ÇENGELKÖY'ÜN ESKİ FUTBOL SAHALARI VE MÜZİK GURUPLARININ GEÇMİŞİ...
Sevgili Çengelköy, gazetemizin bu ay’ki sayısında yine sizlerle beraberiz,yazıyoruz, çiziyoruz, üzülüyoruz, seviniyoruz, özlüyoruz, ahh diyoruz, vah diyoruz, bir bakıyorsunuz günler akıp gitmiş. Allah ulusumuza, devletimize ve şanlı ordumuza, zeval vermesin, tüm asker evlatlarımızın birini bin yapsın, İnşallah.
Sevgili okur, 1960 ve 70’ler de, bizim bütün eğlencemiz, Cevizli’de maç yapmaktı. Cevizli Çengelköy’ün Çamlıca eteğin de çarpık çurpuk doğal bir sahaydı ama Çengelköy’de oradan başka top oynayacak saha yoktu. Cevizliyi’de yabana atmayalım, orada hem top oynar, hem de envaye çeşit meyve yerdik. Biz genel de yaz ayların da akşam üzeri Cevizli’ye çıkardık, ancak oraya çıkmadan önce Nuri’lerin arka bahçesin de toplanır, top’la alıştırma yapar ısınırdık.
Bazen de arka bahçede kurduğumuz voleybol sahasın da, voleybol oynardık. İsterseniz şu ’biz’leri biraz açalım, Aytaç Altıntop, Hayri Erkovan, Sadi Mirasyedi, Tarık Çakar, Hüseyin A. Tuna, Nihat, Nuri, Tevfik Gürsoy’lar, Necmi Çelik, Haldun Soykan, Sadık Altuğ, müfettiş Alidin, Yüzbaşı Muaffak, Ömer Beker, Güzeltepe’de Apo, Yavuz Tüzün, Beyazıt, Güzelte pe’den Apo, Kürt İbo, Sadettin, Qanteramera, gibi arkadaşlar, buranın gediklisiydi...
Sevgili arkadaşımız Hayri Erkovan’nın evleri, Nur sinemasının yanındaydı, Hayri buraya tahtadan bir loca yapmıştı. Bizler buradan, Nur sinemasında ki filmleri izlerdik. Ancak Hayri’nin babası Halit amca ve annesi Lütfiye teyze yanımıza gelince, şööyyle bir toparlanırdık, çünkü her iki rahmetli de hepimizi severler ama sevgilerini belli etmezlerdi, ciddiyet ve disiplin onlar için ilk sıradaydı. Ayrıca her yıl yapılan toplu sünnet düğünlerinde, Nuri sesigüzel, Muzaffer Akgün, Ahmet Sezgin (baş sazcısı Orhan Gencebay’dı), Erol Büyükburç, Cem karaca, Ersen ve Dadaşlar, Ateş böcekleri, Nezahat Bayram,. gibi zamanın popüler sanatçılarının konserlerini izleme imkanı bulurduk. Hatta Genco Erkal tiyatrosunun, ’Asiye Nasıl Kurtulur’ isimli oyununu buradan izlemiştik.
Hayri’nin çatı katında, üniversiteye hazırlık çalışmalarını beraber yapmıştık, o küçücük çatı katı belki de bizlerin geleceği idi. Ve öyle de oldu. Hayri çok espritüel bir arkadaştı, zamanını bekler ve zamanı gelince, patlatırdı bombayı, tabii ki hepimiz gülmekten, yerlere yatardık. Biz o bombanın şokunu henüz +atlatmadan, hoop Hayri ikinci bombayı patlatırdı. Aynı zaman da Hayri’nin müthiş bir ikna kabileyiti vardı, ne yapar eder, karşındakini kolayca ikna ederdi. Bu Allah vergisi bir yetenekti tabii.
Rahmetli Nihat, eski Beşiktaşlı Yusuf Tunaoğlu gibi, çok yumuşak çalımlar atardı. Her pozisyonda, top kontrolü müthişti, üç dört kişinin arasından yumuşak çalımlarla, süzülerek güvenle çıkar, ya ortasını yapar, ya da pasını verir ve işi bitirirdi. Bir gün Teksas’a, Nuri, Tevfik ve Nihat’ın babaları ve Erdoğan dayı gelmiş, Anadoluhisar’lı arkafaşlarla yaptığımız maçı izliyorlardı. Devre arası oldu, tesadüf bu ya, onların yanın da limon yemekteydim, araların da konuşurken; ’ya şu Nihat var ya, Nihat, gelin gibi oynuyor Vallahi’ diyorlardı.
Necmi çok sağlam bir kaleciydi, ufak boyuna rağmen çok yüksek sıçrar ve adeta uçardı. Arada bir savunma da, orta saha ve ileride de oynardı ve gerçekten her pozisyonda çok iyi idi. Abi, bir bisiklete binerdi ki, yaptığı hareketlerden bizlerin yüreğimiz ağzımıza gelirdi. Ayrıca her stil de çok yüzer ve atkardı, zaten onun için ona ’Akrobat Necmi’ demiştik...
Hayri’nin sol ayağını harika kullanırdı, top onun sol ayağına geldiğin de sanki yapışırdı, o kadar güzel top kontrolü vardı ki, sol açıkta onun ayağından top almak mümkün değildi. Hayri’nin kendine özgü inanılmaz çalımları vardı, imkansız mümkün değil dediğiniz, çok zor bir duruma düşse bile, o ne yapar, yapar aklınızın durduğu çok değişik bir çalımla, bu durumdan kurtulurdu. Eeee top sol ayağına yapışık dedik ya... Ben bu yaşıma geldim yerli veya yabancı, seyretiğim maçlarda, hiç bir futbolcu da bu çalımları göremedim.
Sevgili Çengelköy, artık Cevizli’den başka bir saha keşfettmiştik, bu saha Teksas’dı, Teksas Güzeltepe yolunda, Nur sinemasının hemen arkasın da, şimdiler de dört villanın bulunduğu arsadır. Hem de hepimize yakın kocaman bir saha idi. O zamanlar bu arsada sadece iki, üç katlı ahşap bir ev vardı. İçin de, Altıkardeşler ailesi ve Kanun enstrümanı yapan, tek bacağı sakat, değnekle dolaşan bir abimiz otururdu. Teksas’da Cevizli’den daha çok her çeşit meyve vardı, bahçenin sonundan, billur gibi Bekarderesi akardı. Biz artık Cevizli’ye daha az çıkar olmuştuk, çünkü Teksas hem daha büyük, hem de daha düzdü.
Teksas’a çabuk alışmıştık, zaten Nuri, Tevfik, Aytaç, Nihat, Hayri, Tarık, Sadi’lerin evleri Teksas’ın hemen yanındaydı. Üstüne üstlük Cevizli gibi yokuş da çıkmıyorduk. Hem Teksas bizeuğurlu da gelmişti, Cevizli’de elli maçta 23 kez yenebildiğimiz, Güzeltepeli arkadaşlarımızı, bura da her maçta yenmeyi başarmıştık.
Haa Haldun’a gelince, o da aynı rahmetli Nihat gibi, çok yumuşak ve seri top oynardı, boyu da uzun olduğu için, kafa toplarına çok hakimdi. Ters falsolu çalımlar ve şutlar atardı, bir özelliği de harika rövaşata yapmasıydı, sağdan ve soldan gelen toplara biz, tam kafa vuracak derken o, aniden rövaşata yapar ve hem bizi, hem de kaleciyi yanıltırdı.
Bu arada bizlerin maçlarını izleyen, Nuri Tevfik ve Nihat’ın babaları Fuat, Ziya ve Kemal amcaların, çok hoşlarına gitmiş ve bizim takıma "Volkan Spor" adını vererek, beyaz üzerine bordo rengin de genişçe "V" harfi yazılı formalar, şortlar ve konçlar almışlardı. Artık bizim sahamız, Teksas ve takımımız Volkanspor’du...
Burada gerek köyümüzün mahalllelerin de kurulan takımlarla, gerekse Anadoluhisarı, Kanlıca, Küplüce, Çubuklu da kurulan takımlarla, aynı zaman da bu takımlara, Beylerbeyi, Anadoluhisarı, Çubuklu, Paşabahçe ve Beykoz sahalarında "Volkanspor" olarak, deplasmanda da bir çok maçlar yaptık ve Çengelköy’ün ismini, gururla duyurduk.
Yıl 1967, artık bir orketra kurmak için çalışmalara başlamıştık, önceleri İspanyol gitararımla çalıyordum, sonradan ben yarım kasa Framus elektro gitar ve anfi aldım, Hayri’de bir bas gitar ve anfi aldı ve ses düzenini de, solistimiz Tarık Çakar alınca, bizler daha iyi imkanlarla çalışmalara ve bol bol şarkı yapmaya başladık. O zamanlar piyasa da yerli parçalar pek çalınmadığu için, biz daha çok yabancı veya enstrümantal şarılara çalışıyorduk. Nuri Solo gitar, Tevfik Klavye, rahmetli Nihat Davul, Hüseyin ritim gitar, Hayri bas gitar, Tarık Çakar ve Fatma Karanfil’in abisi Karanfil Nejat solistlik yaptıkları, bir orkestra kurmuştuk. İsmi “Döküntü 69" idi.
1967’ler de, Nuri ve Tevfiklerin çatı katın da çalışmalara başlamıştık. Seyircilerimiz de yine aileden, Gülenay, Güler, Oğuz, Cihat, Necmi, Aytaç, rahmetli Nurtaç, Nuray, Hüray, Şeminur, anneler, babalar, Erdoğan dayı ve eşi, v.s. idi. Sonradan orkestra oturunca, takımları bahçeye indirir, çok iyi tanıştığımız kişilerin, nişan veya düğünlerin de çalardık. Yıl 1968 olduğun da, hepsi Haydarpaşa Liseli orkestra elemanları, artık o zamanlar pek meşhur olan Bağlarbaşı Neşe düğün salonun da çalmaya başlamıştı. Salonun sahipleri, bizleri çok sevdiler ve saygı gösterdiler, düğün sonun da alacağımız parayı bile zarfa koyarak verdiler.
Yaklaşık altı veya yedi ay ora da çaldık, ancak amca oğulları Nuri ve Tevfik’in ailesinin Ağva’da yazlıkları vardı ve onlar okullar tatile girdiğin de oraya giderlerdi. Bizler de takımları toparlayıp, onların ardı sıra giderdik. Neşe düğün salon sahiplerinin tüm ısrarlarına karşın, bizler oradan ayrılmak zorunda kaldık.
Her yıl olduğu gibi aileleri tatile giderlerken onlar da takımlarını götürmüşler. sadece ben ve Hayri köyde kalmıştık. Çünkü annem beni göndermemişti. Zira iki dersten bütünleme sınavları vardı, ders ç alışmam lazımdı. Neyse onlar gittikten sonra Hayri bizim eve geldi ve o büyük ikna yeteneğini kullanarak, o yumuşak ve tatlı diliyle annemi bir kafaya aldı ki “onu ben ders çalıştıracağım söz” dedi. Annem de aman oğlum tamam gidin, yalnız sözünüzü de unutmayın dedi.
Saat 20:00 civarı olmuştu. O saatten sonra bizim takımlarla nasıl gideceğimizi düşünürken Kandilli Rasathanesin de çalışan rahmetli çingene Haydar abiye rastladık. Azıcık çakır keyifti, derdimizi anlatınca “ gelin size bir kıyak yapacağım, sizi ben götüreceğim” dedi. Bize gün doğmuştu hemen takımları kamyonetin arkasına koymuştuk Hayri’de düşmesinler diye onları tutmak için arkaya oturdu. Haydar abi tam 4 saat sonra Ağvadaydı.
Çocuklar bizi görünce bir sevindiler ki, sormayın. Fakat Hayri’nin hali perişandı. Çünkü egzoz gazından çok etkilenmişti. Bizim çocuklar orada Motel Tahir ile anlaşmışlar, anlaşmışlar ama basgitar (orkestranın belkemiği) yok. Biz oraya varınca ekip tamamlandı. Tevfik, Nuri ailelerinin yanında bizlerde Motel Tahir’in en üst katında yatakları birleştirerek Aytaç Altıntop, Nihat Gürsoy, ben Hüseyin, Sedat Gürsoy, Ayhan Çındemir, Nejat Karanfil, Tarık Çakar, Necmi Çelik, ve Taş kafa Haldun yan yana yattık. Aytaç Karanfil Nejat’a yapmadığını bırakmadı. İskele Restorantın sahibi Can babanın ablası rahmetli Mennan abla da orada kalıyordu.
Biz geceleri çalmaya başladık. Solistimiz Tarık Çakar ve Nejat Karanfildi, ilk önce yemek müziği ile başlayıp, sonra yavaş yavaş hızlanıyor ve sıra oyun havalarına geldiğin de, insanlar artık pervasızca oynamaya başlardı.
Sabahleyin bir sohbette de Ağva’nın ilkokul öğretmenleriyle tanıştık. Bir kaç gün sonra tesadüf Çengelköylüler, rahmetli maymun Erol ve Uzun Lütfullah’ın organize ettikleri bir geziyle iki otobüs ve rahmetli Yaşar abinin meşhur kırmızı minibüsüyle Ağva’ya günü birlik geldiler. Tam o günde Ağva’nın yıllardır yenemediği bir takım olan “Kandıra Takımı” özel bir maç için Ağvaya gelmişti.
Ağvalı öğretmenler ve Ağva halkı sohbet sırasında yakındıkları ezeli rakibi Kandıra maçına çok önem veriyorlardı. Genci, yaşlısı, kadını, kızı üç aydır bu maça bilenmişlerdi. Öğretmenler aynı zamanda takımda oynuyorlardı. Bu kez, beni sağbek, Taş kafa Haldun’u santrafor ve rahmetli Köpekçi Taner’i kaleci olarak, Kandıra takımına çaktırmadan, Ağva takımına takviye olarak aldılar.
Sevgili Çengelköy, maç başlamak üzereydi ama ben altıma süspansuvar giymediğim için, koşarken dikkatli olmalıydım, zira benim oynadığım sağ bek tarafı, bir sürü kadın ve kız doluydu. Maça başladık, ben koşarken bir yandan da şortumu çekiyordum, yani rahat değildim. Köpekçi Taner bir penaltı kurtardı, o sırada bana sert giren Kandıra’nın sol açığı sarı kart gördü ve ben bir faul atışı kullanacaktım, topu diktim ve ya Bismillah diyerek, topu tam ceza sahasının ortasına yüksekçe uzun boylu taş kafa Haldun’a doğru gönderdim. Taş kafa Haldun bunu kaçırmadı ve harika bir ters rövaşatayla bir gol attı ve maçı 1–0 kazandık.
Çengelköy’den gelenler akşam üzerine doğru döndüler. Ağvalılar akşam bize bir sofra hazırladılar ki sormayın. Kuzu çevirmeler, iç pilavlar, envayi çeşit yemekler, tatlılar, yedik içtik eğlendik ve gece denize girdik. Hava yavaşça kararıyordu, hepimiz çakırkeyf olmuştuk, derken şakalar başladı, Ayhan ve Nihat Hayri’yi yakaladılar ve bizlere de tutun dediler. Hayri’yi denize atacaklardı, Hayri gayet şık giyinmişti, altı okka denize doğru giderken, ’durun, ayakkabılarımı çıkarın’ diyordu. Yahu pantalon, gömlek ütülü, cüzdanı var, kimliği var, o bize ’ayakkabı’ diyordu, gülmekten kırılıyorduk.
Akşam bu kez son programımızı yaptık, ertesi gün de Ağva ve Ağvalı’lara hiç unutamayacakları Çengelköy’den onlar için çok değerli bir galibiyet armağan ederek köyümüze döndük. Bu arada, yanıma aldığım kitapların bir sayfasını bile değil açmak aklıma bile gelmemişti. Ama biyoloji’den sekiz alarak geçeceğimi tabii ki bilmiyordum.
Sevgili Çengelköy, daha sonra aramıza, bir saz virtüözü olan ve Çengelköylülerin, "Sazcı Erdoğan" dedikleri, sevgili Erdoğan Turhan’da katıldı. 1970’li Yıllar da, Tekel bayii Baba Tahir ile Kuaför Hulusi’nin dükkanları arasın da bir "Müzik Evi" açan Erdoğan, burada hem saz desi verir, hem de saz ve gitar yapar ve satardı. Ama öyle dandik değil, gerçekten en iyi ağacı kullanır, büyük emek verirdi, zaten yaptığı saz ve gitarların müşteileri de hazırdı. Ayrıca, çeşitli plaklar ve değişik enstrümanların tel, pena, mızrap v.s. gibi ürünler de satar ve hasar görmüş ahşap enstrümanların tamirini de yapardı.
Efendim bu yuva bir müzik evi olduğundan, verilen saz derslerinin yanın da, meşk günleri de olurdu, bu yuvada musikiye meraklı ve yatkın dostlar buluşur ve meşk yaparlardı. İşte bizim gurup da haftanın 3 - 4 günü burada toplanır, çalabilenler ellerine bir saz alır ve Erdoğan’na uyarak çalmaya başlardık, diğer arkadaşlar, ya ritim saz ve tef çalar, bazıları da bizlerle beraber şarkı, türkü söylerdi. Bir zamanlar unutulmaz muhrarımız rahmetli Melahat Dağlar, sonra Boğaziçi Kiliniği, şimdi de Paşa Kokareç ve işkembe salonunun olduğu bu binada oturan, Türk Halk Müziğinin unutulmaz sanatçılarınadan Adnan Ataman’da arada bir de olsa, bizlerle beraber, meşk’e katılırdı.
Sevgili Çengelköy, Erdoğan Turhan gerçekten çok büyük bir saz üstadıydı, nota ile çalar ve nota ile öğretirdi. Öyle kişiler olmuştu ki, bizlerin; ’bu adam hayatta bir şey çalamaz’ dediğimiz, nice adamlar, bizleri yanıltmıştı. Efendim, bu ufak ama yaptığı işler ve gençlere verdiği çok büyük hizmetlerden dolayı, giderek büyümüş ve ilgi odağı olmuştu. Çok değişik ve hatta uzak semtlerden bile öğrencileri vardı. Bu yüzden Çengelköy Gazetesi şahsın da, Erdoğan Turhan’a teşekkürlerimizi sunarız.
Sevgili okur, 1968’li yıllar da Çengelköy’de, davul Stavro, solo gitar ve solist Hüseyin, ritim gitar Haluk ve bas gitarda Tati olmak üzere ’Çengelköy Pop Orkestrası’ ve davul Rıza abi, ritim gitar İbrahim, bas gitar Vedat, solo gitar ve solist Hüseyin olmak zere, ’Batı Rüzgarları Orkestrası’ olarak, üçüncü orkestra kurulmuştu. 1970’lere gelince, köyümüzde en az dört veya beş orkestra ve bir o kadar da saz ekipleri vardı.
Şimdiler de ise köyümüz de ne orkestra, ne’de saz ekibi kalmıştır. Bazı gençlerimiz kişisel çabalarıyla, İstanbul’un çeşitli müzikollerin de çalmaktadır ama köyümüz de faaliyetini sürdüren, maalesef herhangi bir müzik gurubu yoktur.
Ancak şu küçük ama sonuçları devasa boyutlarda olan bir, "Arabesk Müzik" detayını unutmamak gerekir. 1960’lı yıllar da yabancı müziklere, Türkçe sözler koyup paylaşılan ve adına; "Aranjman" adı verilen, Türkçe sözlü pop müzik ile başlayan ve giderek artarak gençlerimizin kulağına yerleşerek temeli de atıldı. Bu akımın ardından gelen ve eski türkülerimiz ve halk ozanlarımızın yaptığı ezgiler, batı müziği enstrümanları ile aranje edilerek adına; "Türk Hafif Batı Müziği" denilen yeni bir akım ortaya çıktı. Bu zamanla, Cem Karaca, Barış Manço gibi unutulmaz sanatçılar; "Pop Folk" tarzın da müzik yapalarken, Erol Büyükburç, Ayten Alpman ve Ajda Pekkan, v.b. gibi sanatçılar; "Türk Hafif Batı Müziği" yapmaya devam ettiler.
Ancak 1970’lerden sonra başlayan; "Arabesk Müzik" akımı, ah’lı of’lu ağlatıcı ve isyan etiirici sözleriyle, köyden kente göç eden gençlerin ilacı, kent kültürü ile yetişen gençlerin ise zehiri oldu. Bu yüzden bizden sonraki kuşak, Arabesk müziğin etkisin de çalışmalar yapmaya başladı. Ama bu akım, harika ve her kulağa uygun, melodiler yapılmasına, mani olamadı. Ancak gençlik bir ikileme düşmüştü artık.
İlk ve orta okullar da verilen müzik eğitimini saymazsak, "Çengelköy Musiki Cemiyeti"nin dışın da, müzik eğitimi veren başka bir yuva yoktur. Tabii ki internet ortamın da bu eğitimi veriliyor ama bu asla birebir, yani karşılıklı çalışma ve birlikte egzersizlerle verilen eğitimle kıyas bile edilemez. Hatta bu sanal eğitim programlarının ücretli olanları da var. Yani bilerek gençleri sövüşlüyorlar. Sonuç; "Çabalama Kaptan Ben Gidemem", diyor gemi...
Yanlız Çengelköy’de 28 yıldır faaliyetlerini sürdüren, "Çengelköy Musiki Cemiyeti" ile, bu cemiyetin kurucusu ve başkanı Sn. Muaffak Nejat Öztürk’ü bu konuda tenzih ederiz çünkü, yıllardır ve günümüz de kısıtlı imkanlarla, çok değerli hocalar tarafından gençlerimize, gitar, flamenko gitar, kanun, keman, ut, klarnet, şan dersleri veren ve bizlere musiki sevgisini aşılayan bu yuva, İstanbul’un en gözde Türk Sanat Müziği korolarından; ’Çengelköy Musiki Cemiyeti Korosu’nu kurmuş ve köyümüzün değerlerine yeni değerler eklemiştir, bu hizmetlerinden dolayı, Çengelköy Musiki Cemiyeti Başkanı, Sn. Muaffak Nejat Öztürk’e Çengelköy Gazetesi şahsın da teşekkürlerimizi sunarız.
Efendim, son yıllar da musikiye olan ilgi, ne yazık ki azalmıştır. Çengelköy Musiki cemiyeti’nin nerede, kimlerle, hangi şarkıları söylediği kimselerin umurun da bile değildir. Sanki sanal bir âlem kurulmuş, insanlar bu sanal dünya da, sanal arkadaşlıklarla ve amaçsızca oyalanıp duruyorlar. Bu gidişat, pek de iyi değildir, çok ufak yaşlardan itibaren, internet dünyası ile tanışan, bebeler, çocuklar ve yetişkinler, adeta bir robotsal yaşama mahkum olduklarının, ne yazık ki farkında bile değillerdir.
Sevgili Çengelköy, bizimle Çengelköy ile ilgili röportaj yapmak isteyenler, "Çengelköy Gazetesi" iletişim link’in den Sn. Yalçın Soysevinç’e ulaşmaları yeterlidir.
Sevgili Çengelköy, işte tam bu noktada daha fazla gecikmeden, atalarımızın bizlere bıraktığı Türk ve Türk ulusuna özgü, örf, adet, gelenek görenekler gibi etik ve manevi değerleri ortaya çıkartmalıyız. Eğer böyle bir yol izlersek, ’Milli Birlik ve Beraberlik’ kardeşlik amaçlı, gerçek arkadaşlık ve sağlam bir gençlik yetiştirebiliriz. Küresel dünya devletlerinin her an artarak çoğalan bilim ve teknik alanda ki yeniliklerine, ayak uydubilmemiz için, aile ve devlet olarak gençlerimize ilk önce değer ve güven, sonra da her alanda güçlü bir eğitim imkanı vermeliyiz. Böylesine her yönden eğitimli ve etik değerler potansiyeli yüksek bir gençlik ancak, milli eğitim seferberliğinin yanısıra, tarafsız sosyal dernekleşme, spor, musiki, edebiyat ve tüm güzel sanatların her dalında ki eğitimi pekiştirmekle oluşacaktır. Sonuçta; Türk’ün Türk’den başka dostu yoktur. Sağlıkla kalınız...
Tunacan / Hüseyin A. Tuna
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.