3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1140
Okunma
"Fakat Emir Kusturica’nın Bosna katliamındaki tutumunu anlamakta her zaman güçlük çektim. Bu insanlık dramında kurbanların değil zalimlerin yanında yer alışına anlam veremedim. Aynı şaşkınlığı bir başka dostumda daha yaşamıştım. Mikis Theodorakis Belgrad bombalanırken, Miloseviç’i destekleyen bir bildiri yayınlamıştı. Buna karşı çıktım, büyük bir bestecinin, insanlık kasabı bir caniyi desteklemesinin nasıl mümkün olduğunu sorup durdum kendime. İnanın bir cevap bulamadım." demekte "Emir demiri keser mi?" başlıklı yazısının bir bölümünde Zülfü Livaneli.
Livaneli’nin yazısındaki temel yanılgı büyük bir bestecinin ya da sanatçının bunu yapamayacağı noktasında cereyan etmekte.
Oysa kutsiyeti olan sanattır, bizatihi sanatçının kendisi değil ki.
Bir doktor, mühendis, hukukçu katliamları, kıyımları, zulmü alkışlar mazlumları kışkışlarsa eğer sanatçı da bunu en iyi ihtimalle biraz daha kızarıp bozararak yapabilir. Çünkü ortalama insan ya da nice meslek insanı için sanat bir ilgi alanı, kültürel faaliyet sahasıyken, sanatçının bizzat kendisi için mesleki kulvardır.
Demem o ki, bir doktorun, mühendisin aydın olmasının ön koşullarından olan sanatsal faaliyet ve etkinlikler bir sanatçıyı aydın kılmayacaktır. Nasıl kılsın ki? Sanatçının kendisi için sanat sekiz beşi, mesaisi onun. Mesela birçok komedyen için özel yaşantısında espri pek yapmadığı, hemen hiç gülmediği söylenir. Doğal değil mi? Güldürmek ya da mizahla ilgili tüm uğraşılar adamın mesaisi. Mesaisinin dışında mesleğini neden ifa ve icra etsin ki? Bir cerrah gece evinde ameliyat yapar mı? Ya da bir piknikte. Alanında inceleme araştırma yapabilir o ayrı.
Sözün özü bir sanatçının zulmü desteklemesi insan olarak sergilememesi gereken bir yaklaşımdır, sanatçı olarak kesinlikle yapmayacağı, yapamayacağı anlamına gelmez bu.
Peki ünlü sanatçımızın inanılmaz bulduğu ve dahi anlayamadığını samimiyetle söylediği hususun anlamı daha farklı hangi açılımları verebilir?
Mesela Theodorakis Yunanlı bir besteci, müzik adamı. Alanında, salt alanında alırsak ülkesinin sınırlarını aşmış dünya çapında bir değer kuşkusuz. Devasa kalıbıyla sahneyi kaplayan duruşuyla bütünleşen hak edilmiş bir karizması olduğunu da düşündürür bana. Öyle ki, farklı ülkelerdeki dostlarının bir araya geldiklerinde heyt koca Yunan bre şeklinde hitap etmeleri de mümkün.
Gençliğinden başlayarak insan hakları platformlarının vazgeçilmez ismi sıkı aktivist kimliğide cabası. Elbette Nazilerin Yunanistan’ı işgalinden tutunda Albaylar Cuntası evrelerinin komşuya çektirdiği sıkıntılar ünlü müzisyenin kişiliğini, çalışmalarını ve yaşam stilini çerçeveler. Ayrıca eserlerinde genel insan ve insanlık kavramları üzerinde durmuş, sesini duyurmuş bir insan karşımızdadır.
Çeşme doğumlu olmakla beraber çok küçük yaşta ailesiyle beraber Sakız Adasına yerleştiği düşünülürse, Anadolu kökenliliğin benliğine vurduğu acılı damganın izdüşümlerini de bir ömür boyu yaşadığı muhakkaktır.
Benzeri duygular aynı kökene sahip Yunanlı yazar Dido Sotiriyu ya da ünlü Amerikalı yönetmen ve oyun yazarı Elia Kazan’da da karşılığını bulabilir. Mübadele evrelerinin olgusal tarihsel karşılıkları bulunsada, siyasi tarih uluslararası ilişkiler düzleminde mantıksallık kazanabilir insanın bireysel varlığının hususiyetlerini, özlük haklarını, metafizik ve ontolojik bağlantılarını ortadan kaldıramaz, kaldırmamalı da.
Ne ki, bazı hususlar bir Türk sosyalisti ile Yunan sosyalistini ve hatta Türk insanıyla Yunan insanını derhal ayıracaktır birbirinden. Neden ve nasıl mı?
-DEVAM EDECEK-
L.T.