NİSAN YAĞMURU... (1)
NİSAN YAĞMURU... (1)
Cemrelerin toprağa düşeli üç kafta kadar olmuştu. Bu yıl çok az yağan karlar dağ zirvelerinde kaba yel beklercesine gururla duruyordu kuğu gibi bembeyaz. Ama dağın alt katlarında kır çiçeklerinin gövdeleri dağın sert toprağını yararak gün yüzüne çıkarak baharın başlangıcına merhaba diyordu. Serçelerin çamların dallarında ötüşleri, daldan dala zıplayışları, kışı geçirmenin huzuru ile kanatlarını iki yana açarak titretmeleri neşelerinin keyfinde olduğunu gösteriyordu. Güneşin sıcaklığını ta iliklerine kadar çekiorlardı. Hava oldukça güzel. Gökyüzünün bulutsuz maviliği huzur veriyordu şehre. Şehri, insanları, hayvanları, kuşları, tabiatı kucaklayan güneşin ılıman sıcaklığı okşuyordu her şeyi. Nisan’ın ilk haftasının hafta sonu idi. Okulların hafta sonu tatiline ilaç gibi gelmişti günün güzelliği. Besbelliydi ki pek çok canlının gününe güzellikler katacağı bu güzel bahar havasının.
Öğretmenlik yaptığı Akşehir lisesinde coğrafya öğrenmenliği görevini yürütüyordu. Henüz üç yıl olmuştu Akşehir lisesine tayin oluşu. Daha önce İstanbul Kurtuluş’ta Fransız lisesinde görevini yürütüyordu. Bir nedenle oradaki hayatını noktalayarak kendi isteği ile Anadolu’nun sessiz, sakin şehrini tercih etmişti nedense. İkamet ettiği Kurtuluş’taki yaşamına istediği gibi devam edemeyecek olmasını bilmesine rağmen tercihi Akşehir olması bir muammaydı. Kim bilir ne derdi vardı, ne gibi sıkıntılar ile geldiği pek bilinmiyordu. İçine kapanık, az konuşan ama öğrencilerine dersini anlatırken bülbül kesilen bir yapısıda vardı. Öğrencilerini o kadar çok severdi ki; tüm zamanlarını onlara vermek, dersleri ile ilgilenmek isterdi.Öğrencileri evladı kabul eder, sever, istediklerini iki etmezdi. Ama içinde bir dert vardı onu mutsuz eden. Onu unutkan yapacak kadar hüzün yüklü neyi olabilirdi? Oturduğu yerde uzaklara dalıp giderdi kendini bile unutarak. Öğretmenler odasında diğer öğretmenlerden ayrı oturur, derin düşüncelere kalbini sarıp boynu bükük öksüz çocuk misali oururdu.. Bir gün yanına müzik öğretmeni Ayla müsade isteyerek yanına oturmuştu. Ona:
’ Altay hocam merhaba. Çay söyleyeyim mi? Sizin bu sessizliğiniz, bizden ayrı bir köşede oturuşunuz beni çok üzüyor bilir musunuz? Siz hep böyle misiniz? Şu okula geldiğiniz günden beri çok dikaktimi çektiniz. Ne kadar sizinle konuşsak, bize sadece derslerden, öğrencilerinden bahsettiniz! Kesinlikle sizin ayrı, çok özel bir derdiniz var! Lütfen bana açılır mısınız?’ dediğinde Ayla öğretmeni şöyle bir göz ucu ile süzmüş bir kaç kelime çıkmıştı dudağından.
’ Yok bir şeyim Ayla hocam! Ben böyleyim.’ demeden başkada sözünü uzatmamış, boynunu yana büküvermişti. Ayla hoca anlamıştı anlamasına da bir yürek yarası olduğunu, Altay hocanın kendisinin anlatmasını istemişti. Ama cevap alması ekmeği aslanın ağzından alınacak kadar zordu!
Ayla hocada öğretmenliğinin ilk şehri Akşehir’e Altay hocadan yedi ay kadar önce gelmişti. Aslen Karadenizin şirin vilayetlerinden Zonguldak’lı idi. Üniversiteyi İstanbulda okumuş, kendi isteği ile müzik öğretmenliği bölümünü istemişti tercihinde. Müziğe olan tutkusu, Türk müziğine verdiği değer bir başkaydı. Yabancı müziklerdeki ruh bozucu metal uydurmalarının ülkemizde zoraki dinlendirilmesine pek anlam veremezdi. Müziğimizdeki ruha inen manevi hazzı başka ülkelerin müziklerinde bulmaları mümkün değildi. Sanki bize aitmiş müzik gibi insanın içini karartan, ruhsal bunalımlara sürükleyen arabesk arap müziğini hiç sevmezdi. İlla da kendi müziğimizin tahrip ve tahrik edilmeden, dinleyenlerin ruhunu ve gönlünü mest eden nice asırların gök kubbesinde çınlamasını istiyordu Ayla!
Yazdığı şarkı sözlerini bestecilere verir, şarkı güftelerine adının kazınmasını, yurt radyolarında şarkılarının okunması hayali ile mutlu olan, naif yürekliliği ile çevresindekileri kendine çeken neşe dolu bir kişiliği vardı. O da Altay hoca gibi öğrencilerini çok seviyor, onlarla şarkılar, türküler pür neşeyle söylerdi. Müzik aletlerinden mandolin ve gitar çalardı. Genelde, okulunu bitirdiğinde babasının hediye ettiği gitarı ile türkü söylemeyi çok severdi. Babasının hesiyesi gitarına gözü gibi barkar, bazen babasını kucaklar gibi onu kucaklardı. Kırlara bir kaç arkadaşı ile çıkar, yağmur koksu sinmiş, kır çiçeklerin koynunda kendi bestelerini söylemekten o kadar mutlukluk hissederdi ki... Sesinin gitarla olan ahengine arkadaşları bayılırdı. Ayla, babasının ve annesinin üç evladından ortancasıydı. Diğer iki kardeşi erkekti. Babasının prensesiydi. Onu el bebek, gül bebek büyütmüştü. Babasının göz nuru, meleği, aşkıydı. Okumasını istemiş ama onun bir tıbbiyeli olmasını çok hayal etmişti. Kızının müziğe olan düşkünlüğüne gel-geç heveslisi görmüştü. Okullar iyi derece ile bite bite Ayla üniversiteye başladığında müzik öğretmenliği bölümünü seçtiğini söylediğinde Ayla, kırılsada kızının sevdiği mesleği tercik etmesine saygı duyarak istediği her konuda ona yardımcı olmuştu okulu bitinceye dek.
Saat sabahın 10’u. Altay Cumartesi olması nedeni ile okudaki hafta yorgunluğunu yün yatağında biraz daha kalarak atıyordu. Kalkıp kalkmamak arasında tercihini yaparken telefonu çaldı. ’Off ya! Bu da kim?’ Bazı öğrencilere istekleri olduğunda onlara okulda bir iki saatliğine ders veriyordu. Onlardan biri sandı. Uyku sersemliği ile hantallaşmış vücüdunun üzerinden yorkanı sıyırarak kalktı. Telefon çalışma masasının üzerindeydi. Oraya kadar gözlerini oğuştura oğuştura gitti. yarı esneme hali ile telefonun avizesini kulağına götürürken:
__ Alo buyurun ben Altay hoca.
__ Altay hocam günaydın, ben Ayla. Özür dilerim sizi de sabah sabah rahatsız ettim. Sanıyorum hala uyuyordunuz. Esnemeniz ta buralara kadar geldi. dedi yumuşak bir gülümsemeyle.
__ Günaydın Ayla hocam. Özür dilemenize gerek yok! Mutlu oldum aramanıza. Ya işte Cumartesi biraz yorgunluk atayım diye ve biraz da üşendim kalkmaya. Bana iyilik ettin aramanızla. Kaltım sayenizde, dedi ve aynı gülümseme ile sevgiler yolladı Ayla hocaya.
__ Altay hocam, zamanınız var ise bugün sizinle Hıdırlığa çıkalım mı? Dağın çam kokularını içimize çekerken çay içer sohbet ederiz. Sağın tepelerine biraz çıkar Akşehir’e kuş bakışı yaparız. Ne dersiniz hocam? derken sesine titreşimler oluşuyordu. Hem korkmuş, hem de içine bir heyecan gelip oturmuştu.
__ Ayla hocam, valla bilmem ki? Başka arkadaşlarımızda gelecek mi? Ter basmıştı sabahın serinliğinde Altay hocayı.
Ayla hoca nasıl cevap vereceğini biran tereddüt eti. Kendini toparlayarak ve yine titrek ve hececan dolu bir sesle söze girdi:
__ Altay hocam, bir kaç arkadaşımıza telefon ettim ama işleri varmış, gelemeyeceğiz dediler. İşiniz gerçekten yoksa beraber gideriz.Hafta içi yorgunluğunu atarız. Hem bende gitarımı getiririm. Yeni bir bestem var, sana onu dinletirim. Bakalım beğenecek misiniz?
__ Tama Ayla hocam, işim yok geleyim. O güzel bestenizi ilk dinleyen ben olmamda ayrı bir şeref benim için. Gitarı zaten adeta konuşturuyorsunuz. Uzak kaldığıma bakma! Öğrencilerimden hakkınızda muhteşem sözler işitiyorum. Bir bakıma bende sizin gizli hayranınızım sevgili hocam. Ben kahvaltımı bitirdikten sonra Anıt meydanına gelirim ama biliyorsun benim arabam yok.
__ Çok sevindim, hatta mutlu oldum diyebilirim değerli Altay hocam. Ben arabamla geliyorum zaten. Sorun değil. Ben biraz da yiyecekler getiririm, derken mutluluktan uçacaktı Ayla.
Ayla konuşmasının ardından türküler mırıldanarak götüreceği eşyaları, yiyecekleri, içecekleri hazırlıyordu. Mutlu bir hafta sonu sevgi ve aşkla başlayışının müjdesi gibiydi. Vuslatın baharına yağmur çiseleyecek miydi bugün? Ayla’nın kalbi pırpır atıyordu atmasına da, Altay’da nasıl bir değişim olacaktı, bilinmiyordu.
Devam edecek...
Zafer Direniş
…
14 Ağustos 2018 Salı 14:15 KARABULUT
youtu.be/OgIDwtYGV9M