- 633 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ARAYIŞ
Ve gecenin bilmem kaçında tepeden tırnağa ter içinde, soluk soluğa uyanıyorum. Bu kaçıncı uyanışım bilmiyorum. Uyku da tutmuyor artık. Aklıma gelen en makul fikir güneşin doğuşunu toz pembe hayaller kurmaya çalışarak karşılamak oldu. Kalktım. Akşamdan kalma zehir gibi kahvemi alarak ağır ağır sallanan sandalyemin başına geçtim. Kahveden daha karanlık daha kasvetli geceye Karadeniz’in o azgın sularına direnen bir balıkçı teknesi gibi direndim. Her direnişimde tükeniyorum yavaş yavaş. Zannedersem mağlup oluyorum. Enseme çöküyor dalgalar. Hepsi birden. Alabora oluyorum.
Ve nihayet her zamanki gibi bütün ihtişamıyla doğan güneşi seyrediyorum. İnsanlığı seyrediyorum. Kilometrelerce öteden bıkmadan usanmadan gelen ışığın bitkilerle dansını seyrediyorum. Uyanışı seyrediyorum. Buna sevindim mi üzüldüm mü bilemedim. Yok. Daha kötü oldu güneşin doğması. Aynı gökyüzünü, aynı güneşi, aynı havayı paylaştığım ve şuanda varlıklarından eser kalmayan insanların gölgeleri dolaşıyor evimin içinde. Artık vicdanımı susturamıyor, onu kontrol edemiyordum. Plastik su şişeleriyle oynanan mahalle maçlarına dahil edilmeyen, köşede apartman dibinde küskün küskün oturan bir çocuğun yaşadığı yalnızlık yankılanıyor içimde. Yalnızlığı taşıyor damarlarım vücudumun en kuytu en ücra köşelerine. Mutlu olmak için türlü türlü sebepler arıyorum. Birkaç saniyelik tebessümlerle günü kapatmanın hesabını yapıyorum. Gülüşlerim hep yarım kalıyor. Tanrının günahkar bir kuluna gösterdiği merhametsizliği gösteriyorum kendime.
Kerbela’da su arar gibi, acıdan, ıssızlıktan, nefretten, kinden, içimde biriken ateşten, işkence yuvası bir hücre duvarına dönmüş yüreğimi ferahlatacak, ona su serpecek bir yer arıyorum. Ayağında prangayla gözü kapalı gardiyanın gelmesini bekleyen bir mahkumun tedirginliği var üzerimde. Hissettiklerimin kendimden başka kimse için önemli olmadığını bilmenin sıkıntısı… Mahkumun acı haykırışları içimde yankılanıyor sanki. Duramıyorum evde. Duramıyorum çünkü aynaya her baktığımda birilerini görüyorum. Sırayla dolaşıyorlar evin içinde. Kapılar birbiri ardına kapanıp açılıyor. Çıkıyorum nereye çıktığımı bilmeden. Sadece evden çıkmak için çıkıyorum. Genellikle insanları izleyerek ağır ağır yürümek iyi geliyor akşam vakitlerinde. Yürürken ıslıklarım dışında bana eşlik edecek kimseler yok. Bunun ızdırabı da ekleniyor iki kat olmuş omuzlarıma.
Lösemi bir kız çocuğunun tek tek dökülen saç telleri gibi kaybettiğim hayallerimi, heyecanımı, umutlarımı bulmak için yürüyorum. Saklambaçlarımı, dokuz taşlarımı, renkli ufak bilyelerimi, annemin akşam ezanı okundu hadi eve çağrılarını, ilk futbol topumu, ilk bisikletimi bulmak için yürüyorum. Elim eline değdiğinde oluşan hissimi, o anki kekemeliğimi, seni gördüğümde hiçbir anlam barındırmayan boş boş bakışlarımı, utançlarımı, yanaklarımın kızarıklığını, yanağından bir öpücük almak için yaptığım saçma sapan planlarımı bulmak için yürüyorum. Hangi sokağın hangi caddeye çıkacağını kestiremeden, beynimin hükmedemediği ayaklarımın götürdüğü yollarda arıyorum bütün bunları. Ve belki de bana ait olmayan bir hayatın peşinde koşuyorum. Bundandır uzun uzadıya yürüyüşlerim. Türlü türlü düşünceden ağırlaşmış bir kafanın omuzlarımdaki ağrısıyla yürüyorum. Kafamı yastığa koyduğumda gözümün önünde yüzü beliren insanları arıyorum. Otobüsün camına kafamı yaslayıp iç dünyama açıldığım zaman camda hayal ettiklerimi arıyorum. Yokluğunu iliklerime kadar hissettiklerimi arıyorum. Büyük bir hışımla yıkılan binanın altında bir toz zerresi gibi kayboluyorum. Kayboluyorum fakat aramaktan vazgeçmiyorum. Evin duvarlarında yalnızlığın galibiyet dolu iğrenç kahkahalarını duymamak için yürüyorum belki de. Aradığım o kadar şey var ki, bulabilecek miyim bilmiyorum.
Bedenimize hapsolmuş ruhumuzu ilişkilerimizin çıkar üzerine kurulmadığı yalanına kandırmaya çalışıyoruz belki de. Hangimizin erken öleceğini bilmeden sıra sıra yalanlar diziyoruz birbirimize. Şu kısacık ömrümüzde öldükten sonra bizim için hiçbir anlam ifade etmeyen üç beş kuruş için yapıyoruz belki de bunları. Samimiyetten uzak ve belki de zorunluluktan bakıyoruz birbirimizin yüzlerine. Ya elimizdeki mevcut rakamlara eklemeler yapmak için çırpınıyoruz ya da sahip olmak istediklerimizin hayaliyle ruhumuzu uyuşturuyoruz. Bu abuk sabuk hırstan ve hayallerden ne yazık ki gözümüzü açamıyoruz. Açtığımız vakit zaten ölümün soğuk nefesini ciğerlerimiz patlayana kadar çekmiş oluyoruz.
Allah’ın her günü aynı şeyleri yaşamanın verdiği bıkkınlık kol geziyor her vakit. Çekilmek istiyorum. Betonların arasında yavaş yavaş öldüğümüz yaşantıdan, insanlığınızdan, merhametsizliğinizden, herkesten ve her şeyden elimi eteğimi çekiyorum. Yoksullar bir lokma ekmeğe muhtaç iken bankalarınızın gizli bölmelerinde sakladığınız o aptal kağıt parçası paralarınız, insanların belini büken faizleriniz, abuk sabuk borsalarınız, para birimleriniz, tezgahta tazelerin aralarına tıkıştırdığınız çürük meyveleriniz, samimiyetsizliğiniz, gülmeyi unutan yüzleriniz, mühürlenmiş kalpleriniz, modern yaşantılarınız, son model arabalarınız, gecekondularınız, villalarınız ve en sonunda düzenini mahvedip kendine bile hayrı olmayacak duruma soktuğunuz dünyanız… Hepsi sizin olsun.
Benim kavgam çarpık ve merhametsiz dünya kültürü ile. Kim bilir daha kaç kişi benim gibi iç dünyasında bu düzenle birbirinden habersiz boğuşuyor? Yaşamak da bu olsa gerek... İnsanların olmadığı, zamanın işlemediği, insanın insana tapmadığı bir yer diliyorum. Yıllarca yaşanacak tek yer gösterilen ve yaşamla hiçbir alakası olmayan bu yerden kaçıp kurtulmak istiyorum. Yaratıldığımız, gönderildiğimiz yere dönmek istiyorum. Ve sonunda yalnızlığın, sessizliğin verdiği ürperti ile hayatımda hiç görmediğim iki varlığın yanımda belirmesiyle kafamı tahtaya vurarak aniden uyanıyorum.
YORUMLAR
Birinci ağızdan bir Peyami Safa romanı okur gibi oldum. Güzeldi doğrusu.
Git gide küreselleşen çarpık, merhametsiz, çıkar üzerine kurulu dünya kültürüne; birbirinden habersiz insanlar halinde direnmeye çalışmak... Ve çoğunlukla yenik düşmek...
Başka çare yok gibi. Kendi içimizde, kendimize rağmen kıvranmaya devam etmek... Yaşamak bu olsa gerek.
Tebriklerimle.