- 821 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSAN OLMAK
İstanbul trafiğinde araç kullanmak ömür törpüsü. O yüzden mecbur kalmadıkça trafiğe çıkmamaya gayret ediyorum. Mümkün olduğunca toplu taşıma araçlarını kullanmaya çalışıyorum.
Önceden Avrupa’nın en uzun şehir içi hattı olarak nam yapan “500T” yani Tuzla-Cevizlibağ otobüslerini kullanıyordum. Ancak yeni açılan yollar ve uzatılan metro hatlarıyla alternatif güzargâhlar bir nebze olsun çoğaldığı için artık 500T’nin yakınından bile geçmeye niyetim yok.
Köprüyü geçmek için otobüs kullanmak zorunda kalsam da, sonrasında çoğunlukla metroyu kullanıyorum. İnsanları gözlemlemeyi seviyorum. Öyle ki; -çoktandır gitmiyorum ama- futbol maçı izlemeye gittiğimde dahi maçı değil insanları seyrederdim. Tavsiye ederim, maçtan çok daha eğlenceli ve heyecanlı tipler bulacağınıza garanti veriyorum.
Adeta insanların sel olup aktığı İstanbul’da gün boyu her çeşit insanla karşılaşmanız mümkün. Mesela geçen gün metroda Pakistanlı olduğunu düşündüğüm bir gençle, Suriyeli olduğundan emin olduğum bir grup arasında çıkan sözlü tartışma bir anda kavgaya dönüşünce ne yapacağımızı şaşırdık. Kimi İngilizce, kimi Türkçe, kimi de vücut diliyle “yapmayın etmeyin” diye müdahale etse de, kavgaya mani olamadık. Yaşlı bir dedenin Suriyelileri konuşarak sakinleştirmesiyle ortalık duruldu. Ben onun da Suriyeli olduğunu sanmıştım ama sonra konuşunca anlattı. Siirtliymiş ve anadili Arapçaymış. Yarım asırdan fazladır da Fatih’te yaşıyormuş. O gün görmüş geçirmiş dedenin söyledikleri hala kulaklarımda; “Evladım biz evvelden köyümüzden, kasabaya insek çekine çekine gezerdik. Bunlar başka bir ülkeden gelmişler ama onca insanın bulunduğu şu aracın içinde dahi evlerinde gibi davranıyorlar. İnsanlar patlamaya hazır bomba gibi, kimsenin kimseye saygısı da kalmamış, tahammülü de..” Allah uzun ömürler versin Siirtli dede teşhisi koymuş. Gerçekten de insanların birbirine ne saygısı kalmış ne de tahammülü. Önceden “İnsanlar konuşa konuşa anlaşır” diyen atalar sözüne itibar edilirdi. Şimdilerde herkes “Kavga ederek çözebileceğiniz konuları, konuşarak uzatmayın” felsefesinde. Allah sonumuzu hayreylesin.
Tabi her zaman gürültü patırtı olmuyor metroda. Geçmiş yıllara nazaran kitap okuyanların sayısının arttığını gözlemlemek beni mutlu ediyor ve dahası gelecek adına umutlandırıyor. Ellerindeki tablet benzeri okuyucularla okuma açlıklarını digital olarak giderenlerin sayısı da hiç az değil üstelik. Tabi bu bana göre bir yöntem değil. Komik bulabilirsiniz ama okuduğum kitabın o kendine özgü kokusunu hissetmeli, önemsediğim yerleri tekrar baktığımda kolayca bulabilmek adına altını çizebilmeliyim ben. E-book arşivim var elbet. Ancak orada daha çok bulamadığım kitapların digital kopyaları bulunuyor.
Dedim ya burada her çeşit insana rastlamak mümkün. Geçen sabah saçlarının yarısı kazıtılmış, kalanı da mora boyanmış bir genç kız bindi sevgilisiyle. Burnunda bir piercing var. Kulakları – tabiri caizse- metal küpelerden görünmüyor. Yüzü hariç bedeninin görünen hemen her yerinde neredeyse dövme var. Sıra dışı görünümüyle dikkatleri çeken bu ablamız sevgilisine “Aşkım ne tuhaf insanlar var yaaa…” demesin mi? Kahkahayı bastım tabi.
Sıra dışı ablanın o an hissettiklerini anlayabiliyorum aslında. Zira bende geçen hafta Cuma namazında böyle bir şey yaşamıştım. “Ne alaka?” dediğinizi duyar gibiyim. Fazla merakta bırakmadan sizi hemen anlatayım. Şöyle ki; geçen Cuma gittiğim camide cemaatin neredeyse tamamı sarıklı ve cübbeli idi. Bakışlardan olsa gerek bende kendimi orada yabancı hissetmiştim. Metro maceralarımda finali taze bir olayla yapayım bari. Daha dün akşam iş çıkışı, metroda oturacak yer bulmanın sevinciyle açtım kitabımı okumaya çalışıyordum ki; hemen yan tarafımda oturan ve benim kızımdan –belki- bir iki yaş büyük bir çocuğun “Beyefendi biraz toplanır mısınız?” diye çemkirmesiyle irkildim.
Evet irkildim zira kız öyle bir ses tonuyla konuştu ki bir anda vagondaki herkesin ilgi odağı olduk. Allah sizi inandırsın neredeyse bana ayrılan koltuğun bile yarısını ancak işgal ediyorum. Zaten ufak tefek portatif bir adamım, bezelye gibi de büzülmüşüm, daha nereye gideyim arkadaş? “Gereksiz hassasiyet gösteriyorsunuz. Yeterince derli topluyum” dedimse de “Hayır efendim bana iki kez çarptınız…” diye cüssesinden umulmayacak desibelde bir sesle konuşmaya devam etti hanım (!) kızımız. “Yahu oturalı henüz 1 dakika bile olmadı, çarptıysam ben neden hissetmedim. Bana böyle potansiyel sapık muamelesi yapamazsınız. Kaldı ki çarpmak iradi bir eylem değildir, çarpmış da olabilirdim ama çarpmadım” diye yüksek perdeden konuşunca hem hanım (!) kız, hem de vagonda bana potansiyel sapık gözüyle bakan ahali sustu. Haliyle bende sustum ancak gece boyu başımın ağrısı geçmedi, üzüldüm. Hem o kızcağızın örtüsünü silah olarak kullanıp takındığı tavra, hem de ne olup bittiğini bırakın anlamayı merak bile etmeden tamamen şartlı refleksle bir vagon dolusu insanın o tuhaf bakışlarına maruz kaldığıma çok üzüldüm.
Eminim benzerini yaşayan pek çok insan vardır. Demem o ki; toplu taşıma araçlarındaki kurallar sadece erkekler ya da sadece kadınlar için değil. O taşıtı kullanan tüm insanlar için geçerli zira adabı muaşeret dediğimiz şey cinsiyete özgü değil, herkese lazım.
Aslında o kadar zor değil insan olmak.
Biraz gayret etsek olmaz mı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.