- 545 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Herşeyin cenneti esmasındadır
"Allah’ın 99 ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete girer." (Buhari/Müslim) "Kim bunları anlar ve zikrederse cennete girer." (Tirmizî/İbn-i Hibban/Hâkim)
Onda ’ondan ötesini’ görebilmek, bizi, o şeyin ’yalnızca o şey olma’ esaretinden kurtarır. Veya şöyle söyleyelim: Onda ’ondan ötesini’ görebilmek, bizi, o şeyin sonsuzluğuna ulaştırır. Bunu önemsiyorum. Çünkü hayatta yaşadığımız her türlü tatminsizliğin özünde bu türden bir ’duvara çarpma’ hissinin olduğunu düşünüyorum. Hatta biraz daha cüretle diyorum ki: Tüm mutsuzlukların özünde bu var. Tüm mutsuzlukların yapıtaşı ’ötesizlik’tir. Birşeyin sonuna geldiğini düşünen o şeyden sıkılmaya başlar. Mahiyetindeki ’daha fazlasını isteme’ damarı, onu, "Hadi aslanım!" diye ileriye mahmuzladıkça, insan, duvarlarla kavga etmeyi öğrenir. Bilenir. Hatta bir noktaya gelir ki, duvarları aşma arzusu mantığını da yener, atını uçurumlara doğru sürer. Herbir günahımız bunun bir çeşit nümunesidir. İntiharımız bunun zirvesidir.
Peki bu ’tatminsizlik’ hissini aşmanın bir yolu var mı? Önceki yazımda yarımca sözünü verdiğim için şimdi bu soruya cevap vermeye çalışacağım. Ben, tatminsizlik hissinin, Esmaü’l-Hüsnaya dair meşguliyetlerle aşılabileceğini zannediyorum. Öncelikle zannediyorum. (Çünkü bahsedeceğim şeyin hakkını verebilmiş değilim. O yüzden de tüm tezahürlerini göremiyorum.) Fakat, diğer taraftan, devede kulak mesabesindeki meşguliyetlerimde bile, bir tatminin oluştuğunu hissediyorum. Bu da beni söyleyeceklerim hakkında cesur kılıyor.
Mürşidimin de eserlerinde zikrettiği "Hakiki hakâik-ı eşya esmâ-i İlâhiyedir. Mahiyet-i eşya ise o hakâikın gölgeleridir..." cümlelerinin bize fısıldadığı bir hakikat var: Varlığın derinliğine inmek isteyen ardındaki isimlerle yüzleşmelidir. Yahut da şöyle söylemeli: Varlığın ötesine geçmek isteyen arkalarında görünen/okunan isimlere yönelmelidir. İsimlere yönelmek, yaşarken ’yalnızca o şey’ olarak muhatap olduğumuz nesnelerin, ’o şey ve ardındaki isimler’ olarak zenginleşmesini sağlar. (Bahsettiğimiz isimler ezelî ve ebedî bir Allah’ın isimleri olduğundan, elbette, Zat-ı Kibriyasının sonsuzluğundan bir hisse de onlar alırlar.) Ve insan, Allah’ın isimleriyle meşgul olmaktan, sonu gelmeyecek bir yolun varlığını keşfeder. O şeylerin ’yalnızca o şey’ olması sıkletinden kurtulur.
Damlaların bardağı taşırma imkanı kalmaz. Allah’ın varlığına inanmak, aynı zamanda, ’varlığın göründüğünden ibaret olmadığına’ inanmaktır. Cenab-ı Hakkın yaratışına iman eden insan, varlığı, ’yalnızca kendisinden ibaret olma’ zaruretinden de kurtarmış olur. Bu nedenle diyebiliriz ki: Maddecilik, bir anlamda, insanın şahitliğine kapanmasıdır. Tadımladığı (veya duyumsadığı) âleme esir olmasıdır. Duvarları kendinden bir zindana atılmaktır bu. Halbuki Kur’an "Onlar ki gayba iman ederler!" ayet-i celilesinden itibaren bizi en büyük özgürlüğe çağırır. Bu özgürlük, nefsin hürriyetinden daha başka, daha yüce birşeydir. Ayakların bu dünyaya basarken kalbinin cennetlerde kanat çırpmasıdır. Çünkü kişinin âlemi, gördüğü kadar değil, inandığı kadardır.
Bir müslüman erkek helali olmayan kadınla zina edebilme özgürlüğünden(!) mahrumdur fakat helali olan kadınla sonsuzluk düşleyebilme özgürlüğüne sahiptir. Müslüman bir kadın helali olmayan bir erkekle zina edebilme özgürlüğünden(!) mahrumdur fakat kendisine Allah’ın bir emaneti olarak bakılabilmesi özgürlüğüne sahiptir. Gayrimüslim bir anne de elbette evladından sevgi bekler ama müslüman anne bunu (anneliğinin güzelliği nisbetinde) zaten almıştır. "Cennet annelerin ayakları altındadır." Bahsettiğim şey, aslında öyle basit değil, her anımızı ’ötemizle birlikte yaşamamızı’ sağlıyor. Bediüzzaman da bu ’başkalaşımı’ eserlerinde birçok şekilde anlatıyor. Mesela eşine bakınca ’ondan ötesini görebilmeyi’ şöyle pratiğe döküyor:
"Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünkü ebedî bir güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için herbir fedakârlığı ve merhameti yaparım diyerek, o ihtiyare karısına, güzel bir hûri gibi muhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa, kısacık bir iki saat sûrî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık, elbette gayet sûrî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi, başka menfaatler ve sair galip hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip o dünya cennetini cehenneme çevirir."
Hepimiz az-çok biliyoruz. Psikolojik başkalaşımlar varlık algımızla yakından ilgilidir. Varlık algımızda oynamalar yapmadan psikolojimizi değiştirebilme lüksüne sahip değiliz. Allah’ın isimleriyle meşguliyet, tam da bu anlamda, sürekli bir şekilde varlık algımızı değiştirmeye çağırıyor bizi. Kainatı; Allah’ın isimlerini/isimleriyle okumak amacıyla etüte tâbi tutanlar, kendileri farkında olmasalar da, şahit oldukları âlemin renk ayarlarıyla oynuyorlar. Güzeli aradıkların için güzelleştiriyorlar. Güzele yordukları için güzelleştiriyorlar. Giderek güzelleştiriyorlar. Ona dair öğrendikleri her yeni şey, kazandıkları her yeni refleks, farkındalık, şuur, uyanış, seziş, ümit, varlık algılarına da bir renk olarak katılmış oluyor. Yani, mesela, artık hiçbirşey ’yalnızca o şey’ olamıyor. Şeylerin şahitliği arkasından kocaman bir ’çağrışımlar dünyası’ barındırıyor.
Toparlarsam: Yusuf aleyhisselamı zindandan çıkaran ’rüyaları yorumlaması’ olduğu gibi, bizi de kendilik zindanlarımızdan çıkaran ’şahitliklerimizi yorumlamak’tır. "İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanırlar..." hadis-i şerifi, Yusuf kıssasıyla birlikte düşünülünce, ayrıca önemli şeyler söyler bize. Hatta anlarımıza kadar inen bir dakik ’zinlardan çıkış’ metodu fısıldar.
Ben de bazen bunu deniyorum. Lezzetinde, güzelliğinde, özleminde, arzusunda, şehvetinde, hayalinde, rüyasında, hırsında boğulduğum şeyleri ötesiyle tâbir ediyorum. (Tâbir zaten ancak ötesiyle olur. Kendisinden aşkın birşey söylediği düşünülmeyen rüya tabir edilmez.) Bu tâbiri güzelce başardığım vakitlerde, tıpkı Yusuf aleyhisselam gibi, zahirde zindanda olsam da aslında oradan çıkıyorum. Nasıl anlatmalı? Isırdığım elmayı Allah’ın Rezzak ismiyle bağlamadığımda dilimden gidişi bile beni boğuyor. Tattıkça yaralanıyorum. Çünkü her tanışıklık yeni bir ayrılığa dönüşüyor. Fakat herşeyin Esmaü’l-Hüsnası, onların marifetine dokunmakla, bana şunu söylüyor: "Arkadaşım, elma gidiyor diye kederlenme, Rezzak’ın hazinesinde bundan çok var. Onun sevgisini kazanırsan sana cennetinde bundan çooook yedirir!" Evet. Ciddi söylüyorum. Gitmelerle ancak böyle barışıyorum. Tepenin ardındaki okyanusu bilmek avucumdaki suyun dökülmesinden gelen acıyı hafifleştiriyor.
YORUMLAR
Maşallah, bu teşekkürü yakalayabilmek hic kolay değil, her gün ilim ve her gün ilmin gerektirdiği egzersizleri yapmak. Tatminsizlik hissini düşündüm bir an, Hak yolundan önceki durumu, kesinlikle katılıyorum, Rabbimin sonsuz isimleri ile meşgul olurken, bir yandan şifalaniyorsunuz. Her zaman O' onun yanımızda olduğu nu bilmek, O' onun gösterdigi yolu görebilmek...
Tebrik ederim, Sevgi ve saygılarımla
Allah'ı 99 isimle sınırlamak doğru mudur? Sınırlamak sonsuzlugu ortadan kaldirmaktir.
İhlas suresi referansimdir.
Saygılar.