- 675 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Öykünün doğumgünü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
(Bütün nesneler ve tanımlanmış hisler boşlukta aynı hızla düşer. Bu sürekli düşüş halinin verdiği o korkunç duygudan kısmen de olsa kaçabilmemin iki yolundan biri okumaksa diğer yolu da yazmaktır benim için. Parçalanmış gerçeklik boyutunun uzamında kaçacağın bir yer yoktur aslında. Çünkü her yer düşünce külleriyle doludur. Kaçma fikri henüz küle dönüşmemiş bir düşüncedir. Külden önceki kısa anların dansıdır.)
Annem ve babamlarla çok güzel bir gün geçirdim. Bunu sık sık yapmam gerektiğini düşündüm. Verdikleri huzur oldukça uzun bir süre beni idare ederdi. Akşama doğru ayrıldım oradan yüzüme konmuş bir tebessümle. Arınmış ve yıkanmıştım. Hayatıma sinen kronik tutunamayanların bir kısmını atmıştım üzerimden. İstasyon adlarını hatırlayarak tedavi ettiğim hafızam şimdi daha güçlü. Halkı fesheden iktidarlara karşı tek silahım olan özgür fikirler bahçesi şimdi tekrar yeşillendi. Mükemmel yalanlara yenilmemem için kitapların nöbet tuttuğu koca bir kütüphane olan kalbimde ışıklar yeniden yanmaya başladı. Mutsuzluğa ara vermem için yeterince malzeme birikmişti.
Bu gün spor yapacaktım. Eve gidip eşofmanlarımı giydim. Evimin ilerisinde, yürüme mesafesinde spor alanı vardı. Haftada iki gün akşamüstleri en az bir saat koşu yaparım ve ardından sırasıyla hafif kültürfizik hareketleri, onun ardından da mekik, barfiks, şınav ve ağırlık gelir. Sigarayı da bırakmıştım. Kırklı yaşların ortalarında olmama rağmen vücudumdaki yağ oranı normalin altındaydı. Her ne kadar ruhen bazen hiçliğin zirvelerinde gezinsem de bedenen kendime iyi bakıyordum. Koşmayı seviyorum. Koşarken sadece koşmuyorum. Yazdığım öyküleri koşu esnasında defalarca kurguluyor, şekil veriyor ve yeniden yazıyorum. Koşunun sonlarına doğru geldikçe, gözden geçiriyor, kafamda son şekillerini verdiğim öyküleri belleğimin deposuna yolluyorum. Orada güvende olduklarını gördükten sonra yüzümde bir gülümseme oluşuyor, rahatlıyorum. Bu arada kaçıncı turda olduğumu da unutmuyorum. Dokuzuncu tur, yani sondan bir önceki tur her şeyin düzene ve sakinliğe kavuştuğu turdur. Onuncu tur ise finaldir ve hızımı artırıp normal temponun üzerine çıkıyorum. Açma germeler bittikten sonra sıra mekiğe gelmiştir. Mekik çekerken depoya yolladığım öykünün başlığını bulmak için büyük bir çaba harcıyorum. Bir defada en az yüz yirmi mekik çekebiliyorum. Yetmiş beşinci mekiğe kadar öykünün ismi etrafımda dolaşıp duruyor ama bir türlü tamamlanamıyor. Yüzüncü mekikte etrafımda zıplayıp duran ve bazen üç kelimeden bazen de tek kelimeden oluşan öykü ismini yakalayıp onu da depoya yolluyorum. Mekik bittikten sonra finali barfiksle yapıyorum. Doğrusu barfikste oldukça zorlanıyorum. Tek defada en fazla yirmi iki çekebiliyorum. Barfiks çekerken hiçbir şey düşünmüyorum. Çünkü beynimin içinde kas yapmış düşünceler buna izin vermiyor. Orada kaos oluşuyor.
Bu spor alanı aynı zamanda bir stadyum… Etrafında koşu pisti ve spor aletleri var. Yıllardır gelirim buraya. Genellikle kalabalık olur. Kadın, erkek çocuk; herkes bulunur. Burada karşılaştığım insan manzaraları arasında ilginç sayılabilecek görüntüler bulmak zor değil. Mesela geçen yılın mart ayında ilginç bir arkadaşla karşılaşmıştım. Unutamadıklarım arasında ilk sıradadır. Yaklaşık otuz beş yaşlarında, yetmiş beş kiloda, altında siyah kumaş pantolon, üstünde uzun kollu ama kolları kıvrılmış beyaz gömlek, gömleğin üst düğmeleri yarıya kadar açık, yumurta topuk-sivri burun ayakkabı, elinde tespih, ağzında sigara; bu arkadaş sahanın etrafında tam bir saat boyunca yarı yürüyüş yarı koşu şeklinde, spor adı altında bu görüntüyü verdi. O benim için bir öykünün en esaslı anti kahramanıydı.
En az onun kadar ilgi çekici olan bir de teyze vardı. Yaklaşık elli beş yaşında olan bu teyze belli ki pazardan gelmiş. Elinde içi poşetlerle dolu olan pazar çantasıyla benim sayabildiğim yedi tur yürüyüş yapmıştı. Teyze yürüyüşü bitirdikten sonra mekik aletinin yanına geldi ve pazar çantasını güvenli bir yere koyduktan sonra mekik aletine sırt üstü yattı. Kalkmaya çalışıyor, kalkamıyor, birinin ona bakıp bakmadığını kontrol etmek için etrafına bakınıyor, bakmadıklarını görünce –ama benim çaktırmadan onu izlediğimin farkında değil- tekrar deniyor, yine olmuyor, en sonunda pes ediyor ve pazar çantasını kaptığı gibi öfkeyle uzaklaşıyor spor sahasından.
Bunu anlatmadan geçemeyeceğim, saatlerce temposunu hiç bozmadan koşan ve ertesi gün geldiğinizde onu orada hâlâ koşarken görebileceğiniz, otuz yaşlarında, uzun boylu, çok zayıf bir adam… Dikkat çekici derecede zayıf olduğu halde neden bu kadar çok koştuğunu hep merak etmiştim. Bunu kendisine sormak istemedim ama başka kaynaklardan bilgi sahibi olmuştum sonradan. Eskiden aşırı şişmanmış. Doktorlara gitmiş, ilaçlar kullanmış, zayıflamak için denemediği yöntem kalmamış. Uzun uğraşlar sonucu yaklaşık kırk beş kilo vermiş. Ama bütün bu süreç boyunca ruhsal durumu da baya hırpalanmış, bir de bunun için psikiyatrik destek almış. Vermiş olduğu kiloları geri almamak için neredeyse her gün, yaz kış, yağmur çamur demeden bu koşuları sürdürmüş. Ama hikâyenin buraya kadar olan kısmı değildi benim ilgimi çeken. Koşarken elinde bir saz varmış, bir eliyle sazı tutarken öbür eliyle çalıyormuş gibi koşardı. Neden böyle yaptığını çok düşündüm ama mantıklı bir sonuca ulaşamadım. Sonra dedim ki her şeyi bilmek zorunda değiliz. O yüzden değil midir ki öykülerin içi sırlar ve şifrelerle doludur.
Duşumu aldıktan ve biraz dinlendikten sonra belleğimin deposunda bekleyen ve adı “Zeyno’nun Bilinçaltını Öldürmek” olan öyküyü oradan çıkarıp çekmeceye koydum. Orada demlenmesi ve vakti geldiğinde tamamlanmış olarak sahneye çıkması gerekiyor. O çekmecenin içi uğultularla doludur. Orası kıvılcım koleksiyonudur. Çekmecenin kapağını az açık bırakırım her zaman. Benliğin evidir orası. Bir adam hep şunu mırıldanır oradan: “Ben başkalarıdır.”