- 1162 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
*** DUALARIM SENİNLE //*** Ömer Lüfi Mete Ağabey ***
Asli hedefimin ve meşguliyet alanımın dışında “yazmak” anlamında şiirle uğraşmaya onunla başladığımı söyleyebilirim. Daha önce birkaç söyleşide de ifade ettiğim gibi; ilk kez şiir yazmaya 1980-1984 yıllarında üniversite öğrencisi olarak bulunduğum Erzurum’da başlamıştım.O tarihlerde abonesi olduğum Ahmet Kabaklı hocanın Türk Edebiyatı Dergisinde “Sanat Fidanlığı” adında bir şiir köşes vardı.Bu köşeyi Ömer Lütfi Mete yönetiyordu.Aynı dergide zaman zaman kendisinin de şiirleri yayınlanırdı ve onları büyük bir keyifle okurduk.Birçok şiirsever ve okuyucu gibi bendeniz de şiir denemelerimi bu köşeye gönderirdim.O yıllarda bazı ulusal gazetelerin şiir köşelerinde ve Türk Edebiyatı Dergisinin Sanat Fidanlığı köşesi ile bu ünlü edebiyat dergisinin iç sayfalarında birkaç şiirim yayımlanmıştı.Bunun üzerine artık bizim fakültede okul arkadaşlarım bana “şair” diye hitap etmeye başlamışlardı.O gün bugündür aradan geçen çeyrek asrı aşkın zaman diliminde görüştüğüm okul arkadaşlarımın ilk hitap sözcüğü halen “şair” olarak başlar. Daha önce de birkaç kez ifade etmiştim; bu durum bana her zaman büyük mutluluk vermiştir.Ve bu sıfatla hitap edilmekten halen büyük mutluluk duymaktayım.Bunu saygıdeğer Ömer Lütfi Mete ağabeyimize borçlu olduğumu belirtmek isterim.
Bizim için üniversite öğrenciliği dönemi sona erip memlekete dönüş yaptıktan sonra, hayatın meşgalesi içinde “şiir yazmak” anlamında bir fetret devri başladı, birkaç yıl öncesine kadar.İşte üniversite öğrenciliği bitip hayata atıldığımız uzun yıllar boyunca da Ömer Lütfi Mete ismi bende saygıdeğer bir şair olarak kalmıştır.1990’lı yıllardan itibaren medyanın ve iletişim kaynaklarının yaygınlaşmasıyla birilikte özellikle televizyonlarda “Deli Yürek, Kurtlar Vadisi, The İmam” gibi seyirciyi ekranlara kilitleyen dizilerin arkasında senarist-söz yazarı olarak onun imzasını görmüş olmaktan kendi adıma ne kadar kıvanç duymuşumdur.Müteakiben de yine televizyonlarda ve çeşitli medya araçlarında dini-siyasi-ekonomik ve sosyal içerikli konularla ilgili pek çok tartışma programında izlediğim bu Türk aydınına kendi adıma bir kez daha hayranlık duymuştum.Ve son birkaç yıldan beri de bir ulusal gazetedeki köşe yazılarını hiç kaçırmadan okumak bende bir tiryakilik halini almıştı.Böylesine on parmağında on marifet olan bu saygıdeğer Türk aydınının, yıların birikimini o mütevazi ve aynı zamanda gözünü budaktan esirgemez tavrıyla kendi toplumuyla paylaşma çabası benim için her zaman takdire şayan olmuştur.
Yaklaşık bir ay kadar önce izinli ve tatil nedeniyle bulunduğum memlekitm Ankara’nın Çamlıdere ilçesinde günlük gazetelere bir göz atmak ve tabi Ömer Lütfi Mete ağabeyin köşesini okumak için Öğretmenevine çıkmıştım. Gazeteyi elime alır almaz Ömer Lütfi Mete ağabeyin bir kalp krizi geçirdiği ve hastaneye kaldırıldığı, durumunun ciddiyeti koruduğu haberiyle adeta şok olmuştum.İşte o ilk haberi okuduğum günden beri izin bitip görev mahalline dönünceye kadar, saygıdeğer vatan evladının sağlık durumuyla ilgili haberleri yeteri kadar takip edemedim.Bugün yine Öğretmenevinde gazeteleri elime alır alamaz, onun sağlık durumuna ilişkin bir haber olup olmadığına baktım.Halen İstanbul Doktor Siyami Ersek Eğitim Ve Araştırma Hastanesinde yoğun bakım halinin devam ettiği ve durumunun ciddiyeti koruduğu haberiyle bir kez daha elem duydum.Ve bununla ilgili olarak bugün bir ulusal yayın organında (Yeni Şafak Gazetesi) Ali Murat Güven imzasıyla yayımlanan aşağıdaki yazı adeta duygularıma tercüman olmuştur.Bu nedenle bu yazıyı siz değerli sanat dostları ve şiirseverlerle paylaşmak istedim.Saygılarımla.17/08/2008 – yeşilırmak şairi / ali rıza atasoy
----------------------------------------------------------------------------------------------------
**** DUALARIM SENİNLEDİR ÖMER LÜTFİ METE AĞABEY***
ALİ MURAT GÜVEN
[email protected]
Türkiye’de milliyetçi-muhafazakâr câmianın içinden çıkmış (“câmianın yetiştirdiği” ifadesini bilhassa kullanmıyorum, çünkü bu câmia kimseyi yetiştirmez, böyle bir derdi-tasası yoktur; onun içinden yalnızca Allah’ın takdiriyle “çıkılır”) en yetenekli ve insan olarak da en kaliteli “adam”lardan biri olan gazeteci, şair ve yazar Ömer Lütfi Mete, 30 Temmuz 2008 günü Sakarya’nın Karasu ilçesinde tatil yaparken çok ağır bir kalp krizi geçirdi. Kalbi yaklaşık 20 dakika kadar duran Mete’nin hayatî fonksiyonları, onu hastaneye kaldıran doktorların yoğun çabasıyla yolda yeniden geri döndürüldü.
Bir süre yerel hastanede gözetim altında tutulduktan sonra İstanbul’a, Dr. Siyami Ersek Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne nakledilen yazarımız, kalp durmasının beyninde ve akciğerlerinde yol açtığı sorunların daha kolay tedavi edilebilmesi için, yaklaşık iki haftadır “derin uyku” pozisyonunda tutuluyordu. Hafta içinde de aşamalı olarak bu uyku hâlinden çıkartılmasına karar verildi.
Çevremde görüp konuştuğum pek çok insan, üzerinden onca zaman geçmiş olmasına karşın bu can sıkıcı olaydan henüz haberdar değil. Eh, bundan daha normal bir sonuç da olamazdı zaten, çünkü son iki haftadır “İslâmî ve insanî hassasiyetleri arş-u âlâya tırmanmış medya”yı dikkatle takip ediyorum, Haberi ilk günden ön sayfadan gören Yeni Şafak ve sonrasında da Haber 7 gibi bir kaç internet sitesinin ısrarlı takipleri haricinde bu olay hakkında pek çok yayın organımızda neredeyse tek satırlık bir mâlumat yok. Muhafazakâr çizgideki bütün gazeteler, dergiler, televizyonlar, köşe yazarları ve internet siteleri çok meşgul, yazacak yığınla şeyleri var; o yüzden de Mete’nin son durumuyla ilgili kısacık bir duyuruya bir türlü sıra gelmiyor. Öyle ki, Üstad’ın dünya görüşüne muhalif yayın organlarında kendisi hakkında çıkan haberlerin sayısı, bizimkilerden kat be kat daha fazla...
On parmağında on ayrı yetenek bulunan bu nev-i şahsına münhasır adamın hayata tutunmaya çalıştığı son iki hafta, bana -rahmetli Barış Akarsu’nun yeniyetme hayranları ve onun sağlık durumunu saniye saniye takip eden magazin medyası kadar bile olamayan- İslâmî câmiada “dayanışma” duygusunun nasıl ayaklar altında süründüğünü bir kez daha gösterdi. Yarın öbür gün bizim de başımıza böyle bir dert gelse, çeyrek yüzyıllık bir tırmalayıştan sonra yaşayacağımız işte aynen budur; yani daha yaşarken unutulmak... Vâdemiz dolup ölürsek de en arka sayfalardaki mahkeme ilanlarının arasında tek paragraflık bir haber olmak...
Bazıları, (tıpkı geçen hafta “Çin hayranları” hakkındaki yazımdan sonra olduğu gibi) en gözü dönmüş sevdalarına bile egemen olan bu müthiş kofluğu yazdığımda bana kızıyor, posta kutumu küfür ve hakaret mesajıyla dolduruyorlar. İyi de hani neredesiniz, anlı şanlı “Deli Yürek” ve “Kurtlar Vadisi” fanatikleri? “Çakır” denilen hayalî karakter senaryo icabı öldüğünde adına üzüntüden temsilî cenaze namazları düzenleyenler? Bu gibi efsanevi dizilerin ardındaki en değerli senaristimiz iki haftadan bu yana bir hastane odasında sessiz sedasız hayat mücadelesi veriyor. Milliyetçi-muhafazakâr kesimin sahip olduğu en yetkin sinema düşünürünün üzgün ve yorgun ailesine moral desteği sunacak haberlerinizi, köşe yazılarınızı, ilgi ve dayanışmanızı sıcak tuttuğunuzu gösteren geçmiş olsun ilanlarınızı pek ortalarda göremiyorum. Mete’nin kaleminden doğan yapıtların çevresinde yıllardır kopartılan o benzersiz gürültüye bakılınca, tedavi gördüğü hastanenin kapısında her gün en az 50-100 kişinin nöbet tutması gerekirdi.
Neyse, daha fazla konuşmayacağım, çünkü konuştukça benim de kalbim sıkışıyor.
Kendisiyle yaklaşık 20 yıldır tanışan bir gönül dostu, kardeşi ve de hayranı olarak, sevgili ağabeyim Ömer Lütfi Mete’ye Rabbimden acil şifalar, üzüntülü ailesine de bu badireyi salimen atlatabilmeleri için engin bir metanet diliyorum. Onlar için yapabileceğim herhangi bir şey var ise, her zamanki gibi burada “tekke”yi bekliyorum ve emirlerine âmâdeyim.
(ALINTI/ Yeni Şafak Gazetesi-17.08.2008)