- 363 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tarihi Olan İlahi Adalet 6
6
Şarj deşarj türü toplum içindeki bu enerji çevrimi üretime bağlı, üretim tüketim hareketidir. Doğal olan, zorunlu olan zorunlu olana göre ortaya konan meşruiyet budur. Buraya kadar sağlatma içinde hiçbir zaman kişisi sahiplik yoktur.
Kişisi sahiplik teorik olarak (belirimsiz olarak) olabilirse de ne doğada sağlama hareketinin içinde vardır. Ne de üretim hareketinin içinde olabilecekle doğal ve zorunlu değildir. Kolektif oluş süreci başlayıp geliştikten sonra ancak özel sahiplik olasıdır. Aksi halde başta olan özel sahiplik, ne sosyal olmayı başlatabilir. Ne kolektif oluşu başlatabilirdi.
Yani başta olan bir özel sahiplik inşacı oluş ta değildir. El işte bu zorunlu olmayanla meşru olmak istiyordu. Olana göre olmayanı zorunlu gibi söylüyordu. Zorunluluğu gerçek bir inşacı temele oturtamadığı için abrakadabra ile El gibi bir mana anlayışına kendisini söyletiyordu.
Eğer siz inşacı olana göre, olmayanı meşru gibi söyler ve tartışmaya başlarsanız; tartışmanın başladığı o anda sizde bir algı oluşur. İlahi adalet olan meşruiyet tartışması içinde söylediğiniz kadar olmayanla ilahi meşruiyet giderek silikleşir. Belirsiz olan belirmeye başladıkça belirli olan belirsizleşmeye başlar.
Yarı dolu yarı boş bardağı boş tarafıyla konuşursunuz. Gerçekte yarısı dolu yarısı boş bardağı siz yarısını dolu görseniz bile tüm zihni söylemleriniz bardağın boş oluşuna göre dolu olan kısmı karartır. Söylemin etkisi çoklukla söyleyeni ve dinleyeni bakar kör haline getirir. Artık tüm söylem bardağın boş oluş konturları üzerine oturmakla söylenir.
Yani El gibi bir rızk veren; kaderleri takdir eden El’in, kendi keyfine göre kendi mülkünü dilediğine verip; dilediğine vermeyen bir söylem içinde olunan ilahi dönemin gerçekliğini yok hükmüne geriletir. Böylesi bir mülk sahibini siz söyleyip karşı tarafla tartıştıkça, söylediğinizin doğruluğuna karşı tarafın inanıp inanmayacağını bırakın, uydurduğunuza başta siz inanırsınız.
Çarmıhtaki İsa’yı hatırlayın. El’e göklerin saltanatı elinde olan “baba” diyordu. Baba göğün saltanatını açacak insanlık kötülükten kurtulacaktı. İsa İnsanları göklerin saltanatından yana olmanın kurtuluşuna çağırıyordu. Bu kapsamdaki “Baba” söylemine söyleye söyleye kendisini o kadar inandırmıştı ki” Baba benimle” diyordu.
“Baba benimle” dediği bu anda paganlığı aşağılamaktan ve panteon müsamahasına karşı hoş görüşüz olup; paganlığı yok sayan dinsizlikten yakalanmıştı. Kendi üzerine kendi etkisinin altındaydı. Vahşice davranılmıştı. Çarmıhtaydı. Tahammül edilmez acılarla kıvranıyordu. Kan çiviler çakılı bedenden boşalıyorken bile İsa (yavaş yavaş ölüyorken İsa), durumunu görmezden gelişle; "Baba, baba beni niye terk ettin" diyebildi ancak mırıldanırken.
Malik El Mülk (mülkün sahibi olan El’dir) dediğiniz zaman, kolektif mülk sahipliği silinir. Üreten ilişki içinde silikleşen "çalışmayan yemez" demek yerine "herkes rızkını yer" benimsemesini tartışırsınız.
"Şüphesiz ki rızkı da veren El’dir" dediğiniz an üretim ve üretim ilişkisi zaten verili olan bir rızk durumu olmakla kolektif bilinç olmaktan çıkar, çıkan yerine El’in bilgisi ve El’in meşruiyeti oluşur.
Meşruiyet oluş giderek "El’in bilgisi" söylemi "El dilemedikçe ve El’in haberi olmadıkça yaprak bile kıpırdamaz” demeye dönüşür. Artık siz gönül rahatlığı içinde bütün bildiklerinizi unutabilirsiniz?
İlk ve son söz "El’in sözü" olunca, inşanın başına bu söz konunca ortada ne tarihi hafıza kalır. Ne tarihi bilinç kalır. Ne sorgulama ne düşünce kalır. Kalmayanlardan boşalan tarihi oyuk alanlı çekim hareketi içine de El’e göre anlatılan hikayeler doldurulur.
İllüzyon eden, kişileri vaadi ile büyüleyen El manalı bu anlatıma göre "İnsan niçin köleydi?
Babil kaynaklarına göre Ut-Napiştim, Sümer’e göre de Şuruppaklı Ziusudra olan anlatım dilinin Yehova mantıklı hikâye içinde söylenen Nuh’tu. İsa’dan önce 6. Yüz yılda İsrail Oligarşisi Yehova İle olan Ahdini unutmuştu. Ahde uymamanın öcünü alan Yehova’nın merhametsiz uzuv eli olan Asur, İsrail oligarşisini dağıtmıştı, İsrail’i Asur’a esir etmiş, Asur’a sürgüne göndermişti. Babil kitaplığında sürgün yıllarını yaşayan İsrailli din adamları olan Yehova hahamları Babil kitaplığındaki bu tarihi hafızanın ilk kaynaklarına ulaşırlar.
Asur’u yenen Pers kralı Yehova Andaçlarının Babil’de sürgün yaşayan İsraillilerin kendi yurtlarına dönmelerine izin verir. İşte sürgünde dönen Yehova Hahamları Yeni inşa içinde Yahuda bilinci oluşturmak için Utnapiştim ve Ziusudra olaylarının Nuh versiyonunu kendi atalarına göre anlatırlar.
Nuh, köleci sürece geçen Mezopotamya insanlık tarihi, İsraillin köleci tarihli oligarşi sürecine uyarlanmıştı. İsrail geçmişinde de yaşanan köleci travmasını İsrail oligarşisine göre anlatan bir krallık başlangıç hikayesidir.
Orijinal Tufan tapınaklarda başlıyordu. Tapınaklar bilindiği gibi içinde "tanrı düşüncesi ve tanrı heykeli olmayan" totem bölgeler arasındaki gruplar arası ilk kutsal buluşmalara ev sahipliği yapan yerlerdi.
Yani tapınaklar grupların ilk buluşma ve “ilk temas yerleri” olmakla üreten ve “ittifaklar” yapan kolektif “ittifakların kült merkezleriydi”.
Köleci döneme geçerken kolektif ittifakın hafızası olan kült merkezleri yaptıkları eski ahitler nedeniyle köleci sürece direnç gösteriyordu. Bu direnç, ilk yıkılan yerler olmakla; kolektif tarihin hafıza iradesini oluşan kült merkezi tapınaklardı (Arcalardı). Bu nedenle köleci sürece geçerken, İlahi adaletin köleci sürece dönmekten kaynaklı geçmiş hafızasından kopan travmalar yaşıyordu.
Kült merkezlerinin varlığı tarihi hafızanın kolektif geçmişi olmakla, kült merkezleri geçmişi abideyi timsal etmenin somut sembolüydü. Travmalar inşacı kolektif ittifaklı hafızayı silmekle ortaya çıkıyordu. Nesnel inşa yerine öznel anlamalı inşa ortaya konmuştu. Kelimenin tam anlamıyla silinen hafızadan ötürü yaşanan travma dehşeti karşısında tarihin böyle bir ikinci travması yoktur.
İnşacı ve doğru gidişle olan makas değişmişti. Eksen ekinoks değişmesine uğramakla sarsıntılar ya da depremler yaşıyordu. Tapınakların yıkımı bu travma olan bilinçsizlikle bir şeye başlayamamanın depremleriyle oluşan tufanın kendisiydi.
Travmayı veren hafıza silme işine ilk kez kült merkezi olan tapınaklardan başlanıyordu. Ki eski ittifakın başkentleri olan tarihi hafıza silinsin de yerine yeni El söylemli hikayelerden oluşan Nuh tufanlı hafıza konsundu. Burada tufandaki kaynayan kazanlar, tuzlu su, sonranın dili içinde kayık anlamına gelen arca söyleminin tarihsel kökenine inmeyeceğim.
Şimdi insanın nasıl köle olduğunun cevabını verelim. El’in “rızkı ben takdir ettim. Takdirde kiminize bol bol pay vardır. Kiminize paydan hiç kısmet yoktur” demişti. Böyle demekle kısmetsizleri kısmeti olanlara köle eden kendisi değilmiş gibi kendindeki suçu bir başka yere transfer edip sıçratıyordu.
"İnsan niçin köleydi? Nuh gerçek bir haklı üretim hareketi hikayesi olmayanların, silinen hafıza yerine öznel hikayeleri monte etmesiydi. Sam babası olan Nuh’u sarhoş durumda ve çıplak olarak görmüştü.
Baba Nuh sarhoşluktan ayıldığında olup biteni duyunca Sam’a " sen ve senin zürriyetin kardeşlerine hizmetçi olsun" diye beddua eder. İşte köleler bu beddua nedenle Sam’ın soyundan gelenlerdi!
Artık bu beddua etme işi ne kadar aklınıza yatarsa o kadar iman ve inanç sahibiydiniz. Vaat edilenlere o kadar çok yakın duracaktınız. Bu hikâyede hiç üretim ilişkisi, üretim hareketi, kolektif emek, kolektif bilinç, ittifaklar kolektif sahipliği kaybeden yabancılaşma vs. var mı? Bu hikâyede bu inşacıları bulmanız olası mı?
Yaşanan gerçek travmadan benzetili sözcüklerle dramatikleştirilen bir ironi ile değişen makas ve makas açılımı ile yaşanan dehşet, ilk kes "tufan" diye söyleniyordu. Ya da çevirenler çeviriyi bize şimdiki tufan kavramımızla söylüyorlardı. Oysa anlatılan tufan hikayesinde ilk tufan "kazan kaynatılan yerler" diye geçiyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.