- 1135 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Her Şey Alışmakla Başlar
Bünyeyi alışkanlığa alıştırmaya gör;
hem sağır olur, hem kör.
Toplum olarak her şeye çok kolay alışan, uyum sağlayan bir yapımız var.
Kibarca sunulana da alışırız, zorla dayatılana da. En kötü duruma bile çok kolay alışırız.
Gözümüzün önünde cereyan eden olumsuzluklara çoğumuzun sesi çıkmaz. Bu tepkisizliğimiz zamanla alışkanlık haline gelir. Haklarımızın çalınmasına alışırız, bizi biz yapan değerlerimizin harcanmasına, üst üste gelen zamlara, her yaz çıkan orman yangınlarına, siyasilerin ülkeyi soymalarına, iş kazalarına, kadın cinayetlerine, çocuk gelinlere, çocuk annelere, çocuk tecavüzlerine, çıkar için kurban edilen gencecik bedenlere ve daha nice cinayetlere alışırız.
Nelere alışmıyor ki insan.
Ne sevgiden, ne de ihtiyaçtandır, kişisel zayıflıktandır alışkanlık. Tuttuğun bir partiye, bir içeceğe, bir şehre, bir işe, bir eve, giysiye, müziğe alışırsın. Bir insana alışırsın, sana neler kattığının, senden neleri aldığının hesabını yapmak gelmez aklına, her haline alışırsın. Ondan daha iyisi, daha güzeli olduğunu aklına dahi getirmezsin.
Zihnin artık kısır bir döngüden ibarettir, gitgide fakirleşir, tembelleşir, ölü bir ruh haline gelir. Çünkü, sen alıştığını değil; alıştığın seni esir almıştır. Bundan sonra layık olduğun hayatı değil; layık görüldüğün hayatı yaşamaya başlarsın.
Alışkanlıklar bırakılmadıklarında zamanla ihtiyaç haline gelirler, onlarsız yapamayacağını düşünen ne çok insan var, alıştıkları/alışkanlıkları tarafından sömürüldüğünün farkına varamayan ne çok insan. “Neden vazgeçmiyorsun, yıprandığının farkında değil misin” diye sorulduğunda, hep aynı cevabı alırsın “alışmışım işte”.
Zihni tembelleştirren, bedeni otomatikleştiren alışkanlık, bilinçli bir davranış değildir. Bilinçli insan baskıyı, zulmü sever mi, hür doğmuş, esir ölmek ister mi hiç. Nelere alışırsan, hayatın onlardan oluşur artık. Yanıldığının dahi farkına varamazsın, çünkü olayların da, insanların da hep güzel taraflarını gösterir sana.
Bu kadarla da kalmaz. Zamanla alışkanlık bağımlılığı, bağımlılık inanmayı, inanmak peşi sıra fedakarlığı getirir. Bu hatanın senden neler götürdüğünün hesabını yapamaz, iliğine kemiğine kadar sömürüldüğünü anlayamazsın.
“İnsanlardaki şartlanmış davranışların tamamı olumludur” diyebilir miyiz, tabii ki hayır. Körü körüne alışmak öyle bir hastalıktır ki; kalıplaştığını, bir çerçeve içinde sıkışıp kaldığını, kandırıldığını, kullanıldığını, daha kötüsü özünden uzaklaştırıldığını anlayana kadar; onu ayakta tutan tüm değerlerini kaybeden insanlar var.
Bir ömrü var mıdır alışkanlığın, elbette vardır. Gün gelir her şeyin farkına varırsın, anlarsın nasıl itibarsızlaştığını. Ne sevgin kalır kendine, ne saygın. İşte o an, sabrın bittiği andır. Ya direnir kurtulursun, ya da pes eder boğulursun. Çünkü alışmak acemicedir, kurtulmak uzmanlık ister.
Alışmak; mevcut olanı kabullenmektir.
Kabullenmek, (etki altına girmek) kendine ait her şeyden el çekmektir.
Alıştıklarının esiri olmak istemiyorsa, değişmek ve gelişmek (kendi olmak) istiyorsa insan; daha fazla kaybolmadan alışkanlıklarıyla şavaşmalı ve bir nokta koymalı zamana.
"Vazgeçmek sonun değil;
varoluşun başlangıcıdır".
*Müsadenizle*
YORUMLAR
Alışkanlıklarımız... 'biziz' aslında...
İlk öğrendiklerimizde, yaşadıklarımızdan uygun görüp devam ettiklerimizdir çoğu... Yani biz karar veririz onlarla ( alışkanlıklarımızla ) yaşamaya... Taa ki 'zararlarını görüp' değiştirmeye karar verdiğimizde bırakmanın çok da kolay olmadığıyla yüzleşiriz...
Bu, işimiz, ilişkimiz, arkadaşımız, bağımlılıklarımız.... gibi, birçok şeyi kapsar...
Alışkanlıklarımızdan kurtulmak istediklerimizi kenara koymak, düşünüldüğü kadar kolay değildir her zaman... 'Kabuğu kırmak' her yiğidin harcı değildir.... Önce karar vermek için cesaret ister, sonra uygulamak için güçlü bir irade ister, ardından değişikliklerin nedeni soracaklara karşı dik duruş ister... ister de ister...:))
Bütün bunlarla uğraşmaktansa 'alışkanlıklarımızla' yaşamak daha kolay gelir... O zaman da getirilerini götürülerini kabullenmek gerekir...
İlginç ve çok geniş açılımları olan bir konuya değinmişsiniz... Yazınızı çok beğenerek okudum...
Kutlarım...
Müsadenizle
Merhaba
Bu kadar kötülemeyin alışkanlıkları. Kötülenecek olan alışkanlık kavramının bizzat kendisi değil, alışkanlıkların olumsuz olanlarıdır.
İnsanın kişiliğini alışkanlıkları oluşturur. Oturup kalkmamızdan yürümemize, koşmamıza, susmamızdan konuşmamıza her anımız alışkanlıklarla doludur.
Alışkanlıklar dörde ayrılır: Düşünce, duygu, söylem ve davranış alışkanlıkları. Tabi bu benim gruplamam. Daha değişik gruplamalara da rastlamak mümkün.
Bu dört alışkanlık türü, bir kısır döngü halinde, sürekli birbirini tetikler. Hayatımızın her anında alışkanlıklarımız vardır ve bunlar düşüncelerimizden beslenirler. Bazen sırası ile bazen karışık şekilde, bazen başa dönerek birbirlerini tetiklerler ve değiştirilmeleri oldukça zordur. Kimi insanda bir ömre mal olabilir.
Alışkanlıklarımızın ekserisini, özellikle 0-6 yaş arasında kazanırız. Bu dönemde çocuk, anne babasının veya koruması altında bulunduğu kişilerin alışkanlıklarını gözlemler ve hayata vereceği tepkileri bu ebeveyn alışkanlıklarına göre belirler. Aslında taklitçiliktir çocuğun işi. Görür, duyar, hisseder ve uygular.
Mühim olan 0-6 yaş arasında çocuğa pozitif alışkanlıklar aşılayabilmektir; düşüncelerini, duygularını, söylemlerini ve davranışlarını dengeli bir şekilde kullanmayı öğretebilmektir. Tabi bu ancak çocuğun taklit edeceği kişinin (annenin, babanın, vasinin) alışkanlıklarını dengeleme alışkanlığı kazanmış olması ve bunu pratik sahaya dökmüş olması ile mümkün olabilir.
Hangi alışkanlığın iyi, hangisinin kötü olduğunu; hangi dozda kullanıldığında iyi veya kötü olacağını kestirmek hakikaten zordur. İtaat iyidir fakat; zamana, mekana ve kişiye göre değişim göstermekle birlikte, aşırısı insanı köleleştirebilir. İsyan kötüdür fakat hiç olmadığı takdirde insan hakkını arayamaz hale gelir.
Nitekim hayatta herşey insan içindir. Alışkanlıklar da öyle. Dozunda; yerine, zamanına ve kişisine uygun kullanıldığı takdirde her alışkanlıklık faydalı olabilir.
Saygılarımla.