Aslında biz tanışmadan evlenmiştik
-Eşim öldükten’ yirmi altı gün sonra ilk kez evde yalnız kaldım. İlk işim elbise dolabına gitmek oldu. Dolabı açtım, onun tüm elbiselerini topladığım gibi yere fırlatıp attım. Elbiselerin her biri odanın her yerine saçılmış ve ben kızgındım, öfkeliydim, kurşun yemişim gibi canım acıyor, ne yapacağımı bilmez bir şekilde korkulu gözlerle odanın her yanına dağılan o elbiselere bakıyor ağlıyordum.
Yaralıydım. Gözlerim doluyor ama yaşlarım akmıyordu. Bir hışımla yere serdiğim o elbiseleri toplayıp elime aldığım her giysiyi ya poşete, yada sobaya atıyordum.
Küsmüştüm; beni böyle tek başıma bırakıp gittiği için ona çok kızmıştım. Ve deli gibi sağa sola koşuyor, saldıracak bir yer arıyordum. Arada bir kendime gelip, ben neler yapıyorum böyle?- desem de bu çok kısa sürüyordu ve gene kendimi kaybediyordum.
Bir sure sonra ayağa dikilip ellerimi belime koyarak, ben hatamı yapıyorum? Diyerek kendimi toparlayıp, az da olsa mantıklı düşünmeye çalışıyordum.
O elbiseleri yakmak yerine yakınlarından birilerine verebilirdim; örneğin ağabeyine, ama veremezdim. Çünkü ben acı çekiyordum, yüreğimin kanadığını hissedebiliyordum o an. Tam kendime geldim, tam alıştığım dediğimde o elbiseleri ağabeyinin üzerinde görmek her şeyi başa döndürebilirdi, bu yüzden olmaz, bu giysileri ortalık yerden kaldırmalıyım diye düşünüyordum..
‘’Milenyum’’ geliyor, ‘’milenyum’’ yılına eski kıyafetlerimden hiç bir şey taşımayacağım, her şeyi, bütün kıyafetlerimi yenileyeceğim. Doksanlı yıllardan tek bir kıyafet kalmayacak dolabımda’’ demiş, dediğini de yapmıştı …Milenyum gelmeden kıyafetlerinin bir çoğunu tanımadığım insanlara dağıtmıştı bile…Kısacası gardolabın da eskiye ait hiç bir kıyafet kalmamış, hepsini yenilemişti.
Ben bu duruma çok kızmış hayır, tek başına olmaz, tek başına bunu yapamazsın; bende yeni kıyafetler isterim demiş tepkimi göstermiştim.
O ise bana, gayet sakin, gayet ciddi bir şekilde, sen de al, sende yenile kıyafetlerini. Yenileme diyen mi var sana? ‘’Sen paraya kıyamaz, sen cimrisin ve para senin eline yapışır harcayamazsın’’ deyip tebessümle gülmüştü.
Aldığı kıyafetlerin taksiti tam bir yıl sürmüştü. Elbiselerin hemen hepsi takımdı ve takım elbise ona çok yakışıyordu. Elbiseyi üzerine yakıştırmasını çok iyi biliyor ve neyi nasıl giyeceği konusunda bayağı bir bilgisi vardı ve giyim kuşama çok önem verdiğinden dolayı, bu uğurda harcanan paralara hiç acımazdı. Onun o halinden çok hoşlanırdım aslında, ama bunu ona hiç söylemedim,söyleseydim keşke nasıl da sevinirdi..
Ona âşık değildim ama onu sevmiştim galiba. Biz aslında tanışmadan evlenmiştik ve kısa bir sure sonra sanki birbirimizi yıllardır tanıyor muşuz gibi bağlanmıştık birbirimize.
O şimdi yok onu çok özlüyor, onun bu dünyadan ayrılıp gitmesini bir türlü kabul edemiyorum..
Gündüz Yavuz..
YORUMLAR
Başlığı okuyunca evlilik sürecine dair bir yazı okuyacağımı düşünmüştüm... Yazı beni farklı yerlere götürdü...
Yazıya konu olan hezeyanların, evliliğin başlangıç şekliyle bir ilgisi yok... Ama yazı ilerledikçe yaşanan duygusallığın, evlilik sürecinde oluşan sıkı bağlarla çok ilgisi var...
Yazı bunu çok başarılı bir şekilde aktarmış... Bütünleşmiş o beraberlikten sonra 'bedeninin yarısını kaybeden' ve 'son'u kabullenemeyen ( âşık olmasa da ) zamanla eşini seven bir kadının duygularının içten bir yansıması...
Evliliklerin devamı için nasıl başladığı çok şey anlatmıyor... Süreçteki yaşananlar adını koyuyor bunun...
İçten paylaşımınızı kutlarım... Saygılarımla...