BİR KADIN TANIDIM!..
BİR KADIN TANIDIM!.. (1)
Temmuz’un sıcaklığı yer küreye tam anlamıya düşmemişti. Daha sabahın sekiz’i. Bir kaç horoz sesinin ve ekinlerini biçmek için tarlalarına gidenlerin traktörlerinden çıkan bağırtıların dışında yollar ve sokaklar mahmurluğun uyuşukluğunda. Gökyüzünde parça parça bulutlar, çılız rüzgarın hafif esintisi olmasına rağmen günün sıcaklığı derece derece yükseliyor ve kendini hissettiriyordu. İklim şartlarının değişken göstermesi nedeniyle ertelenmiş yaz mevsiminin geç gelmesi ile tatil beldelerine gidişlerin Temmuz’a sarkmasına neden olmuştu bu yıl. Kasabada çocukları ile tatile gidenlerin biraz fazlalığından olsa gerek; her yer tenha. Dinlence parkları, çay içilen salkım söğütlü, şadırvanlı havuzlar adeta yalnızlığa terk edilmiş hüznü var! Kuşların ötüşleri bile yorgun. Deniz sahillerine akın edenler, geç gelen sıcaklığın kavuruculuğunda denizlerin mavi serinliğine dalanlar keyiflerine keyif katıyordu. O da gitmek istiyordu tatile. Proğramını ta kış Ay’ının karlı bir Şubat akşamında ailecek karar almışlardı Akdeniz’in en görkemli turzim beldesi Kemer’e. İlk kez gideceklerdi oraya. Komşuları Ümmühan geçen yıl eşi ve iki kızıyla gitmişlerdi Kemer’e ve oranın güzelliklerini anlata anlata bitiremiyordu bir araya geldiklerinde Hilalcan’la. Komşusunun methiyelere sığdıramadığı Akdeniz’in gözdesi Kemer’e gitmeye bu yüzden karar vermişti Hilalcan eşi ve üç çocuğu ile. Memleketin cennet köşelerini bizlerden daha iyi tadını çıkaran yabancıları hayranlıkla takdir ederdi. Kendi ülkesinde güzellikleri tanımamasını ’’ belki de kıymet bilmemezlikti’’ diye de düşünürdü zaman zaman... Ülkeninin yaşam şartlarıda engeldi memleketi gezip görmek!
Hilalcan, avuç içleri ile gözlerini oğuştura oğuştura kalktı yatağından. Duvarda asılı antika satin ding dog sesine başını kaldırıp baktığında saat sekiz kırkbeş’i gösteriyordu. Yorgan yerine örttüğü ince sevresimi fırlatıp attı yataktan aşağı. O hızla lavobaya gitti. Elini yüzünü yıkar yıkamaz ocağa çay suyunu koydu. Salona geçtiğinde çocuklar hala yoktu ortalıkta. Biraz daha uyumaları için yavaştan aldı onları çağırmaya. Çay suyunun kaynayıp demlenmesine nereden bakarsa yarım saatini alacaktı. Geçip otururken koltuğa mırıldandı. ’’ Amaaannn, kahvaltıdan sonra yatak odamı düzene dokarım’’ Masa üzerindeki akşam okuduğu ’’Kalbimin Sancısı’’ adlı romanı eline aldı. Ayracı koyduğu sayfayı açtıp okumaya başladı. Eşi erkenden iş yerine çıkıp gitmişti kimseyi uyandırmadan. O genelde kahvaltısını iş yerinde yapardı pazar günü hariç. Hırdavat malzemeleri satıyordu kiralık küçük bir dükkanda. Uzun zamandır esnaf oluşundan müşterisi çoktu ve ticaretinde asla hileye başvurmaz dürüst bir karakter sahibi erdemli kişiydi. Her gelen müşteriye çay ikram eder ve sözleri ile cezbederdi onları. Konuşma diksiyonu oldukça kibar ve tane tane konuşurdu karşısındaki ile. İstanbul’un o asil Türkçe konuşma şivesini kendine rehber edinmişti. Bölgelerin değişik aksanlarda türkçenin konuşulmasını kabullenemezdi. Dilde, kültürde birliğin savunucusuydu. Kırım Türklerinden Gaspıralı İsmail beyin ’’Dilde, kültürde, işde birlik’’ tezini gençliğinde okumuş, Türk dilinin; dünyanın neresinde olulunursa olunsun, kardeşler arasında kolayca birbirlerini anlaması ve birliğin birleşmesine engel görürdü anlaşılmaz hale getirilen şive değişikliklerini.Türkçesine hakim bir beyefendiydi Turan bey.
Hilalcan hızlı okuma tekniği ile neredeyse yarılamıştı üçyüzelli sayfalık romanı. Okumaya başladığında kendini romanda yer alan bir kahramana dönüşürken önünden biri geçse görmez, kulağının dibinde biri seslense duymazdı. Dalıp giderdi romanın derinliğine. Okumayı çok seven, okumanın insanı nasıl geliştireceğini gayet iyi bilen biri Hilâlcan hanım. Çevresine; yaşlısına, gencine, çocuklara kitap okumanın faziletlerini özenle anlatırdı. Evinin salonuna mor renginde büyükçe bir kitaplık yaptırtmıştı. Kitaplıktaki kitapların çoğunluğu ona aitti. Elinden gündüz ve gece düşürmediği kitaplar ard arda bitiriliyor, yenisini alıyordu. Elli yaşında olmasına rağmen kitaplığındaki kitap sayısı onbini geçmişti. Çocuklarının genelde okul kitapların dışında diğer kitapları kendisine aitti. Kocası Turan bey okumayı pek sevmezdi. O kendini işine vermiş, evinin geçim derdinden başkaca pek bir şey düşünmezdi. Bir keresinde Hilancan hanım kocasına Hüseyin Nihal Atsız’ın ’’ Bozkurtlar Diriliyor’’ romanını okuması için uzattığında; ’’ Aşkım, sen hepimizin yerine okuyorsun! Teşekkür ederim. Ben işten yorgun-argın geliyorum ya; inan şurada seninle başbaşa iki tatlı kelâm ettik mi bin kitaba bedel!’’ dediğinde Hilalcan hanım kocasını nasıl bir muhabbet ve aşkla kucaklayıp öpmüştü. Okuma aşkını ilk okul son sınıfta okulun başlattığı kitap okuma ve özet çıkartma yarışmalarına katılarak aldığı başarı ödülü onu daha da kamçılamıştı kitap okuma şevkine. O yıllardan başlayarak, orta ve lise okullarında kitaplarla haşır neşir olmuş, arkadaş çevresi ona ’’kitap delisi’’ ünvanını takmıştı. O da bundan çok mutlu olmuştu. Liseyi iyi derece ile bitirmesine, üniversitede Türk dili ve edebiyatı bölümünde okumak istemesine rağmen ailevi şartlarından babası onu üniversite imtihanlarına yollamamıştı. Onun arzu ve isteklerinin geri çevrilmesi, kalbinin kırılması yıkıntı olmuştu, içine kapanmıştı. Kendine gerçek dost bildiği kitaplar onun hayat kaynağıydı. Aradan bir kaç yıl geçtikten sonrada gönlüne düşmeyen biri ile evledirivermişti babası. Alınyazısına boyun bükmüştü. Zor yılları yavaş yavaş atlatırken sevmek durumunda kaldı onu. Tecellisi böyleydi. Eşinden üç çocuğu olmuştu ve hiç bir zaman asi olmamıştı eşine karşı ve eşide ona karşı. Karşılıklı sevgi ve saygı ile yürüyen evliliğinde her şey değişmemesine karşın, değişmeyen aşkı kitaplarıydı. Genelde roman, felsefi eserler ve bazı siyasi analizi içeren kitapları tercihinin başıydı.
Çaydanlığın ıbrığındaki düdük sesinin çığlık atışına irkildi. Romana o kadar kendini kaptırmıştı ki; çaydanlığın ıbrığına iliştirilmiş haber verici düdüğü olmasa su kaynayıp buhar olup gidecekti. Bereket modern görünümlü çaydanlığın delice öten düdüğü vardı! Gözlüğünü çıkardı, elindeki kitapla birlikte masanın üzerine bıraktı. Yorgunluk ifadesi ile bir nefesle kalkarak ocağa geçti. Dolaptan altığı çay kavonuzun kapağını zorlama ile açarak içindeki ölçeğin üç ölçek çay atarak demlenmeye bıraktı ocağın altınıda kısarak. İşlemeli sanat harikası tepsiyi mutfak tezgahına koydu. Buzdolabından kahvaltılıkları çıkardı. Onları tepsiye koyarken, domatesleri ve salatalıkları yıkamak için ayrı bir kaba koydu. Kahvaltı telaşı ile uğraşırken yüksek sesle odalara seslendi.
__ Yavru kurtlarım, kalkın haydiiiiiii! Kahvaltınız hazırlandı, dedi ve sofrayı hazırlama işine devam etti.
Odadan ilk çıkan Berk oldu. Dağınık saçları, gözlerinin uyuşukluğu ile esneyerek lavobaya gitti. Yüzünü yıkarken annesine seslendi.
__ Anne abim babamla birlikte dükkana gitti. Bugün siparişleri varmış, yardım edecekmiş babama. Gülbeyaz ve ben teşrif edeceğiz annemizin sihirli ellerinde hazırlanan kahvaltıya, derken askılıktaki beyaz havlu ile yüzündeki mahmurluğu silip süpürüyordu.
Devam edecek...
Zafer Direniş
…
14 Temmuz 2018 Cuma 23:45 KARABULUT