- 494 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Şıpsevdiliğe salavatla direnmek
"Gözden ırak olan gönülden de ırak olur..." derler ya, hep katılmam, çünkü ’her zaman doğrulanmaz’ gibi gelir bana. Bazen öyle ’gözden ıraklar’ olur ki bu ıraklıkları/uzaklıkları bizzat ’gönle yakınlık’ sebebidir. Babamın bendeki tesiri öyledir mesela. Şu fani âlemden dâr-ı bekâya irtihali, sanki, onu benden hiç uzaklaştırmamıştır. Aksine, yakınlaştırmıştır, daha da yakınlaştırmıştır. Onun zihnime gelen hatırasıyla, dilime gelen ismiyle, hayalime gelen sûretiyle, kulağımda yankılanan nasihatiyle tekrar be tekrar varoluşu, vefatının sonrasında şiddetlenmiştir. Yani, evet, babam cismanî varlığıyla bu dünyadan ayrılmış ve cismimden uzaklaşmıştır. Fakat, hayır, aynı zamanda bu ayrılığından dolayı bendeki varlığı şiddetlenmiştir. Her neyse... Kusuruma bakılmasın. Kalbi olanlar için sözü israf ettim. Her ayrılık çeken buna benzer şeyler hisseder/hissetmiştir zaten.
Bu güzel eşikten devamla diyebilirim ki: ’Gözden uzaklığın ifade ettiği ayrılık’tan ziyade ’dilden uzaklığın ifade ettiği ıraklık’ manası önemlidir. ’Dil’ derken kelimenin her iki anlamını da kastederek kullanıyorum. Bilenler bilir. Dil hem ’gönül’dür hem ’dil’dir. (Hint sinemasına aşina olanlar ’dil’ kelimesinin ’gönül’ün karşılığı olarak kullanılmasına da aşinadırlar.) Hatta tasavvuf metinlerinde Süleyman aleyhisselamın ’kuş dili’ bilmesi ’gönül dilinden anlaması’ olarak da tarif edilir. Her nasıl anlaşılırsa anlaşılsın. Şu sesteşliğin bize söylediği güzel bir sır vardır: Dilde anılanlar dilden uzak olmazlar. Yahut da şöyle ifade edelim: "Dilden ırak olanlar gönülden de ırak olurlar."
Bu nedenle, biz müslümanlar fiziğin inadına inanırız ki, dua ettiğimiz herkes bize yakındır. Dua mekan/zaman ötesi bir ulaşım aracı olarak elimizde bulunmaktadır. Dua ettiklerimiz gönlümüzde varolurlar. Dua ettiklerimiz hep bizden haberdar olurlar. Çin’de otururken okuduğumuz Fatiha’nın Fas’taki mü’minde bir tesiri vardır. Ve üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, duasıyla dilimize yerleşenler, bizimle irtibatta kalırlar. Varlıklarını devam ettirirler. İşte, biraz da bu nedenle, mürşidimin tabiriyle, bizim için geçmiş bir ’mezar-ı ekber’ değildir, bir ’meclis-i nuranî’dir.
Sosyalmedyada sıklıkla paylaşmışımdır. Görenler hatırlayacaklar. Experimenter filminde Stanley Milgram’ın eşine sevgisini ifade etmek için söylediği bir cümle var: "Seni her sabah yeniden seçiyorum." İlk bakışta bu cümle çok büyük bir sevgi ifadesi değilmiş gibi duruyor. Fakat Milgram gibi ’seçimlerimizin ne kadar iradî olduğu üzerine’ çalışmalar yürüten birisinin, eşine şu cümleyi söylemesi, aslında ’kendi sanatınca’ büyük bir sevgi ifadesi. Tıpkı, Bediüzzaman’ın, Hüthüt kuşunun Allah’ı tasvir etmekte kullandığı ’göklerdeki ve yerdeki tüm gizlilikleri meydana çıkarır...’ (Neml sûresi 25) ifadesini tefsir edişinde olduğu gibi:
"Beliğ bir kelâmın bir meziyeti şudur ki, söyleyenin ziyade meşgul olduğu san’atını, meşgalesini ihsâs etsin. Hüdhüd-ü Süleymanî ise, suyu az olan sahrâ-yı Ceziretü’l-Arabda gizli su yerlerini ferâsetle, kerâmetvâri keşfeden bedevî arîfleri gibi, hayvan ve tuyûrun arîfi olarak ve Hazret-i Süleyman aleyhisselâma küngânlık eden ve su buldurup çıkarttıran mübârek ve vazifedar bir kuş olmakla, kendi san’atının mikyasçığıyla Cenâb-ı Hakkın semâvât ve arzdaki mahfiyâtı çıkarmakla mâbûdiyetini ve mescûdiyetini ispat ettiğini, kendi san’atçığıyla bilip ifade ediyor."
Evet, Milgram’ın kelamı beliğ, çünkü bize irade üzerine önemli bir sırrı fısıldıyor: "Hergün seçtiğindir ancak gerçekten seçtiğin. Her sabah yeniden ’Evet!’ dediğindir kalbinde diri tuttuğun. Ve her an dilinde varlığını koruduğundur kalbinde varlığını koruduğun." Yoksa, bu ilgi çeşitli ritüellerle kalpte diri tutulmazsa, ölmeye yüz tutar. Bize, kalbimizdeki imanı ’la ilahe illallah’ demekle yenilemeyi tavsiye eden hadis-i şerifin de hakikati böylece anlaşılır.
Buradan da şuraya geleceğim. Mürşidim, Mucizat-ı Ahmediye Risalesi’nde salavat hakkında diyor ki: "Evet, Sultan-ı Levlâke Levlâk, öyle bir reistir ki, binüçyüzelli senedir saltanatı devam ediyor (...) tebaası kemâl-i teslimiyetle ona hergün salât ü selâmla tecdid-i biat ederek emirlerine itaat ederler." Başka bir yerde de bu ’tecdid-i biat’ tabirini ’namaz’ hakkında kullanıyor: "Elbette, dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidatta ve en âli ahlâkta (...) ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip ona dua-yı rahmet ve saadet edip ona medih ve muhabbet etmiş olan Muhammed aleyhissalâtü vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş..."
Toparlarsam, tüm dökmelerime-saçmalarıma rağmen, söylemeye çalıştığım şu aslında: Sevginin/seçimin diri tutulmasının ’anmakla/hatırlamakla’ büyük bir ilgisi var. Birşeyi hergün yeniden ’seçiyorsanız’ onu hergün yeniden ’seviyorsunuz’ demektir. Sevgisi kalbinizde diri demektir. (Yıldönümleri unutulduğunda üzülenler de bu yüzden üzülüyorlar belki.) Biz de dua ettiklerimizi, dua ettiğimiz sıklıkta, yeniden seviyoruz. Sevgilerini diri tutuyoruz. Onlarla olan ilgimizi/irtibatımızı ilan ediyoruz.
Hem ’kendimize’ hem ’başkalarına.’ Önce ’kendimize’ sonra ’başkalarına.’ (Meselenin bu kısmı ayrı bir yazı konusu.) Sevgi de zaten böyle bir tekerrürle besleniyor ve büyüyor. Çünkü ancak bu ayrım onun ’sadakatine’ şahitlik ediyor. Evet. Sevmek bir keredir ama sadakat hergündür. Hadis-i şerifte buyrulduğu gibi ibadetin de ’az da olsa devamlı olanı’ makbuldür. Ah, arkadaşım, şıpsevdilik ahirzamanda her çılgında var. Biz onu aramıyoruz ki. Bize şimdi ve her zaman sadakat lazım. İşte, gerek Allah’ı zikrederek, gerek Resulüne salat u selam getirerek bu olmaya/demeye çabalıyoruz: Biz şıpsevdi değiliz. Sizi cidden seviyoruz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.