sanki ben on yıl boyunca kaybetmemiş olan Truva şehriydim ve dışarıdan surlarımı yıkamayan düşmanlarım bir plan yapmış ve hileyle içeriye bir hediye diye bir at ve içinde bir sürü asker göndermişler, öyle alt etmişlerdi beni. O atın ismi Ezgi’ydi. Askerlerin ismini dile getirmek dahi istemiyordum. Onun bana bu ihaneti nasıl yaptığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Beynim durmuş bir vaziyette ve kalbim yükünü taşıyamaz haldeydi. Ruhum bedenimden ayrılmış, aklım uçup gitmiş artık çalışır durumda değildi. Bir ölüden farksızdım. Bedenim kendi ağırlığını taşıyamıyordu sanki ya da bu durumun yarattığı yükü omuzlarım taşıyamıyordu. Ben Atlas’tım ve yüküm Dünya’ydı. Sanki boyum ben her adım attığım da küçülüyordu. Sanki her adım attığımda mezarıma biraz daha yaklaşıyordum. Kalbimi açtığım kadın, melek olduğunu düşündüğüm, onu kendimden bile koruduğum kadının bana bunu yapmasını kaldıramıyordum. Hele bu ihaneti yaparken ortak olan o şahsiyete, her şeyimi bilen, her anımı gören o şahsiyetin yaptığı şeyle birleşince yüreğimi bitmek bilmeyen bir cehennem ateşinde kavuruyordu.Artık yaşamak anlamsız bir eylem ve boş bir çabaydı. Hemen şuracıkta; karşıdan karşıya geçerken yolda araba çarpsa, yere yığılsam ve kafamı yere hızlı bir şekilde vursam, o anda son nefesim bir anda bedenimden çıksa tamamıyla ölmüş olacaktım. Bu kaza sayesinde her saniye, akciğerlerime her girdiğinde, şu an kan pompalamayı bile zar zor beceren kalbimi acımadan hançerleyip sonradan çıkan nefeslerin sürekli aynı şekilde, aynı acıyla yarattığı ıstırap dolu acıdan kurtulmuş olacaktım. Ama olmadı. Çünkü karşıdan karşıya geçeceğim sırada yayalara yeşil ışık yandı ve kuralı ihlal edecek bir şoför bile çıkmadı. Zaten ölüm en çok ihtiyacın olduğu zaman değil, hayatının en mutlu ve güzel anlarında gelmez miydi?
Çaresizdim ve bu olanları kendime yediremiyordum. Aklıma getirmemeye çalışıyordum çünkü aklıma geldikçe çıldırıyor ve bunun yüzünden delirmek istemiyordum. Ağzımda sürekli dolanan kendime acımasızca yağdırdığım küfürler vardı. Bazılarını yeni keşfediyordum ve lügatıma ekliyordum. Ama en çok küfürlerin her harfi onlara daha çok yakışıyordu. Hatta yetersiz kalıyordu onları tanımlamak için. O yüzden onlara gönderirken o güzel(!) duaları sıradan küfürler kullanamıyordum. Onlar için daha yaratıcı olmam gerekiyordu. Onlara karşı içimde karışan öfke, kin, hayal kırıklığı, kırgnlık ve nefret duygusunun bir tufan gibi bedenimi sarmasından oluşan durumuma bir anlam yükleyemiyor, bir tanıma sığdıramıyordum. İçimde yaşanan bu kaosun dışarıya nasıl çıkacağını hayal dahi edemediğimden bir an evvel eve atmak istiyordum kendimi. Eve gittiğimde yapacağım sadece içimde bu duygu durumlarını hafifletecek ne varsa yapmaktı. Büyük ihtimal evdeki eşyalara; tabaklara, bardaklara, tablolara… sarılacak ve hiç birini sağlam bırakmayacaktım. Herşeyi kırmayı, incitmeyi planlayan aklım sevdiklerime zarar vermeyi reddediyordu ama bu halde onlara da zarar veririm korkusunu da yaşıyordum. Onlara zarar verirsem hiç suçu olmadıkları halde, kendime geldiğimde büyük bir pişmanlık duyacaktım. O yüzden içimde Cenk’in evde değil okulda olmasını öyle içten diliyordum ki onu kırmak yalnız kalan beni yapayanlız bırakabilirdi. Kardeşim evde değildi, biliyordum ve umarım Cenk de evde olmazdı. Kırmak istediğim şu anki duygu durumumda sadece nesnelerdi insanlar değil.
Duyduklarımı anlamaya çalışan beynim yolda nasıl yürüdüğünü bile algılayamıyordu. Kafam aşağıda düşünceli bir halde yürürken başımı yukarı kaldırdığımda her zaman alışveriş yaptığım tekeli gördüm ve içeri girdim. İki paket sigara ve üç şişe şarap alıp içeri girdiğim hızla dışarı çıktım. Üç şişe şarap belki anca kurtarırdı kalbimin en derininden gelen kor ateşten. Kasada tekelin sahibinin hanımı vardı ve girdiğimde anlamıştı benim halimi o kısacık zamanda gözlerimden. Çıkarken bana “başın sağolsun” demesi bu yüzdendi. O kadar sohbet ettiğim, samimiyet kurduğum kadındı sonuçta, duygularımın daha doğrusu “kalbimin” bir cinayete kurban gittiğini okumuştu gözlerimden. Onun kurduğu bu cümle kalbimde büyük bir dalgalanmaya neden olmuş bir tsunami yaratmıştı resmen. Gözlerim bu dalgalanmayı bahane alarak sabredecek gücünün kalmadığını anlatır bir şekilde açtı gözyaşı barajlarını aniden ve saldı gözyaşlarımı. Teker teker dökülürken gözyaşlarım, onların sanki benim günahlarımmış gibi saklamak için herkesten dahada hızlanmıştım. Aklımda hala tek bir soru vardı: “Ben bunu hakedecek ne yaptım?” Eve yaklaşmıştım o yüzden gözlerime yalvarıyordum gözyaşlarımı tutsunlar diye ama bu yalvarmalarımı görmezden gelerek onlar gözyaşlarımı serbest bırakmaya devam ediyorlardı. Gözyaşlarımda nicedir hapishanede yatan ve sonunda mahkumluğu bitmiş suçlular gibi özgürlüklerine kavuşmanın sevinciyle geri dönmek istemiyordu ayrıldıkları yerden. Gözyaşlarım aktıkça daha hızlı olmam gerektiğini anlıyordum. Ne insanlara ne de havanın ekim ayında olmamıza rağmen bana inat ilkbahar tatlılığında oluşuna dayanamıyordum. Çevremdekilerin sanki filmler haricinde kanlı canlı yıkılmış, gözyaşları içerisinde yürüyen bir erkek görmüşcesine, rahatsız edici bakışları beni toprağın altına gömüyordu.
Caddenin sonuna geldiğimde ani bir manevra yapıp sokağa döndüm. O tiksinç bakışlardan kurtulmak biraz olsun rahatlatmıştı. Binanın önüne geldiğimde hemen anahtarı çıkardım. Dış kapının kildi bozuktu ve hemen açılmıyordu ama bugün herşey gibi dış kapı da benimle inatlaştı açılmamak için. Biraz fazla uğraştıktan sonra açtım kapıyı ve girdim binaya. Zaten herşeye söven ruh halimden önce dış kapıya, sonra hiçbir şeyle ilgilenmeyen bina yöneticisine kondurdu birkaç küfür.
Gözlerimden artık yaşlar daha hızlı akmaya başlayınca ben de merdivenleri daha hızlı tırmanmaya başladım. Evi Cenk’in inadıyla dördüncü katta tuttuğumuz içinse sıradaki küfrümüz Cenk Bey’e gelmişti. Bunları düşünürken birden herşeyi Cenk’in başlattığı aklıma geldi ve ikinci ve üçüncü kat arasında durakladım. Bir daha sövecektim ama ağzımdan ona karşı hiçbir küfür çıkamaz oldu. Kıyamadım. Cenk hayatımda kalan tek samimi insandı. Kardeşten öteydi. Onu suçlayamazdım. Sonucunun bu kadar kötü olacağını bilemezdi o.
Tekrardan merdivenleri çıkmaya koyulduğumda aklımda ise tek bir soruyla başbaşa kalmıştım: “Cenk olanları bilipte benden saklamış olabilir mi?” Sonuçta son üç aydır konuşmuyor olsalar da çok sıkı dostlardı ve aralarından su sızmazdı bildiğim kadarıyla. Eğer Cenk o durumu bilip benden sakladıysa hayatımda en çok değer verdiğim üç kişi beni tamamen yıkarak çıkmış demektir. Yıkmak aslında bu durum için hafif kalırdı. Bu olasılık gerçek olursa ben üstünde ben bırakmayacaktı. Bu olasılığın gerçek olmamasını için o kadar dua ediyordum ki… Cenk benim şu an tek dayanak noktam ve tek kendime getirecek kişiydi. Böyle bir durumun olabileceği canımı daha çok acıtıyordu ve bu lanetli düşünceden ne kadar kurtulmak istersem isteyeyim, hep inatla aklımın bir köşesinden çıkıyordu. Kapıdan kovsam bacadan giriyor ve aklımı karıştırmaya devam ediyordu. Evin önüne gelmiştim ama kapıyı açamıyordum. Anahtarlar elimdeydi ama anahtar deliğine sokmaya cesaret edemiyordum. Elim titriyordu. Kapıyı açtığımda Cenk’in evde olma olasılığı beni korkutuyordu. Onun da bu işle alakası olup olmadığını bilmek istemiyordum. Kapıyı açacak, onunla karşılaşaca güce sahip değildim. Çareyi kapının önünde oturmakla buldum. Ben ve sadece beynimin her yerinde yankılanan o soruyla başbaşa kalmıştım:
“Ya Cenk de beni arkamdan bıçaklayanlar arasındaysa? O zaman yapayalnız kalmaz mıyım?”
Değerli edebiyat defteri okurları, yazarları, şairleri; bu romanımın giriş kısmıdır. romanımı www.wattpad.com/user/altiartun0 adlı adreste paylaşıyorum. eğer beğendiyseniz oradan okumaya devam edebilirsiniz. destekleriniz için teşekkür ederim.😊
YORUMLAR
Umut vadeden bir giriş olmuş arkadaşım.
Duygu yoğunluğunu çok iyi yansıtmışsınız.
İçeriğine gelince dünyada Ezgi gibiler o kadar çok ki,bu sebepten tecrübe diyorlar yaşanan her hayal kırıklığına...
Yazarlık yolunda başarılarınız daim olsun..
Sevgi ve selamlarımla