TEKİRDAĞ ŞİİR ETKİNLİĞİNİN ARDINDAN... (2)
TEKİRDAĞ ŞİİR ETKİNLİĞİNİN ARDINDAN... (2)
-----------------------------------------------------------------------
Konya’lı bir şirkete ait olan otobüs tam zamanında geldi otogarda beklerken. Hava oldukça serin. Temmuz sıcaklığını güne bırakarak, geceye serinliğini yollamış. Gündüz sıcaklığından bunalanlar, akşamın ve gecenin serinliğinde gündüzün terlerini kurutuyorlardı otogarın dışına konulmuş nakışlı banklarında oturanlar. Püfür püfür esinti vardı. Otobüs reyona gelip durdu. Eşyalarını ve okumakta olduğum Jön Türkler adlı romanın sayfasına ayracı koyarak kapadım. Otobüs muavinine gideceğim yerin Çorlu olduğunu, orada ineceğimi söyledim. Minik bavulumu ve el çantamı bagaja koydu numarandırılarak. Fişlerini elime tutuşturdu. Tek koltuklu sıralardan orta yerlerde bir numaraydı koltuğum. Geçip oturdum yerime ve okuduğum kitabı açarak kaldığım sayfadan okumaya devam ettim. Otobüs kısa müşteri indirme, bindirme aralığından sonra ’’Elvada Akşehir’’ homurtuları arasında otobüsümüz oto yola koyuldu. Yol boyunca kitap okurum sevinci ile yol alırken onbeş dakika mesafedeki mola yerine saptı otobüs. Anlaşmalı yerdi şirketle mola verilen dinlenme tesisi. Yolcular, Hatay’ın çıkış noktasından başlayarsak ta Edirne’ye kadar gidecek olanlardı. Benim anlık mola ama otobüse yeni binmem anlamsız kalıyordu diğer yolcular için. Neyse; bende indim aşağıya bir çay içeyim diye. Dışarıda temiz havayı soluklanıp kahveye giderek küçük bir bardakla servis edilen çaydan aldım. Bizim şehirde 50 kuruşluk çaya 2.50 tl ödeyince yolculara atılan kazıkları protesto edercesine çay ocağındaki kişiye ’’Bu yolcu sömürüsü neden ?’’ dediğimde yüzüme aylaylı bir edayla sırıtarak; ’’Abi böyle. İçen içer, içmeyen içmez!’’ demez mi?! Bir şey demeden uzaklaştım.
Molamız bitmiş, yola yeniden koyulmuştuk. Okuduğum kitaba elim uzanmadı. Dışarıları dikizleyerek göz banyosu yapayım dedim. Gerçi nereleri izleyebilecektim ki? Karanlığın hüküm sürdüğü alanlarda ağaçlar gölge gibi görünüyordu. Gökyüzüne bakıyorum hülyalara dalarak. Benden çok uzaklarda yâr düşüyor aklıma, duygulanıyorum yıldızların eşliğinde. Dolunay nazlı nazlı bakıyor bana. Şiir yazılacak ilhamın sağnağına kapıldım o an. Sevdamın o nazik ve naif yüreğine şiirler patlatayım dedimse de yazamadım hüzün düşen yüreğimin sancılarından...
Şiir etkinliğimizin yapılacağı yer bizim Akşehir’den ta Tekirdağ’a kilometrelerce uzaklıktaydı. Yollar nasıl bitecekti? Sabırla yol tükenecekti. Bizim oradan Tekirdağ’a doğrudan araba olmadığı için Çorlu otogarda inerek oradan da Tekirdağ arabalarına binecektim. Böylelikle yol daha da uzayacaktı benim için. Ama ne önemi vardı ki! Edebiyata, şiire yüreğini koymuşlar için mesele miydi mesafeler? Benim gibi kilometrelerce uzaklardan gelen arkadaşlarımızın, sanatçılarımızın tek aşkı şiir, edebiyat ve müzikti bizleri birbirine buluşturan, tanıştıran, muhabbetleştiren. Onca uzaklıklar aşkla çekiliyordu dört-beş saatlik etkinlik için. Fakat bu kısa zaman içinde ne değerli şahsiyetler tanıtyacaktık, önceden tanıştığımız can dost arkadaşlarımızla özlem giderecektik. Bu derin bir sevdaydı. Üstelik bu etkinliğe herkes kendi gücü ile gelenlerdik! Maddiyatın ne önemi olabilirdi sevgiden öte? Hele Yıldız TOKSÖZ gibi can kardeşimizin ve dernek görevlisi Durani beyefendinin nezaket dolu davetiyelerini geri çevirmek bize yakışır mıydı? İmkanı ve zamanı olan arkadaşlarımız için gelme şerefinide onlara biz göstermeliydik! Gerçek edebiyatçı dostlarımızla bir araya gelmekte apayrı bir haz olacaktı bizlere. Ya seviyoruz işte şiiri. Biz şiire aşığız!.. Var mı ötesi? :)
Yollar gittikçe kısalıyor, otobüs yolu adeta yutuyordu. Pırıl pırıl yollarda gitmenin keyfiyetinde otobüs kayıyordu adeta. Işıl ışıl kasabaları, şehirleri, vilayet sınırlarını bir bir geçiyorduk. Uğradığı otogarlarda yolcusunu indiriyor, yeni yolcularını alıyordu. Ve ben huyum kurusun yolculuk esnasında hiç uyuyamıyordum. Günlerce uykusuz kalsam, otobüs, araba, uçak yolculuklarında asla uyumazdım, uyuyamazdım! Böylede bir huysuzluğumda var oldum olası vardı!.. Yanımda gönlüne, yüreğine destanlar yazdığım sevdam olsaydı yolculuğun keyfine diyecek bir şeyim olmazdı. Omzuna başımı kor, ona mırıldana mırıldana bahar kokularında şiirler okurdum. Göz göze sevdanın şevkini yaşardık! Ama yok! Yol boyunca aklımdan hiç gitmedi ki... Onun hayali geldi gözlerimin önüne. Ne yalan diyeyim hayalini öptüm, dudaklarına dudaklarımı sürdüm. Sağımda, solumda camdan dışarı bakarak hayaline öpücükler yolladığımı görselerdi; ’’manyak mı bu adam?’’ derlerdi kesin. Kapılmış gitmişitim hayaline ve duygusallığım tavan yapmıştı. Nemli gözlerimi mendilimle sildim kimsecikler görmeden. Gerçi sağımdan solumdan horlamalar, bazen osuruk kokularıda gelmiyor değildi! Çoğu rüyalarına sarılıyordu uykularında. Otobüsün içinin karanlığında beni görmeleri imkansız olduğunu bildiğimden olsa gerek hasretiyle yanmış dudaklar ıssız karanlığa öpücükler yolluyordu destursuz! Düşler kuruyordum mavice, dört mevsim güzelliğinde...
Yine bir mola yerinde durduk. Çok modern yapılı bir yerdi. Bedava reklam olmasın diye adını yazmıyorum yerin adını! :) Bir şiir etkinliğine sponsorluk etseler o zaman yazarım adını oranın! Lavobaya yönelenlere bende katıldım. Bir kafes içinde gardiyan havasında biri otoruyor. Suratından uyku akıyordu. Gecenin üçüydü. Suratıma bakar bakmaz ben ’’ Kaç kayme?’’ diye sorunca afal afal baktı yüzüme ve kısık bir sesle; ’’ 2 tl.’’ demez mi? Kocaman bir yuh çektim içimden! ’’ Bu ne ya kardeşim? Tam bir sömürü!’’ deyince şaşırdı! Demek ki kimse dabbadak böyle bir şey dememişti! Gerçekten bu otobüs mola yerlerini tam bir sömürü alanı haline getirmişler! Yazık be! Bir yetkili çıkıpta bunlara gereken dersi vermiyor. Allah bilir ya bunlar vergide vermezler devlete!.. Neyse; düzeni böyle kurmuşlar, Zafer itiraz etse ne yazar! Kazık yiye yiye mercimek çorbasını indirdim mideye. Ne yapayım acıkmıştım. Biliyorlar insanların bu mecburiyetlerinde tatlı tatlı soyulacaklarını...
Düzen abidik gubidik işte! Sesini çıkaramazsın! Çıkarırsan ezerler! Bu düşüncelerle çorbamı içtikten sonra, çay kazığı ile işi tamamladım.
Otobüsün koltuğunda bir sağa, bir sola döne döne İstanbul’a gelmiştik. Esenler otogarında yerini alan otobüsümüz 20 dakikadan fazla oyalandı. Yük indirmişti. İnen yolcuların yerinede yenileri eklenince zaman biraz uzadı. Her şey tamam olunca diğer otobüslerin homurtuları arasında Esenler otogarından yavaş yavaş süzülerek çıktık. Yol çok kalabalıktı. İstanbul için olmaz olmazlarındandı yol sıkışıklığı. Adım adım ileriyorduk koca otabantta. Bisikletim olsaydı otobüsten hızla gideceğim kesindi. Bu yol işkencesinde insan ömrünün kısaldığını orada anladım. İstanbul ahalisine sabırlar diledim. Gerçekten çekilmez bir çile! İnsanı sinir ve panik hastası eder. Belkide öyle oldu İstanbul’lular! Ne kadar yol yaparlarsa yapsınlar bu düzeni yok edemezler. İstanbul göç yollarının başında oldukça daha çoookkk insanlar ’’İstanbul’un taşı, toprağı altın!’’ diye koşa koşa gelirler. Ve şu güzelim tarihi şehrin siüliyetini nasıl bozmuşlar devasa ruh bozucu binalarla! Estetik diye bir şey kalmamış. Hatta ekili alan bile kalmamış diyebiliriz İstanbul’da. Onun için bir kilo elma bizim şehirde 1 lira iken, İstanbul’da 7.00 tl olur! İstanbul’a acı ve bi o kadar da sitemkâr bakışlarla ilerledik. Köprüden geçerken muhteşem boğazın zarifliğini görüncede içimde kümelenen olumsuzluklar yerini neşeye, gülümsemeye bırakmıştı!..
Devam edecek...
Zafer Direniş
…
26 Temmuz 2018 Perşembe 21:40 KARABULUT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.