- 1142 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
KANDIRILMIŞ ÇOCUKLAR ATLASI
On yaşındaydım. Bahçenin hemen dışında oynuyordum kendi kendime. Bilyelerimi sayıyor ve kendimle gurur duyuyordum herkesten fazla bilyeye sahip olduğum için. Mahallede bir sessizlik vardı. Sokak bomboştu. Neden boş olduğunu algılayacak yaşta değildim henüz. Peki, öbür çocukların algısı benden daha mı gelişmişti? Onlar neden yoktu? Evimizin önü geniş bir tarlaydı. Bir askerin o tarladan elinde tüfeğiyle bizim eve doğru yaklaştığını görüyor ama tepki vermiyordum. İyice yaklaşınca “gir len içeri, yoksa alıp götürürüm seni!” dedi tüfeğini göstererek. Çok korktum ve ağlamaya başladım. Ağlayışımı duyan babam içeriden gelip hemen beni kucakladığı gibi eve soktu. Ağlamam kesilmiyordu. Askerin neden böyle davrandığını anlamamıştım. Babam önce bana kızdı dışarıda olduğum için, sonra sokağa çıkma yasağının olduğunu söyledi. Bana kaç defa tembih etmiş ama ben onu dinlememişim. Kenan Paşa ihtilal yapmış, o yüzdenmiş sokağa çıkma yasağı.
Yasak biteli iki gün olmasına rağmen hâlâ dışarı çıkmamıştım. Saatlerce pencereden izledim “ya asker yeniden gelip beni götürürse!”diye. O askerin on yaşındaki bir çocuğa silahı doğrultmasını asla unutmadım. İleriki yıllarda şunu da sorgulamıştım çünkü: “Bir çocuğa bunu yapan diğerlerine kim bilir neler yapardı.” Babam ihtilalın güzel bir şey olduğunu anlatmış ve Kenan Evren’i öve öve bitirememişti. Kenan Evren kahramanımız olmuştu adeta. Ülkeyi sağ sol çatışmasının yarattığı kaos ortamından kurtarıp düzene sokmuştu. Sonra da yüzde doksanla Cumhurbaşkanı seçildi. Tabi ki o zaman nereden bilecektik ki kaosu yaratanların darbeyi yapanlar olduğunu. Daha birçok şeyi bilememiştik. Ya babalarımız, annelerimiz! Onlar da mı bilmiyorlardı? Korku ve suskunluk! Bilginin ve sosyal kültürün olmadığı yerde bu iki şişman sözcük yönetir toplumları.
Evimizin salonunun duvarında bir ayna vardı, aynanın her iki yanında da Demirel ve Menderes’in fotoğrafları vardı. Bunların kim olduğunu biliyordum, onlar da Kenan Evren gibi diğer kahramanlarımızdı. Devlet büyüklerimizdi. Onlara her zaman saygı duymamız ve yüceltmemiz öğretilmişti bize. Öyle de yapmıştık. Sonraki yıllarda Ecevit’i de duymuştum ve babama “Ecevit Amca’nın fotoğrafı neden yok bizde baba, o kahraman değil mi?” diye sormuştum. Babam da “oğlum o solcu, solcuları sevmezler, onun fotoğraflarını evde bulundurmak tehlikeli!” demişti.
Her çocuk, henüz vurulacak yaşa gelmemiş her çocuk, bilgisizdir. Bilgi ve bilgiyi nesnel güçten üstün tutma eylemi büyüdüğünün belirtisidir. O yaşlara yani bilginin bizi amaçlara yürüttüğü, hayal gücüyle tanıştırdığı yaşlara gelmeden önce bize ne söylenmişse o bizim hem doğrumuz hem de hayallerimizdir. Bir şehrin kişiliği o şehrin insanlarının bilgisine göre şekillenir. Çünkü bilgidir haksızlığa, yanlışa ve yanlış iktidarlara başkaldırışı güçlü kılan. O güç oluşmamışsa orası Kandırılmış Çocuklar Atlasıdır.
Evdeki kitap sayısının artmasıyla beraber babama sorduğum soruların içeriğinin de değişmesi babamı endişelendirmişti. Çoğu zaman cevaplamak yerine bağırmayı tercih ediyordu. Bir gün annemle konuşmalarını gizlice dinlemiştim. “Bu çocuk iyi yolda gitmiyor, acayip acayip sorular soruyor, böyle devam ederse, büyüğünce başına çok iş açar, benden söylemesi!” demişti. Annem de ona “ne iş açacak be adam, maşallahı var çocuğumun, okuyacak, devlet memuru olacak!” diye cevap vermişti.
Babamın benim için endişelenmesinin nedeni bir gün devlete başkaldıran biri olma ihtimalimdi. Babam her ne kadar toplumsal konularda açık bir adam olsa da siyasi anlamda gelenekçiydi. Çünkü bu ülkenin kaderi kurulduğu günden beri gelenekçilerin, milliyetçilerin veya sağcıların elindeydi. Babam da bunu bildiği için tarafını açıkça belli etmişti. Aslında Ecevit’e karşı değildi ama Ecevit’i bir iktidar objesi olarak görmüyordu. Onu rahat bırakmazlardı. Solu bu ülkede iktidara getirmezlerdi. Gelse bile bu ya sol olmayan sol veya kısa süreli olurdu. Çünkü darbeler ülkesiydi bu ülke. Normal çizgiden sapanı affetmezdi. İndirirlerdi.
Ki Ecevit’in –Karaoğlan’ın- de sosyalist bir parti lideri olmadığını yine yıllar sonra öğrenecektim. Bu da ayrı bir hayal kırıklığı yaratacaktı bende. Herkes birbirine benziyordu, hem siyasal hem de sosyolojik olarak. Koltuk sahibi olan solun sağdan bir farkı yoktu. Birisi halk birisi millet diyordu vatandaşlarına. Ama onlar nezdinde gizledikleri anlam halkın-milletin potansiyel müşteri olmasıydı. Özde aynı yerde buluşuyorlardı. Sadece yöntemleri farklıydı. Foucault’nun “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada hiç kimse yoktur” sözünün ne kadar güçlü bir anlam taşıdığını buradan görebiliyordum. Kandırılmış çocuklar atlasında büyümek, suskunluk bulutlarının altında esir düşmüş babaların yolundan gitmeyi reddetmektir.
O zamanlar bize kahraman diye dayatılan –Kenan Evren- ve benzerlerinin aslında; birer devrimci, yurtsever, komünist ve sosyalist avcısı olduklarını anlamak için çok fazla büyümüş olmaya da gerek yoktu. Gerçeklik öyle bir kavramdır ki düşleri olanların elinde bir bayrak gibidir. Bu bayrak halk-millet-müşteri üçlüsünün çok ötesinde bir anlam taşır. O anlam ‘insan’dır. Tam olarak bu ana fikirde kendimi bulduğumda yani insanı merkeze koyan bir ideolojinin kapısını açtığımda yığından ayrılmış ve pencereden korkuyla bakan o on yaşındaki çocuğu üstümden çıkarıp atmıştım.
Babam artık bana nasihatler vermeyi bırakmıştı. Onun gibi düşünmediğim için artık kızmıyordu bana. Sadece “oğlum dikkatli ol, ortalık tekin değil!” gibi sözler ediyordu. Ekmek-Emek kavramlarının ekmek kısmında olmak ile her ikisini de içerip ve bunu başkaları adına, “insan” adına yorumlayan iki ayrı taraftık babamla. Seçtiğim taraftan dolayı başıma gelen birçok badireyi babama söylememiştim. Çünkü artık yaşlanmış olan babamın bana “ben demiştim oğlum!” yerine sessizleşip içerden eriyen bir adam olarak üzülecekti. Beni en çok acıtacak şeylerin başında gelir bu. Aşk acısından bile büyüktür anne babanın oğullarına çaresizce tükenerek üzülmesi.
Bütün bu siyasi ve sosyal dönüşümler hayatımda önemli bir yer kaplamıştır. Ama bu dönüşümler yaşam denen gerçekliğin sadece ve sadece bir bölümüydü. Aşk ve diğer ilişkiler noktasında oldukça başarısız olmuştum. Çevremde ışıltıyla dönüp duran mutluluk kaynaklarını kurutmakta üstüme yoktu. Hayatımdan rüzgâr gibi geçen iki seçilmiş insandan şimdi çok ama çok uzaktaydım. Ayten ve Duygu adında iki aşk parıltısının ikisini de söndürmeyi başarmıştım. Çocukluk günlerime, yani henüz çürümenin başlamadığı o kusursuz günlere dalıp gitmemin nedeni o iki parıltının hayatımda bıraktığı izlerin üstündeki tozları temizlemek istememdir.
İnsan sırf et ve kemikten değildir. Bilgi, ideoloji ve emek mücadelesi, içindeki görünmeyen depremleri yok etmiyor. Onlar orada duruyor ve zayıf anını kolluyorlar. Bir proleter sırf teorik ve eylemsel bir alanda yaşamaz. Onun da aşkları, ayrılıkları ve medcezirleri vardır. Hayatı sadece rasyonel değil, olumlu-olumsuz bütün duyguları ile birlikte yaşar. Çünkü ‘insan’ budur.
YORUMLAR
Kandırılmış çocuklar atlası; başlık, konu, anlatım müthiş ve aynı zamanda tarih belgeseli...
80 darbesi olurken ben 11 yaşlarındaydım. ve ilk siyasi tokadı daha ben 7 yaşında iken yemiştim. İlkokul öğretmenim ben Kürtçe(Türkçeyi 8 yaşında öğrendim) konuştuğum için benim gövdem yarısı kadar tokadıyla kulağımı patlatmıştı. Yatılı bir okuldaydım ve hiç kimselerce de duyulmadı. 5 ay sonra köyüme gittiğimde o tokadı unutmuştum ve şimdiye kadar kalıcı bir hasar kaldı ve hala işitme kaybım var.
unutum ve unutulduk!
Bizim ülkede bir çok darbelerin bizim insanları tamamen apolitik olmasını başardılar.
Peki biz halk olarak ne yaptık veya neler yapabildik?
Bizler balık hafızallı olduğumuz için ne acılardan, ne darbelerden ne çatışmalardan dersler çıkaramadık çünkü ne ekonomi olarak ne sosyoloji olarak ne de bilim olarak kendimizi aşamadık ve sürü mantığıyla ezbere bir hayatın ters köşesine yığılıp kaldık.
Oysa ülkemiz insanıyla ve coğrafyasıyla dünyada bulunmaz bir mozaiktir. neden bunları yazdımsa da bilmiyorum.
Neyse gelelim Tarihi belgesel-deneme yazısına;
Ülkenin her tarafındaki insan profili ne kadar da benzerdir, sanırım biz birbirimize benzeriz ve çünkü insanız.
Haydi çocuktuk kandırıldık ya şimdi koca koca adamlar olduk neden hala kandırılıyoruz?
Ve hala aynı ilaçla uyutuluyoruz ve her söylem büyüklerden büyüklere masaları anlatıp duruyoruz.
sanırım büyüklerimiz bize güzel bir şey bırakmadıkları gibi bizler de çocuklarımıza güzel şeyler bırakmayacağız kaygısını hep taşıyorum.
Umuda hiç inanmasam da umut sabırdır diyorlar çünkü umut bana göre insanların enayice bekleme/bekleyiş sanatıdır bir bakıma... ama yine de umutsuz olalım ama hayalsiz asla..
Bu yazıdan çok etkilendim ve yaşadıklarımız sanırım toplumca hep aynıyız.
" Foucault’nun “Bir yerde herkes birbirine benziyorsa orada hiç kimse yoktur” bu söz her zaman beynimden depremler yaratmıştır.
Teşekkürler güzel yürek, seni okumak zevkti.
en içten saygılarımla
Dramatik Buluntular
Bu ülkede travmalar bitmez, acılar ve hüzünler bitmez. Karanlık bir çağın tam ortasındayız. Bir kaç iyi adamın haykırışı ve çığlığı var sadece. Onu da duyan yok zaten.
Ama umut her zaman olacak, olmalı.
Yoksa yaşanılmaz bu coğrafyada...
Güzel yorumun için teşekkürler sevgili kardeşim.