- 516 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
Evren farkedilmek istiyor
“Neye inanıyorum biliyor musun? Üniversitede bir matematik dersi vardı, hocamız ufak tefek ve yaşlı bir kadındı. Hızlı Fourier dönüşümlerinden bahsediyordu ve bir cümlenin ortasında durup; ‘Bazen evren fark edilmek istiyormuş gibi görünüyor’ dedi. Ben de buna inanıyorum. Bence evren beklenmedik bir şekilde bilince eğilimli ve kısmen de zekayı mükafatlandırıyor. Çünkü zarafetinin gözlemlenmesinden keyif alıyor." John Green, Aynı Yıldızın Altında’dan…
Enbiya sûresinin 30. ayetinde Cenab-ı Hak, kendisini, ’semalarla yer bitişik iken onları ayıran’ olarak tarif ediyor. Evrenin fiziği ile ilgilenenlerin bu konuda söyleyebilecekleri çok şey var. Mesela: "Küremiz güneşin sinesinden koptuğunda yeri-göğü birbirinden ayrı şeyler değildi!" diyorlar. Daha öncesine gidildiğinde evrenin tamamının ’gaz bulutundan’ ibaret olduğunu ifade ediyorlar. Daha başkaları daha başka şeyler de söylüyor. Allahu’l-alem. (En doğrusunu Allah bilir.) Aklımızın gözü geçmişe doğru ancak bu kadar gidiyor. Fakat ben, bütün bu manalardan farklı olarak, ayet-i kerimeden kendi hisseme aldığım birşeyi (veya bana hissettirdiği birşeyi) aktarmaya çalışacağım.
Yüksekçe bir yere çıkıp karşınızdaki manzarayı temaşa ettiğinizde, dünyanın küreviyetinden dolayı, yerle göğün bir yerde bitiştiğini görürsünüz. Daha doğrusu ’bitişik gibi’ görürsünüz. Ufuk çizgisi denir buna. Görebileceğinizin sınırı belirler. Ve orada yer ve gök âdeta birleşir. Yani; sanki, ayağınızı bastığınız yerde, gökle yerin arası en açık mesafededir ve ufuk çizgisine doğru gidilirken birbirlerine doğru gelirler. Yakınlaşırlar. Orada da tastamam bitişirler.
Böylesi bir hissi yaşadığımız ikinci bir varlık daha var. Kitaplar. Evet. Kitaplar. Kitapların da yapısı buna benzer. Bir kitabı, herhangi bir yerinden açtığınız zaman, iki sayfanın ’size en yakın kısımları’ arasında en uzun mesafe oluşur. Daha sonra bu mesafe kitabın sırtına doğru azalır. Sırta gelindiğinde ise sayfalar birleşir. Tıpkı ufuk çizgisinde olduğu gibi, ama bu sefer hakiki bir şekilde, bitişik görünür. Yani, böylece, aynı ’kitap sırtı’ yüzlerce sayfayı kendisine bağlı tutar. Her neyse... Zaten gayet iyi bildiğiniz birşeyi biraz uzunca tasvir ettim. Ziyadeliğimi ziyade bulmayınız.
Şimdi duyacaklarınıza gülmeyin lütfen. Dünya bazen bana ’yan yatırılmış bir kitabın’ içindeymişim gibi hissettiriyor. Semaları ile yeri ayrılmış. Yani açılmış. Kapalı bir kitap değil. Ben de iki sayfanın ortasındayım. Ufuk çizgisi denen sırta kadar okuyabilirim. Kitaplarda da zaten yazılar sırta kadar okunur. Orada biter. Burada da, kitabın sahici sırtı değil, ’dünyanın yuvarlaklığı’ ve ’gözümün kapasitesi’ aynı sınırı belirlemiş. Hülasa, arkadaşım, bu defa ben bir kitabı elime almamışım. Bir kitabın içerisinde yaratılmışım.
Oradan şuraya da geliyorum: Kur’an’da, Cenab-ı Hak kendisini defalarca ’semaların ve arzın Rabbi’ olarak tarif ediyor. ’Sema’ için çoğul ’arz’ için tekil bir ifade kullanıyor. Ben buradan da ’okur dünyama’ şöyle bir ders çıkarıyorum: Açılan sayfa daha sayfaların ilki. Daha ilk sayfadayım ben. Üzerine bastığım yer çevrilen birinci yaprak. Fakat ’semalar’ daha bir sürü. Çok. Sayamayacağım kadar çok. Cenab-ı Hakkın kitab-ı kebir-i kainatının okunacak daha birçok sayfası var. Yani, arkadaşım, demem o ki: Burada bize hem bir ’had bildirme’ var, hem bir ’teşvik’ var, hem de bir ’marifetullah dersi’ var. Nasıl? Birazcık açayım:
1) Haddini bil. Daha yeni okumaya başladın. İki sayfaya aşina olmakla kibir ellerinden tutmaya başlamasın. 2) Sakın bu iki sayfayla yetinme. Daha bu kitabın çok sayfaları var. Onları da okumaya çalışmaktan geri durma. 3) Cenab-ı Hakkın kudreti, ilmi, iradesi öyle bir sonsuzluktadır ki, daha bu okumakla bitiremediklerin kitabının en başıdır. Bizim Allahımız böyle ilmi, kudreti, yaratışı sonsuz bir ilahtır. Kendisini tanıtan sonsuz sayıda eserleri vardır. Okumakla bilmesi bitmeyecek olandır. Sen de bunu böyle bil, gör, ayıl.
Enbiya sûresinin 30. ayetine geri dönelim: "İnkâr edenler görmedi mi: Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden ayırdık. Her canlı şeyi de sudan yarattık. Hâlâ mı inanmıyorlar?" Sorular/söylenenler gerçekten önemli. Okurunun kitaptaki malzemeden yaratılması... Kitapla birlikte/içinde yaratılması... Kitabın okunacak şekilde sayfaları ayrılmış olarak yaratılması...
Bu mesleğe (editörlüğe) gönül verenler olarak kendimize soralım: Bir kitap okurunu yaratabilir mi? Hayır. Asla. Bir kitap okuruna yazılır. Ama okurunu yaratamaz. Öyleyse tabiat kitabı nasıl insanını yaratabilir? Eğer inkârcılar, yerle göklerin birbiriyle bitişik olduğu zamanlara gidemiyor ve üzerindeki her canlı şeyin suyla yaratıldığını akledemiyorlarsa, en azından şu kadarını düşünsünler: Şu kitabı yaratan okurunu yaratandan başkası olabilir mi?
YORUMLAR
Aynaya bakalım, önce kendi bedenimize, göz, kulak,ağız,burun hepsi yerli yerinde, bir düşünelim ağzımız arka da olsaydı, ya da diğer uzuvlarımız, neler olurdu acaba.
Yaradana hamd olsun, her organımiz, muhteşem makinalardan oluşan, birer fabrika.
Beynimiz de başlı başına okyanus misali uçsuz bucaksız bir fabrika...
Kafamızın üzerinde saç üretim fabrikası, yanaklarda sakal fabrikası (kadınlarda çalışmıyor)
Bu fabrikalar, yaratılan harikalar saymakla bitmez. Nice Rabbanî fiil icraat yapıp, iş görüyor bedenimizde. İnsan fabrikalardan oluşan bir fabrika. Ve hepsi tek bir elden çıkıyor.
Bize verilen sıfatları iyi değerlendirebilirsek, Allah' ın mutlak sonsuz sıfatlarının var olduğunu bilir, onları sonsuz olarak tanırız.
Kalem-i Kudret' ten ilham alıp düşündüğümüzde, şuursuz kalemden şuursuz mürekkep akıyor. Ama kağıda ilim saçan bir cümleler dökülüyor...Rabbimize hamdolsun...
Sevgi, selâm ve saygılarımla